31 Aralık 2023 Pazar

ÜZÜNTÜ ÜZERİMDE

 


Bütün gün haber dinlediğimiz bir dönemden geçiyoruz ülke olarak. Her haber ölüm, yıkım ve savaş üzerine. 

Şaşkınız, yorgunuz, kırgınız, üzgünüz. Onca cevapsız soru zihnimde at koştururken bir yazı çıkıyor karşıma,  İrlanda dilinde bir duygudan bahsettiğinizde 'Üzgünüm' demezlermis 'Üzüntü üzerimde – Ta' Bron Orm' derlermiş. İşte tam aradığım hal buydu. O yüzden 2023 yıl sonu yazımı üzülerek bu duygu üzerine yazmaya ve sizlerle paylaşmak istedim. Bu seneki yılbaşı yazım ne yazık ki bu sekilde ☹

 110 rehine serbest ama 141 tanesi hala teröristlerin elinde. 


Bazılarının ölüm 
haberleri yürekleri parçalıyor. United Nations’ın bu konudaki desteğinin oldukça düşük olmasının üzüntüsü bir yana havada derin bir yas hali mevcut. Sokakta insanların yüzlerinden derin üzüntü okunuyor. Çaresizlik içinde kayıplara göz yaşı döküp, Neden rehinler bırakılmıyor? Neden nefret hep üstün geliyor? Neden kötülük kazanırmış gibi gözüküyor? Neden her sabah uyandığımızda ölüm haberleri alıyoruz? Neden olanlara birilerini inandırmak zorunda bırakılıyoruz? Neden sadece Yahudi olduğumuz için tüm dünya tarafından aşağılanıp, şiddet görüyoruz? Neden Red Cross bir ilaç dahi temin edip rehinelere teslim edemiyor, onları göremiyor? ve 82 gündür bizden baska onların evlerine dönmesini isteyenler neden birlik olamıyor? Bizler gece gündüz evlerine dönmeleri icin dua ederken neden onların posterlerini duvarlardan söküyorlar?



Her sene bütün yıl olanların muhasebesini yapan ben, bu sene ne yazık ki eksi bir milyonla kapatıyorum yılı.  İnsanlık adına zor bir zaman diliminin bu seneye eklenmiş olması gerçekten kelimelerin yetersizliği yüzünden ifadesi çok zor benim için. 6 Şubat’ta Türkiye’deki depremle başlayan 2023,

 büyüdüğüm ama dünyanın kirlendiğini hissettiğim yıl olarak anılarıma eklenecek. İçinde acıyı, birlik heyecanını, Türkiye’de ki istenmeyen seçim sonucunu ekleyerek zamanı Ekim ayına ulaştırdığında İsraelide 1400 kişinin bir günde teröristlerce katledilmesi adeta  bir kabus gibi benim, aslında tüm  dünyanın üzerine çöktü. Şubat’tan bu yana derin sancıda olan yüreğim, hiç tanımadığı bir duyguyla karşı karşıya kalıverdi.


Savaşta olma hali.

Ukrayna savaşı hala devam ederken benim bu satırları yazıyor olmam, sizleri yazımın devamını okurken düşünce yolculuklarına çıkartması en büyük dileğim.

Sarsıcı ve çok sorgulayıcı bu dönemden geçerken, filmlerde izlediğimiz savaş ortamından çok farklı bir alan icinde buldum kendimi. Düşen askerlerin cenazeleri, evlerine dönemeyen rehine ailelerinin yanında benim acım çok yüzeysel olsa bile toplum olarak ağır bir travmanın içinden geçiyoruz. Hislerim bana geçmişteki yas dönemimi anımsattığı için son sürat ona bağlandım. Duygularım tarafından yönetilmeye başladım. Tüm olanların kaosu tarafından ele geçirildigim de farkındaydım ama yas içinden çıkılması zor bir yerdir.  "Öfkeliyim", "Kırgınım" "Üzgünüm" dedim ve duygu balonlarına sarılıverdim. Dış dünyaya, aileme, dostlarıma, sevdiklerime kendimi ve duygularımı kapadım. Sadece kendi içime bir kapı açtım, içi yas ve kırgınlık dolu, kişisel sarılmalar ve sohbetler. Bildiğim hiç bir yöntemle sakinleyemeyen, kendini iyileştiremeyen, sürekli kanayan bir yaram vardı. Acısını tarif edemediğim, sözcüklerin yetersizleştiği. Hissettiğim duygu olaydaki en önemli etken olurken, 82 gün sonra okuduğum bu yazı  sayesinde kendime adeta bir çıkış kapısı buldum.


Ben üzgün değilim, sadece bir süre üzüntü üzerimde olacak.

Garip bir huzur kapladı içimi. Huzurlu hissettiğimi farkettim. Başka bir zaman başka bir şeyin üzerimde olacağını bilmek ve bunun farkında olmanın iyi bir şey olduğu fikri nedense yüreğimde bir rahatlama yarattı.  O yüzden üzerimdeki üzüntü haline değişik çıkış yolları bulmaya meyil ettim bu aralar. Sıradışı bir Stella’yı tanımaktaydım.

Sessiz ve hareketsiz. Çok kitap okuyan, daha az dizi izleyen. Daha az iletisim kuran. Iş ve aile dışında pek ortaya çıkamayan.  Az uyuyup, gün doğumunu seyreden. Tek başına uzun yürüyüşler yapan, organize edilen yardım çalışmalarına maddi manevi destek veren. Rehine aillerin konuşmalarını dinleyen. Mahalledeki asker cenazelerine katılan. Siren çaldığında yere yatan, sığınak odasına giren. Siyasetle ilgililenen, yeni öğrendiği lisanda haberleri dinleyip anlamlandırmaya çalışan. Boşlukta salınan, gülünce de vicdan yapan. Sonrasında BU DA GEÇER diyen.

Kendimi yargılamadan ya da duygularımı değiştirme zorunluluğu olmadan hissetmeye izin vermekle başladım acımla yüzleşmeye. Travmalarla dolu olan bir toplumun, az travmalı bir üyesi olan ben, kendimi hırpalamak yerine kendimi  beslemeye başladım.  “Sorun degil. Devam et ve üzül. Sonsuza kadar burada olmayacaksın ama şimdilik üzgün hissetmekte 'yanlış' değilsin, sen sadece insansın,” diyebilmenin gücüne ulaştım.


Her şeyi yıkmak isteyen öfkemle uzun sohbetler yapıyorum. Bu evrende artık sadece cinsiyet, yaş ve isim olan insan kümelerini neden yarattığımıza karşı öfkemle arka odada konuşuyorum. Bir parçam olduğunu bilse de öfkem, zamanı geldiğinde sessizliğe gömüleceğini o da biliyor. 

Bu devr-i daimin içinde  yaşamlarımızdaki olağan rutinlerin değerini farkediyorum. Korona zamanından çok daha değerli bir farkındalık bu. Bu gün görüp yarın göremeyecek olmanın değerli anları. Bu gün sarılıp yarın dualarımızda olmak zorunda olan.

Aynada kendi karanlıklarımı tanıyorum. Biliyorum hiç bir duygunun kalıcı olmadığını ve belki de bu dönemdeki tek sakinleştirici ilacın bu olduğunu.

Yaşama ara vermem gerekliliğini anlayan ailem ve dostlarım olduğuna şükür ediyorum. Onların görünmez ellerinin beni yaşama bağladığını hissetmekten mutluyum ve de dünyayı benim gözlerimden görememelerini anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Sonuçta ateş düştüğü yerde olacaktı her zamanki gibi. Yaşamda herkes kendi yarasını saracaktı.


Uykusuz gecelerin bir başka ilacı kitaplar, diziler, filmler. Ekranlarda yüreğimin kaldırmakta zorlandığı ama duymak zorunda olduğum haberlerden uzaklaşmanın yollarından biri olarak dizi seçimimi fantazi dünyasından seçip, hayran olduğum masal dünyasına kaçıyorum sık sık.  Alice Harikalar Diyarını seçiyorum kendime. Sanki yaşadığımız evrenin bir küçük yansıması havasında.

Alice’in MadHatter’a dediği gibi, “Bugün üzgün olduğunu, kızgın olduğunu, endişeli olduğunu veya yas tuttuğunu kabul etmekte sorun yok. Her zaman gülümsemek zorunda değilsin. Yine herşey doğal akışına dönecek nasılsa. O yuzden güzel bir çay partisine ne dersin?”

Fantazi dünya her zaman içinde kendi cevaplarını saklar. Bizler olduğumuz kişileriz. Düşündüğümüz ve hissettiğimiz duygular geçici. Onlara anlam yüklemezsek , sadece bir esintinin onları alıp götüreceğini bilirsek, o duygunun haline gelmezsek, onun varlığını sadece kabul edersek, yakında farklı bir duygunun üzerimize geleceğini anlarız.

Evet bugün üzüntü benim üzerimde. Ama aşık olduğumuz o ilk günlerdeki gibi coşkulu olduğumuzda da kendimize hatırtlatmamız gerektiği gibi: " Bu da geçecek, şimdilik tadını çıkarın.”

Duygularınıza hoş geldiniz. Bir süre onlarla oturun ve onları tanıyın. Her birinin bize öğreteceği bir şey var. Her birinin bize göstereceği bir şey var. Ve çoğu zamanda sihirli bir değişimi ardında peri tozu gibi üzerimize serperler.


2024’te bu peri tozlarının peşine düşeceğimi biliyorum. Yaşama karşı duruşumun hayatımda belki hiç olmadığı kadar yüzeysel olacağını düşünüyorum. Anlarımın kıymetini bileceğim, sevdiklerime sarılmanın lüksünü, köklerimin travmalarını, suskunluğumun çığlıklarını duyacağım 365 yeni günüm var önümde. İnsanların neden savaştığını anlamak için vereceğim değerli vaktim olacak. Iyilik peşinde koşmaktan nefesim tükenecek. Hırsın yakıcılığını, politikanın yalancılığını, halkın acizliğini okuyacağım nice kitaplarım olacak. Bilmediğim bir ülkede uyanmalarım, kendi evimde köklenmelerim, güneşte cildimi yakmalarımın, kumsalda yürümelerimin, tuzlu suda arınmalarım, sevdiklerime her zamankinden daha fazla zaman ayıracağım, çocuklarımla sofra başında uzun sohbetlerimin olacağı 2024 hoş geliyor.

✡️Yahudi kimliğimle evet bugün 😪üzüntü benim üzerimde. Ama bu da geçecek.


Koşullarını okumadan önümüze serilen 525,600 dakikamız kutlu olsun. Ne olursa olsun gülümseyeceğimiz ve içine güzellikler, kahkahalar eklemek dileğiyle,

16 Kasım 2023 Perşembe

Toprağın Altını ve Üstünü Düşünmek

 




 40 gündür kendime yazıyorum ama Çağan Irmak’ın yeni Netflix dizisin başlangıcında bu konuyla ilgili duyduklarım, sözlerimi sizinle paylaşmama ilham verdi.

Önce toprağın altından başlamak istedim.
Ilk aklıma gelen fidan.
Ekeriz ve büyümesi icin sularız. Merakla bekleriz emeklerimizin karşılığını. Altında ne olduğunu göremeyiz sadece umutla bekleriz. Inancımız tam ve emeklerimizin boşa gitmeyeceğini içten biliriz ama bir yandan kurtulamadığımız bir “acaba” vardır, ya tutmazsa diye. Küçüktür bu korku çünkü inanç ondan büyüktür.
Çıkınca fidan toprağın üstüne, bir şenliktir. Bütün inaçların boy göstermesi, evrene bir meydan okumadır adeta. Içten içe zaferdir. Artık biliriz ki şimdi daha büyük bir emek lazım onu canlı ve diri tutup meyvasını yemek için. Çabalar katlanmış, korkularda büyümüştür. Olsun, zafer hala senindir.



Gün gelir geçer, hasat vakti gelir. O minicik umut, koca bir sepete dönüşmüştür. Payını alırsın çabanın. Dallar eğilir, senin olan sana gelir. Bu artik zafer değildir.
Paylaşımdır. Hazzın bundandır. Nice kişilerin eline ulaşmıştır emeğin. Gururdur bu. Derken gün olur bilirsin toprak olacaktır ağacın. Altından çıktığı gibi üste, geri girecektir toprağa. Içinde belki bir kurt yaşayacaktır, cürük diyeceksin ona. Ölmüş zannedeceksin ama o meyve bir kurdun hayat membası olmuştur. Bu kurtta meyveyi yiyip toprağa girecek ve toprağa gübre olacaktır. Bu meyvenin çekirdeğinden yeni bir agaç doğacaktır bilirsin. Yani tabiat devridaim içinde.

Küçük  kızın dediği gibi; O zaman ölmekliğin sırf insana çaresi yok.


Toprağın altının asıl bize gösterdiği şey ölüm. Bitti denilen o karanlık korkutucu alan. Sessiz, donuk ve yalnız alan. Kokuşmuşluğun bittiği, sükunetin başladığı o bilinmez karanlık. Bitti derken neyin bittiğini bilmediğimiz o yerden çıkıp üstüne taşlar yapıp, altındakine ağladığımız toprağın üstüne bakalım.



Toprağın üstü karmaşık. Ikilik, ayrımcılık, savaş, ölüm, yanında doğum, yaşam, paylaşım, nefes. Sınırlar, fikir ayrılıkları, güvenlik, barınmak, ekonomik çıkarlar, politik ikilikler, beslenme kavgalarının yanında mucizeler, buluşlar, keşifler ve başarılarla donanmış ağır bir dualite. Siyahın beyazdan, güçlünün güçsüzden, toleranslının anlayışsızdan, inançlının bağnazdan ayrı tutulduğu, sevmenin yerine kakmanın, birlikteliğin yerine ayrımcılığın, barışın yerine hep savaşın olduğu toprağın üstünde insanı toprağa  gömüyoruz ama ondan bir insan daha yeşertemediğimizi bilmemize rağmen yaşamı ödüllendiremiyoruz nefesle.  




7 Ekim’de yaşadığım Israel’de olanları medyadan biliyorsunuz. HAMAS TERÖR ÖRGÜTÜ hunharca Yahudi yerleşkesindeki insanları evinde, eğlencesinde, ailelerinin gözü önünde korkunç bir vahşetle sabahın altısında katlediverdi. Bebeklerin başları kesildi, yakıldılar. Kadınlara tecavüz edildi, kaçırıldılar. Büyükannelere tokat atıldı, sopalarla dövüldüler, ölü insan bedenlerini yerlerde sürüdüler. Yetmedi bunları kamerya kayıt edip ifşa ettiler sosyal medyada sanki bir zafer gibi. Kendinin haklı bulduğunu savunma derdi içinde olan insan kendini ifade etmek icin GENE vahşeti secti. GENE  vahsetin arkası karanlık bir döneme açıldı. Içi bomboş, içi kan, kin, nefret doldu. Içi ölüm ve içinde devridaimden eser yok. Yakıcı, yıkıcı ve öfkeli. Bu boşlukta, utançla daha yüzyılı bile tamamlamamış soykırım tekrarından doğan bir savaşa evet dedi insan çünkü toprağı gelişim icin degil savaş yeri olarak gördüğü için vaz geçemiyor yıkımdan. Yerin altındaki toprağı unutup hep üstündeki toprağı kana buluyor. Eğitilmek istemiyor, nefretinden eksilmemek için. Sevgiden, emekten eksik büyütüyor kendini toprağın altını unutarak. Bilmiyor mu topraktan insan yeşermeyecek, kayıplar geri gelmeyecek, davalar kanla cözülmeyecek. Bilmiyorlar mı birinin canını acıtarak bu evrende huzur olmayacak. Bilmiyorlar mı bir kelebek kanat çırpınca, başka bir yerde tsunami olacak. Nefret körüklenecek, biri birine din, dil, ırk için kurşun sıkacak. Geçmiş hep tekrar edecek ve nefret ile toprağın üstü hep barut kokusuyla dolacak.

Israel bir çöldü 1948’de. Aranızda bir coğunuz bu ülkeyi gezdiniz, gördünüz. Insanları sıcakkanlı, mutlu. Aile kavramı değerli. Şehirler düzenli, eğitim yerinde. Parklar, bahçeler, endüstri ve teknolojik olarak her daim ilerde. Hiç düşündünüz mü neden bir grup terrorist kurulduğundan beri bu topraklardaki insanlara zarar vermek için yeminler ediyor. Barış olmasın diye bitmeyen öfkeyle her gün roket atıyor. Ama bu o vahşetin yerindeki insanların kaderi değil. Onlar terrorist bir örgütü, HAMAS’ı kendilerini yönetsin diye bilinçli oylama ile seçtiler. Istediler bu öfke ve nefret büyüsün. Toprak kan olsun, bitmesin ve herkes bu kanlı toprağın başında ağlasın. Toprağın altından yetişmiş ekili tarlaların hepsini savaş alanına çevirmeyi kendilerine kader bildiler toprağın üstünü yönettiklerini sananlar yüzünden.


Israel'de her ailede ya bir Holokost kayıbı, ya kurtulanı ya da bunca yıldır bitemeyen savaşlarda, terrör saldırılarında ölmüş birisi vardır. Sizin ailenizde bu acıları çekenler olmasa bile acıyı hissedersiniz derinden insan olarak.  Hiç kimse 240 rehinenin halen orda olduğunu bilerek başını huzurla yastığa koyamaz. Koymamali çünkü biz, kendine emek vermiş ruhlar insanın insana yaptığı her şeyden sorumluyuz.

Çünkü biz, toprağın altıyla üstünü dengede tutmak için emek sarfeden ve onun için ömrümüzü tüketenleriz.

Çünkü bizler, öfkeyle bu evrende bir yere varılmayacağını bilenler olarak bunu durdurmayı da kendimize görev bilecek güçteyiz.

Bir dava için bilerek ve seçerek insan canını katletmeyi kendilerine destür seçenlerin hanelerinin asla yeşeremeyeceğini bilenleriz. Oraların devridaminin tıkanıp, ölüm boşluğunda kaybolacağını onlara gösterebilecek, söyleyebilecek cesaretimiz olsun. Toprağın altı için ağlayacağımız günler azalsın, üstü yemyeşil olsun.

https://stories.bringthemhomenow.net/

 40gündür hiç bir paylaşıma yorum yapamadığımın farkındalığı siz dostlarımın gözlerinde bir anlam bulur. Belki bu paylaşımlarımdan ya da içinde bulunduğum karanlık ruh halimden sıkılmış, anlamsız buluyor olabilirsiniz. Belki bazılarınız abartı bulup içten içe söylenmiş olabilirsiniz. Belki bazılarınız beni umutlandırarak gülümsememi sağlamış olabilirsiniz. Belki bazılarınız medyadan uzaklaşarak gerçeklerden kaçmak istemiş olabilirsiniz. Belki ama belki biriniz merak edip araştırıp okumuş olabilirsiniz. Ben rehineler ile ilgili dünyada tek bir adım atılmadıkça bu ruh halinden çıkabileceğimi sanmıyorum. O yüzden beni  böyle görmeyeceğiniz günlerin yakın olduğunu dilemekten başka söz kalmıyor. 

 





 

 

 

 

 

3 Ağustos 2022 Çarşamba

Ters Köşe Müzik

 Alçısız hayatım her günü değerli. Henüz düzgün yürüyemesemde sosyalleşmek harika geldi. Soluğu müzelerde ve konserlerde aldığım doğrudur. Müzeyi yakında blogda yayınlayacağım ama konserin etkileşimi hala üzerimdeyken taze taze yazayım istedim.


Israel Opera Binası oldukça hoş bir meydanda yer alıyor. Bu geceki performans Guy Mintus Trio. Adını bile bilmediğim bir performansa bilet aldım çünkü tanıtımı ters köşeydi. Opera binasında Mozart’ı Jazz olarak dinlemek isteyenleri bekleriz diyordu. Hemen aldım bileti ve bilinmezin verdiği heyecanla koltuk değeneğimle yerimi aldım. Bu binaya ilk girişim. Koltuklar düzenli ve sahne her noktadan görülebiliyor. Yerimiz balkonda. Bilet fiyatları o kadar uçuk ki ancak balkon...

Sahnede bir davul, bir piyano ve bir de kontrbass var. Bir de köşede prenses tipi koltuk, basamaklı bir platform. Anlaşılan o ki güzel ve hareketli bir gece bizi bekliyor. Nitekim tam da öyle oldu. Hayatımın en muhteşem performaslarından birine kulaklarım ve gözlerim tabii ki de ruhum misafir oldu. İki bis ve avuçlarım patlayana kadar alkışlar sahneyi inletti.

Kim bu sanatçılar?

30 yaşlarında olan Guy Mintus Israel doğumlu piyanist ve besteci. Ailesi Iraklı, Faslı ve Polonyalı


Yahudilerin bir karması. Müzigi bizi alıp bambaşka diyarlara götürdü, özgürce birbirine akan farklı ilham nehirlerinin buluşma noktasına taşıdı dinleyenleri.  Bir rock yıldızının enerjisine ve bir caz müzisyeninin macera duygusuna sahip eğitimli bir konser piyanisti. Kendi yaşam alanı olan orta doğu bestelerini ve ritimlerini, jazz ve operayla karıştırmakla ortaya müthiş güzellikte bir ters köşe çıkarırken, tüm salon nefesini tutmuş onları dinledik.

Guy Mintus Trio, farklı kimliklerin ve etkilerin bir arada bulunabileceği ve benzersiz bir performans sergileyebileceği fikrinden doğmuş. Konuşmasında Guy Türkiye’de olduğunu söyleyince sabah sabah hemen google ettim ve bakın sanat gene iki ülkeyi birleştirmiş.


Mayıs ayında Edirne Büyük Sinagog’unda bir konser*, Offlines projesi adı altında İstanbul merkezli perküsyoncu, udist ve vokalist Yinon Muallem gerçekleştirdiği işbirliği, Aşık İkili adlı besteyi şarkıcı Defne Şahin (Almanya) ile birlikte “Benim yarim kara topraktır” Anadolu türküsünü ** ikili olarak yorumlamış. Bu iki müzisyen, 2012 yılında Manhattan Müzik Okulu'nda tanışmışlar,  Türk müzik geleneği, New York'taki modern cazdan, İstanbul'daki Akdeniz müziğine uzanan bir harman olmuş birliktelikleri. G Klarnetçi Harel Shachal, Guy Mintus ile tanışınca  iki ruh arasında açık bir müzikal sohbet  oluşuyor, Türk Makamı ile oryantal müziğini piyanoya taşıyan projeyle sonuçlanıyor.

Bir bilseniz Guy’ın operayla yolları nasıl kesişmiş, hayranlıkla karşık bir şaşkınlıkla dinledim kendisini. “ Askerdeydim. Israel Operası askerlere bedava. Toplanıp arkadaşlarla gittik. Hayatımda ilk defa dinledim ve adeta büyülendim. 18 yaşındaydım. Lisanların, kültürlerin zenginliğinde kayboldum ve o gün müzik yolculuğumun kapısı aralanmış oldu.” Bazı ülkeler uzaktan savaşır gibi gözüksede kültürünede, askerinede yatırım yapar. Gururla alkışladım.

Gecenin en müthiş performansı Verdi’nin La Donna e Mobile şarkısıydı. Onuda buraya bırakıyorum. Bir dinleyin yazdıklarımı anlayacaksınız. https://youtu.be/1hYOK9LB5cw

Ters köşe her şey zihni esnetir. Biz dün gece  opera binasında, jazz esintileri arasında arabesk ve pop müziklerini aynı ezgide dinledik. Ruhumuz yükseldi ve bir kez daha sanata özgürlük tanayan girişimcilere şapka çıkardım.

Bu güzel sanatçıyı takibe alın, belki bir gün bir konserine denk gelirsiniz.

 

*https://www.salom.com.tr/haber/122018/guy-mintus-edirnede-konser-verecek

**https://youtu.be/fciSktgzECY


 

29 Temmuz 2022 Cuma

Kırık Bacaklı Yaşam Vol4

 



7 haftanın sonunda Robi ile yollarımızı ayırdık. Onu ait olduğu kuruma iade ettim ve ben ayağıma kavuştum.

7 hafta boyunca hayal ettiğim tek an olan deniz kenarına gidip, ayaklarımı kuma basmak paha biçilmez bir histi. Ayaklarımın varlığıyla bütünleşip, denizde yüzmek ise son derece basit bir aktivite gibi görünmesine rağmen inanılmaz bir başarıydı. Suya kavustuğum an gözlerimden yaş geldi. 7 hafta boyunca bu kadar basit bir andan mahrum kalmanın zorluğunu geride bırakmış oldum. Bedenime şükür ettim kendini şifalandırabildiği için. Kendimi tebrik attim akıl sağlığımı yitirmeden 7 hafta boyunca kendime tahammül ettiğim için.


Farkındalıklar diz boyuydu ama ben sadece bir tanesini dillendireceğim. Beklentiler.

Bu süreçte başta kendim olmak üzere tüm sevdiklerimden, etrafımdakilerden bir çok beklentim oldu. Kimi karşılandı, kimi ise el sürülmeden orada kaldı. Sürecin sonunda nasıl bir izleyiciye dönüştüğümü ve beklenti yerine sadece yapılanlara teseşşkür ettiğimi fark ettim. Bu büyük bir dersti benim için.

Önceklile kendimden beklentilerim büyüktü. Sanki ayağım kırılmamış gibi davranmakla başladım sürece. Derken soğan bile kesemediğimi farkettiğimde soğanlar evime geldi. Çamaşırları asamadığımı fark ettiğimde oğlanlar gayet güzel hallettiler. Alışveriş yapamadığımda  verdiğim listeyle her şey tam istediğim boyda ve markada evime geldiler. Çok yürüyemediğimde kapının en önüne kadar getirildim, kapılarım açıldı geçişim beklendi ve daha da ötesi gidemediğim deniz kenarları arkadaşlar sayesinde ekranıma geldi, dalga sesi ve gün batışıyla. 

Demem o ki bizler güçlü kadınlar olsakta kendimizden beklentilerimizi  indirince evren onları adımıza hallediyor. Bunu farketmek müthiş bir özgürlüktü. Bunları istemenin güçsüzlük değil, tersine destek olduğunu, kendimi şımartmanında hak ( hamileyken yapmadığım kadar) olduğunu her an hatırlayacağım bir farkındalıktı yaşadığım.


Çocuklarımdan beklentilerim büyüktü. Ben söylemeden herşeyi anlasınlar
istedim. Sonra fark ettim ki söylenince herşeyi yapan, yürekleri sevgi dolu, yardımsever çocuklarım varmış. Bir dediğimin iki edilmediği haftalar boyunca aldığım özenli hizmet, yeri geldi bir karış surat, yeri geldi sabırla beklememi gerektirsede en güzel haliyle oldu, annesine bakan evlat modu değil, sevilen anne olduğumu görmek müthiş bir farkındalıktı.


Ailemden beklentilerim büyüktü. Uzaktaki ailem ve yakındaki yeni ailemin her biri bambaşka anlarıma eklendiler. Maccabiatlara gelen yeğenim ve oğlunu izlemeye gelen kardeşimle geçirdiğim bu anlar nice farkındalıkların kapılarını açtı bana. Ev ortamında nasıl keyifle zaman geçirileceğini önemli olanın pahalı restaurantlar, zengin menüler değil basit bir falafelin kahkahasında olduğunu. Ailenin bu evrendeki en rahatlatıcı kurum olduğunu. 



Uzaktan anne baba desteğini ve hepsinden ötesi her bir aile fertinin kendi yaşam döngüsü olduğunu ve bunun unutulmuş olmak demek olmadığını.


Arkadaşlarımdan beklentilerim büyüktü. Onların beni araması, sorması, ilgilenmesini istedim ve zaman içinde beni aramayan ve sormayan hiç bir dostum olmadığını farkettim ama kendilerine uygun olan anlarda ve ortamlarda. Kimi her gün aradı, geldi, kimi mesaj attı, kimi hediye aldı. Meğersem ne güzel yürekli dostlar biriktirmişim zaman içinde. Onların kendi tempolarında olmalarını da içimde kabul etmişim.


 


Patronlara gelince, iş dünyasında duyguların yerinin olmadığını ve kimsenin maaşıma geçmiş olsun hediyesi eklemeyeceğini farketmek, işimizin bütün hayatımız olmaması gerektiğini bir kez daha hatırlattı bana. 9-6 çalışmanın sıkıcılığını bozmanın elimizde olduğunu ve de en önemlisi işlerin asla bitmeyeceğini ama sınırların belirleyici olabileceğinin farketmek bundan sonraki çalışma hayatıma büyük artılar kazandıracaktır.




Tanrıdan beklentim büyüktü. Bu süreçte bana sabır vermesini ve her şeyi olanca açıklığıyla görebilmemi sağlaması adına dualar ettiğim anlarımda elimi hiç bırakmadığını gördüm. İnançlı bir ruhun huzurlu ve umutlu bir yaşam sahibi olacağını bir kez daha  anladım.

Kitaplardan beklentim büyüktü. Uzun zamandır okumaya vaktim olmadığından şikayet eden zihnim bir anda kendini kelimeleri yutarken buldu. Süreçte altını çizerek okuduğum, Azra Kohen Gör Beni, Matt Haig Gece Yarısı Kütüphanesi, Judith Lieberman Masallarla Yola Çık ve son olarak Çağrı Dörter Sezginin Sonsuzluğu. Her biri ayrı birer blog konusu olacak güzellikte cümlelerle zihnimi ve ruhumu esneten güzel yazarlar kazandırdı bana. Farkettim ki bu kitapların her biri bir dostum tarafından bana hediye edilmişler, coşkunluğum arttı.

Diziler ve filmlerden beklentilerim büyüktü. Öyle çoook boş vaktim oldu ki kaç bölüm bitirdim sayısız ama içlerinde beni en çok etkileyen 3 sezonluk  My Brillant Friend Napoliten İtalyancasıyla inanılmaz bilgiler ve duygusallıklarla eklendi yüreğime. Kız arkadaş dostluklarının bu evrende aileden bile daha önemli olduğunu hatırlattı ve kız arkadaşlardan yenilen kazıklarında en büyük hayat öğretisi olduğunu.


Çiçeklerimden beklentim büyüktü. Sulamakta zorlandığım zamanlarda köklerine güvenip solup gitmedikleri için beni çok memnun etselerde ölmeyi seçenlere karşı kendimi suçlamamayı ve elimden bu kadar geldiğini kabullenmeyi öğrettiler bana.

Yaşadığım ülkemden beklentilerim büyüktü. İşte bu konu beni en zorlayandı diyebilirim. Sisteminde kaybolduğum, lisanında zorlandığım ve de apliksayonlarında hırpalandığım her anda el uzatan sevgilimin varlığına şükür etmeyi öğretiği içinde minnetarım kendisine.

 


Özetle 7 hafta hayatımın en keyifli ve en engelli dönemiydi. 

Pekiyi 💛 aferin ile mezun ettim kendimi.

Bu dönemde blogumu okuyarak yolculuğuma eklenen herkese teşekkürler. 

Bu evrenden hepiniz için şifa diliyorum. Nasıl isterseniz öyle bir şifa seçeceğinizi de hatırlatırken, sözlerin gücünü unutmamanızı diliyorum. Zira bendeniz hareketsizlik dilerken ayağımı kırdım.

 


6 Temmuz 2022 Çarşamba

Kırık Bacaklı Yaşam VOL3

 


 


Ev halinden kısıtlı da olsa dışarı çıkacak kıvama geldim. Bu gün 4 haftadır süreli engelli haine geçme zamanımı doldurmuş bulunuyorum. Siz okuyanlar Aaa ne kadar hızlı geçmiş desenizde benden tarafta günler o kadar hızlı geçmiyor.

 

Yavaştan sokaklardayım. Meğer ne büyük nimetmiş evden cıkabilmek. Yani 2 sene koronadan dolayı günlerce evden çıkmadım belki ama şimdi dünya alem sokakta bendeniz yatak odasıyla balkon arasındaki 4 köşeli sarayımda kalakaldım.bu kalışın içi bolca Instagram, okumalar, yazmalar ve sorgulamalarla dolu. Yalan yok sıkıldım dersem. Insan kendiniyle zaman geçirmeyi bilirse böyle anlar dışarıya bağımlılıktan çok içsel dönüşüme doğru evriliyor.

 



Haliyle sağ ayaktan muzdarip çıkmak için sadece arabanın oluşu yetmiyor bir de gönüllü şöför gereksinmem var. Haftanın en sakin günü kaptım arabayı, gönüllü şöförüde  ve istikamet gün batımını seyretmek. 

Küçük Prensi’in dediği gibi 43 kez aynı sandalyede gün batımını izlerken koltuğunu az ikaydırırsan her seferinde yeni bir manzaran olur. Halim tam bu.

Yaşamdaki koltuğumu bir tık ilerlettikçe kendi halinde salınan evrenin bambaşka manzaralarına şahit oluyorum.

Içine alınganlıklar eklense de aslında hepsi birer durum ve tespit. Sıralamak gereksiz her birini ama izlemek hem ruhuma, hem yüreğime hem de bedenime, hem şifa, hem cefa, hem şükür, çokca da bilgi taşıdı. Bilmek önemli. Bildikçe çözümler artar. Bildikçe kendinle tanış olur, kullakların kendi sohbetine misafir olur. Öyle de oluyor valla.

 

Bu hafta sokak ziyaretlerimde gene toplumu izledim. 


Ülke engelli yaşamla uyumlu ama kısa süreli engelliyle pek ilişiği yok. Engelli park yerleri lokasyonlara en yakın yerlere konumlandırılmış ancak kısa süreli engellilerin bu imkanı yok. Onlar herhangi bir yere park ediyorlar. Denize inen yol bir rampa, koltuk değnekleriyle inmek mümkünsede çıkmak imkansız.  

Doktorun muayehanesinin bina girişindeki güvenlikçi amca  koltuk değnekli birinin avuç içi kadar bel çantasını kontrol amaçlı açmasını isteyebiliyor. Iki elimi bırakıp nasıl açabileceğimi sorar bir yüz ifadesine maruz kalan amca hala kayıtsızdı. 

Muayehanesine kırık ayakla giren hastasına geçmiş olsun demeyen bir doktorun karşısına oturdum.

Koltuk değnekleriyle eczanede sıra beklerken öne alınmadım. Sıramı bekledim. Bir kişi bile buyrun geçin demedi.

Arabayı oğlum kullanıyor, beni mekanın önünde indirip,önünden alıyor. Haliyle ben binene kadar zaman lazım, durum ortada ama gene de cart korna!


Zıplamalarım azaldığından ve az da olsa Robi’yi  yere basabilmeye basşadığımdan çiş sorunu ortadan kalksa da deniz kenarındayken yokuş aşağı bir yerde olan tuvalete ulaşmanın zorluğunu göze alarak 3 saat boyunca hiç bir şey içmedim.

Kırık ayakla gidemediğim Fransa’da Provance’ta  evlenen Kanserle Dans gönüllüsü can dostumun düğnüne online katıldım. Desteğin sevdiklerin sayesinde ekrandan geçebildigine şahit oldum. 


Robi’yle ( Robocop türü plastik alçımın adı) çimde yürümek  ayda yer çekimsiz bir halde yürüme hissi veriyormuş. Sanki uçuyorsun adeta. 

Ve gökyüzüne bakmak, bulutlara saklanmış mesajlari okumak paha biçilemez keyiflerdi.

 

Diyecegim o ki, sen sen ol sakın zordayım diye mız mızlanma, her anın kendi güzelliği var, kabullen durumu.

 

Tabii başına gelince duyarlılıkta peşinden gelişiyo. Süreli engelli halim sona erdiğinde hangi NGO’da hizmet verebilirim diye araştırınca güzel sayfalarla denk geldim. Hem kendim için hemde isteyenler için bir rehber olmasını dilerim.

Içlerinden birini ben tanıtayım:

Etgarim, 1995 yılında engelli IDF (Israel Defense Force) gazileri ve rehabilitasyon uzmanları tarafından, açık havada spor imkanları kullanılarak engelli insanları güçlendirme ve sosyal olarak bütünleştirme misyonuyla kurulmuş, kar amacı gütmeyen bir İsrael kuruluşudur. Etgarim'in faaliyetlerinin etkinliği araştırılmış ve kişisel güçlendirme, özgüven ve öz saygıyı güçlendirme ve yaşamın her alanında yetenekleri geliştirme aracı olduğu kanıtlanmıştır. Eşsiz ve ilham verici faaliyetleri, dünyanın her yerinden birçok arkadaşın cömertliği sayesinde mümkün olmakta. Onların aracılığı ile geçenlerde TelAviv  sahilde engellilerin denize girmeleri ve de surf yapabilmelerine destek amaçlı bir organizsyon yapılmış. Güzel olanı ise sizi seven bir dostunuzun bu postu görüp; 

Stell hemen kontak kur ve de bloguna yaz’ diyerek benimle paylaşması oldu.


Duyarlı olmaya devam, çünkü bu dünyanın buna çok ihtiyacı var.

 

http://www.ivolunteer.org.il/Eng/Index.asp?CategoryID=128


http://www.ivolunteer.org.il/Eng/Index.asp?CategoryID=124

https://www.friendshipcircle.org/blog/2015/12/22/12-special-needs-organizations-in-israel/

 

28 Haziran 2022 Salı

Kırık Bacaklı Yaşam VOL2

 

Ev halim yavaştan düzensiz bir düzene girdi. Çamaşır yıkanabildi, asılabildi. Ocakta uygun ymekler pişmeye başladı. Bilgisayar sandalyemle birlikte evin içinde dans edebilecek hareketler yapmayı öğrendim. Hangi kapıdan girilir hangisinden girilemez, hangi duvarların araları darmış hepsi öğrenildi. İsyanlar azaldı, ziyarete gelen güzen insanların getirdikleri kalori bombası olarak sevgiyle mideye indirildi. Blogumu okuyan canım arkadaşım ‘Kızcağız soğan kesemiyormuş, vallahi yazık’ deyip 1 kg soğanı doğrayıp buzluğuma koyuverdi. 
O kısırın tadı soframıza eklendi, dondurmalar yemek sonrasını keyiflendirdi, ekler pastam ve macaronlar 5 çayının dostlukları oldular. Anlayacağınız dolabım hiç birşeyden eksilmedi ama ben öğünlerden eksildim. Bu vesileyle 12-20 saatleri arasında yemek yemeye başladım.


Ve en nihayetinde evrende asayiş berkemal mi diye bir ayağımı dışarı atayım dedim korkuyla da olsa sebep güzeldi. 

Istanbul’dan arkadaşım gelecekti benim evimde kalmaya. Seneler sonra kız kıza keyif yapacaktık ama gel gör ki kısmet olamadı, bu kırıkla evde misafir ağırlamanın imkansızlığından, kendisi planını değiştirip, kaderin oyununa gülüp eşiyle geldi. TelAviv’de kaldılar ve bir akşamüstü  beni evimde ziyarete geldiler. 
Ne keyifliydi insanın evine misafir gelmesi hele birlikte neler atlattığın bir arkadaşınsa. Ama ne kadar asap bozucuymuş “Arkadaşlar sürahi ve kahve makinası orada, ne isterseniz alıp gelin,” demek. Ne kadar zor bir hismiş misafine karşı engelli olmak. Oysa sadece kısa süreli engelliyim ben. Yüreğimde bir gerginlik.

Birlikte kahveleri içtik, oğlanlar kavun, karpuz kesti bize. Servis yaptı herkes kendine ve kahkahlarla devam eden sohbetimiz cesaretle dışarda bir akşam yemeğine dönüştü. 

Tek ayakkabımı ayağıma giyerken yüreğimde bir sancı...

Yakın bir mekana onların arabasıyla gittik. En yakına kadar yaklaştırabildiler arabayı, zorlansamda yavaş yavaş yardım alarak kısa mesafedeki restauranttan içeri girdim. Kapıya en yakın masaya oturdum. Gerçektende aşırı mutlu olmuştum. Açık hava ve dört duvardan dışarı çıkabilmiş olmanın hissi paha biçilmezdi ta ki tuvalet zamanı gelene kadar. Evime dönüş yolu uzun olmadığı için bu işi eve bırakmaya niyetlendim  ama bir şeyi unutmuşum ki tek ayak üzerinde çişiniz varken zıplayınca tatsız durumlar oluşuyormuş.


İkinci bir sokak denemesini Cumartesi günü gün batışında TelAviv Namal'de yapmaya karar verdim. Arabayı kullanan otoparkın engelli bölümüne park etti aracı. Yavaş hareketlerle bedenimi çıkardım. Yavaş hareketlerle yakındaki bir banka oturdum. Sağım solum, önüm arkam nefes. Koşan, yürüyen, sarılan, öpüşen, çocuklarını kovalayan, köpeklerini kucaklayan, müzik dinleyen, müzik yapan... Her türlüsü vardı etrafımda. Rüzgarı yüzümde hissederken evren yaşanılası güzel bir yer dedim içimden ve aniden lezzetli krikrakların torbasındaki kırmızı kurdeleyi alıp plastik robot ayağıma bağlayıverdim. Ayağım kırıldığından beri ilk kez denizi, gün batımını seyretmemin anısına. Hemen bağ kuruldu aramızda, adını koyuverdim oracıkta ROBİ.

Ve Lucy Lüset Yaeş’in "Cepte Bilmek" yazısının tam yeridir diye ekliyorum.

Cepte bilmek yerine cebimde ne olduğunu bilmek... Hayatımızda o kadar çok şeyi cepte bilip, görmezden gelip, değerinin farkına varmadan yaşıyoruz ki... Şükrettiklerimizi sıralarken listemiz iki üç tane şeyi geçmiyor. "Sağlığımız yerinde olsun, çocuklarım..."la başlayıp bir iki şey ekleyebiliyoruz. Sanki ezbere tekrarladıklarımız... Farkında mısın cebindekilerin, bir karıştır bakalım neler var... Hayatına baktığında, o kadar çok şey var ki o listeye ekleyebileceğin. İlla da onları kaybetmeyi mi bekliyorsun farkına varmak için... Ya da birinin kaybını görünce bir iki gün sürüyor şükrün, sonra yine devam... Bugün, seni hayatını tekrar gözden geçirmeye davet ediyorum... Bedenine, evine, hayatındaki insanlara, doğaya bir bak ve nelere sahip olduğunun farkına var...  Şükür listeni otomatikten çıkar bilinçle oluştur. Cebindekileri dök ortaya... Listenin her gün artması dileğiyle... Sevgiyle Kal

Saçtım döktüm listemi. Şükürlerime, bir ayak kemiği kırılmasıyla ne kadar cepte olan şeylerimin eklendiğine  şaşırdım. Bir adım atabilmeye şükretmeyi hatırladım.


Derken en büyük sınav iş toplatısı tarafından geldi. Yapabilirim diye bir başıma çantam, laptopum, değnekler, Robi ve ben çıktık yola. Yaptım da bu paylaşımımda okuyacaklarınız hayatınızda duyarlı olmanız için bir çağrı niteliğindedir.

Toplantı binasındaki görevli, taksilerin içeri alınmadığını iletti nazikçe. Taksici koltuk değneklerimi göstermesine rağmen kabul ettiremedik. Taksici beni indirdi allahtan bank vardı oturdum. Bankta oturan bir başkası vardı, beni koltuk değnekleriyle görünce değil yardım etmek kafasını bile kaldırmadı. Derken misafirim geldi, beni kapıda görünce hemen indi taksiden daha dur inme diyene kadar. Kapıdan bina girişi 200mt. Hava sıcak. Görevli’nin umuru değil. 

Şans bizden yana, içeri girme izni olan bir araba geldi. İş ortağım hemen beni içeri sokması için ricada bulundu ancak görevli adımın kapıda kayıtlı olmadığı için bu şekildede içeri giremeyeceğimi söyledi. Şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemez halde yarım yamalak İbranice'mle görevliye, 'Sence burada toplantım olmasa, bu kırık bacakla neden kapınıza gelmiş olabilirim?' dedim. Adam nazikçe 'Bana haber verilmedi,' dedi. Görev adamı olmak, bana Küçük Prens’teki ışıkları söndüren adamı hatırlattı. Asla sorgulamayan ve sadece uygulayan. Kısacası bizi içeri sokacak adamın müdahalesiyle otoparktan içeri girebildik. 

Giriş 9 basamak ama ihtiyacı olanların kullanması için yanda bir düz rampa vardı. Oldukça uzun bir mesafeyi 6dk gibi bir zamanda, kah zıplayarak, kah basarak ter içinde alıp giriş lobisine vardım. Bir başka görevliden hiç sempati ve güleryüz görmeden asansöre bindim ve en nihayetinde toplantının olacağı kata vardım. 

Toplantımız 9 nolu odada, koridor bir hayli uzun. Allahtan klima var. Şükür edilesi bir durum yalan yok. Sağımdan solumdan geçenler tek bir söz söylemeden yürüdüler. Odaya vardığımızda toplantıyı yapacak müdürle ilk defa tanışıyordum. Halimi görünce 'Keşke gelmeseydin bu halde, zahmet olmuştur,' deyince tutamadım kendimi ve bastım kahkahayı.

Bu ana kadar farkettiklerinizi bir düşünün. Ben ikinci bölüme geçeyim.

Toplantımız başarıyla sonlandı, dönüş için bir araç ayarlandı, kapıya getirildim ve öğlen yemeği için yakındaki bir restauranta gitmeye karar verdik misafirimle. Kalbur üstü bir sushi yeri seçtik, sonuçta misafire falafel yedirmeyecektik ayak üstü. Böyle jestler iş dünyasında önemli o yüzden her mekanda Business Menü var. 

Kapıda bizi bıcır iki hostes kız karşıladı ancak koca cam kapıyı elimde koltuk değnekleri olduğunu görmelerine rağmen açmak için popişlerini kaldırmadılar bile. Şükür ki içeri girince en yakın masaya oturtuldum. Yemekler lezzetli, servis harikaydı ta ki sıra tuvalet anına gelene kadar. Hafif rampalı bir alandan bir hayli eforla kah zıplayıp kah yürüyerek alana vardım ki ben şok yanımdaki iş arkadaşım – erkek – daha şok. 

Her yer neon ışıklı, oratada  koca bir akvaryum ve karanlık bir dekorasyonun içindeyiz. Mimarı tebrik ettim, iki ayaklı normal insanlardan başka kimseyi düşünmediği için. Daracık alandan kadınlar tarafına arkadaşımın yardımıyla geçtim ve o ne! DEV gibi tahta bir kapı, sanırsın kale kapısı. Üstelik içe açılıyor. Nefis, zaten sıçramaktan üzerime yapmak üzereyim , arkadaşım kapıyı açtı ama ya o içerde ya kapı. O sağa geçer, ben değneklerle sola derken ha yaptım altıma ha yapacağım, attım kendimi içeri, derken tuvalete giren kapı o başka ağır, minnak bir alan. Kendimi içeri sokana, değnekleri bir tarafa yaslayana, tek ayakla çökene kadar vukuatsız deliği isabet ettim şükür. 

Arkadaş ana kapıda bekledi beni, zira elimde değneklerle o kapının açılması imkansızdı. Yemek bittikten sonra herkes mekanı terk etti, ben oğlumu bekledim beni gelip alsın diye. 15dk sonra aradılar geliyoruz hazırlan diye. Yerimden kalktım sandalyeler her tarafta, değnekle onu sağa oynat, bunu sola. Arkamda dev bir saksı, sandalye geri gitmez, ileri itemiyorum amasa var. Tarifsiz bir karmaşa ve etrafta gelip geçen garsonlar, insanlar. Duyarsız ve farkındalıksız. Hallettim. Zor oldu ne yalan söyleyeyim. Dengede olmak kolay değil. Derken çıkışa doğru yürürken masamıza bakan cici garson kız yüzünde geniş bir gülümseme ile, 'Masayla işiniz bitti mi?' dedi. Yardım ister misiniz dediğini duymayı hayal ettim. Camlı kapıya doğru garsonu cevapsız bırakarak yürüdüm ve aynı bıcır hotes kızlar yerlerinden kalkıp cam kapıyı açmadan uğurladılar beni.

Oğlum kapıyı açtı, lap topumu omuzumdan aldı, arabaya eşlik etti ve günü sakinlikle bitirdim.

Diyeceğim o ki, engelli yaşam hele ki süreklilik arz eden engelliyseniz çevreden ilgi, sevgi ve dayanışma bekliyor. İnternetteki sayfalarında engellilere uygundur yazmakla öyle olunmuyor. Dahası biraz daha duyarlı yaşamamız gerekiyor.

Dilerim bu yazımdan sonra hepiniz çevrenize biraz daha sevgiyle bakar Lüset’in dediği gibi şükür listenizi uzatırsınız.

3. bölümde görüşmek üzere, sağlıkla kalın ama cepte keklik halinde olmayın.