Trakya Bağ rotası için yoldayız. Rinuş ve Ben.
Somelye Murat Yankı eşliğinde 45'liğe sayılı günler kala en sevdiğim içkinin derinini öğrenmek için yollardayım.
Asmadan kadehe uzanan güzel yolculuğuma
eklenin...
Toprak - Asma - İnsan
En iyiyi yapabilme yolunda yorulmak bilmez bir
adanmışlık ve birliktelik.
Emekle karışık alın teri ve gönül bağı.
Uzun zamandır kendimle yollara çıkıyorum,
her biri birbirinden keyifli yollar ama ilk defa toprak üzerine bir yol yaptım
galiba beni çok etkiledi. Ya da acaba 45’ime merdiven dayamışken daha bir
duygusallaştım da o yüzden midir? Sürekli şükür eder bulunca kendimi, yaşlandım
mı acaba diye sormak durumunda kaldım.
Içki sözcüğünün hem yasal hem de zihinsel anlamda
söyletmeyen günümüz politikasına direnen bir grup insanla tanışma şerefine nail
oldum. Sizlere de ne güzel şeyler yaptıklarını anlatmak niyetiyle klavye
tıklar…
Koyun bir kadeh monosepaj Cabarne Sevignon ya da damak tadınıza
uygun bir
kupaj, eklenin kelimelerimin arkasına. Jazz müziğide eklenirse tadına
doyum olmayabilir kelimelerin…
Dip not: Monosepaj tek çeşit
üzüm, Kupaj karışım üzümler.Dengeleme için kupaj yapılır. Sert içimi yumuşatmak
için.
Doğal mayalanmaya ugramış üzüm şırası
içmeye geldik Trakya Bağ rotasına. Şarap içmek bu coğrafyada günah! Oysa
binlerce yıldır bu topraklar şarapçılığın öncüsü. Foça’nın güzel Bornova
Misketini M.Ö 540’da Persler alıp Fransa’ya taşımış. Nikea’ya yani zafer şehrine
bu günkü adı NICE, burdan gelir. ( etimolojiyi sevenler NIKE kelimeside bu
köktenJ) bu yüzden bu üzüm soyludur.
Wine kelimesinin Hititlerin Anadolu’da
yaşadıkları yer olan Wiyanawanda’dan aldığını söylüyorlar. Tahmini Lykia
olmalı.
Bu coğrafya’da Romalılar tabii ki şarabı
çok ciddi bir şekilde geliştirmişler. 330yılında başkenti İstanbul’a taşıyorlar
sebebi ise eski başkent pagan yapıda ve Hristiyanlığın eski sistem üzerine
kurulması zor iken yeni bir başkent yeni bir sistem çok daha kolay. Eski sistem
eski yerde kalsın. Yeni sistemi yeni yerde baslatmak kolay... Bu yüzden
İstanbul’a en yakın yer olan Trakya’da şarapçılık çok eski.
Dip
not: gerçek değişim için hareket bereket ikilisi.
Kırklareli, Tekirdağ, Şarköy ve Gelibolu
ile dört ana bölgede toplanan Trakya Bağ Rotası; http://www.trakyabagrotasi.com 2013’te başlamış. Oysa Avrupa’da yıllardır
yapılıyor. 12 butik üreticinin desteği ile oluşan bu rotada gerçekten oldukça
keyifli bir haftasonu yaşadık. Murat Yankı dedi ki: iyi şeylerin kalıcı
olabilmesi için insanların sevmesi gerekir. Rota boyunca gezdiğimiz her bağda
bunu hissettik. İyi üzüm iyi şaraptır tabii ki ama gördüklerimiz bunun çok
ötesindeydi. Toprağını seven, mahsülüne özenen, kültürüne sahip, çok özverili ve
sabırlı bağ sahipleriyle tanışma şerefine nail olduk. Her biri bu işe gönlünü
koymuş. Bir arının, ufacık bir damlanın, görünmeyecek kadar küçük bir küfün
bütün hasatı mahvedecek gücü olmasına rağmen sevgiyle ve doğayla uyum içinde
ortaya çıkan manzara seyire doyumluk.
Ürünle, toprak ve insan birbirine çok
benzer. Coğrafyaya göre ürün/insan değişim gösterir. Bu coğrafyanın insanın
emeğide üzüme yansıyınca bir çok ödüllü şarap eklenmiş ülkemize.
Amaç satmaktır tabii ki ama satarken toprağınızın adını duyurmak, bilinir
kılmakta önemlidir. Yeni dünyanın hedefi üzüm satmak ama eski dünya muhakak
yetiştiği toprağın adınıda şarabına ekler.
|
Umur Bey |
Biz bu rotada zaman kısıtlamasıyla;
|
Necdet bey |
-
-
-
Barel http://www.barelvineyards.com/anasayfa.html
gezebildik. Diğerleri içinde muhakak yola
çıkacağım.
dip
not: web sitelerine girerken 18yaşından büyük olduğunuz sorgulanacaktır!
|
nefis gün batımı... |
Bu yolculukta konakladığımız yer tek
kelimeyle muhteşemdi. Bakucha. Böyle bir rotada bu kadar keyifli, temiz ve
özenilerek inşa edilmiş bir mekanla karşılaşmayı beklemiyordum açıkçası. Toscana
ya da başka yurtdışı gurme veya şarap turları yapmadığımdan karşılaştırma
yapmam mümkün değil ama yapanların hayretle kaldıklarını gözlemlediğimi
söylemem lazım.
Her ince detay düşünülmüş. Kalitenin minik dokunuşlarını hissetmemek mümkün değil.
Odalar pırıl
pırıl, spası mis gibi. Restaurantındaki servis güler yüzlü, çimenler muhteşem. Ortam
tam olması gerektiği gibi.
Varınca çimenlere teslim oldum.
Oturdum ve
#Shethetraveller defterime günü, rotayı, bilgileri ve hislerimi satır satır
yazdım. Gün batımında harika bir meditasyon yaptım.
Keyifle kahvemizi
yudumladık ve doğada olmanın keyfine vardık. Şükürler sıra sıra eklendi. Bir
üzüm için çıktığım yolculukta bir üzümden çok daha fazlasıyla karşılaştığım
için şükür. Kurbağalara, köpekler ve kırlangıçlar eşlik etti. Hepsinin ötesinde
saçlarımdaki bukleler rüzgarla dans etti ve tertemiz havayla ciğerlerim bayram
ederken zihnim şöyle dedi: Her nerdeysen burda kal. Burası iyi.
Odada Rebul Kolonyalarının yeşil çaylı
şampuanıyla ferahlatıcı bir duş sonrası Arcadia’nın özenilerek üretilmiş
şaraplarına bu menüyle eşlik ettik.
Burada 333 geç Hasat Botrytis 2009 özel bir şarap. Tatlı bir beyaz
ve ona bu özelliği sağlayan minnacık bir küf. Bazen gelir bazen gelmez. Bu küf
sadece ince kabuklu blanch üzerine yerleşiyor gene ilahi plan… Üzümün şekeriyle
beslenir ve onu bambaşka bir lezzete taşır. O yüzden çok pahalıdır. Zaten tüm
şişeler 75’lik iken bu şarabın şişesi 37,5luk. Pahalı çünkü küf istenen işlevi
yerine getirmezse veya gelmezse o hasat çöp olabilir.
Gece yanan ateş harika bir final oldu.
Dip not: Botirizasyon, asil küf! Bağı bitirirde yüceltirde!
Şarap insan müdahalesi olmadan elde
edilen tek içki olduğundan kutsal! Ayrıca Hz Isa şarap benim kanımdır deyince
manastırlar ilk şarap üreticileri oluyor.
Üzüm hermafrodittir yani hem dişi, hem erkek bu
da kendi kendini döllemesi anlamına gelir. Fideden büyür, tohum değildir.
Uzümdeki şekerin mayalar yardımıyla alkolize
olmasıyla şarap ortaya çıkıyor. Sarap olarak anlandirilabilmesi icin
8-12% alkol olması lazım.
20-21C mayalanma başlıyor ve 16C
mayalanma duruyor.
insanlar üzümü koruyamadıkları için şarap yapmaya başlamışlar.
6000 çeşit üzüm var, cidden inanılmaz.
Türkiye’de 650 çeşit. Nerdeyse İtalya kadar çok. Ama gelin görün neden onlar
kadar tanınmıyoruz!
Her üzüm çeşidi şaraplık değil tabii ki.
Mesela muhteşem Çavuş üzümü. Sezonun en tatlı üzümü. Şırası alındığında aroması
kayboluyor. Oysa Misket-Muskat
yenilince hiç tadı yokken, muhteşem aromasıyla
içerken bizi büyülüyor.
Şarap koklayarak içilen bir içkiymiş.
Koklayın,.. Koklamayacaksanız votka icin.
3 renk şarap var. Beyaz, Kırmızı, Rose.
Rose’den bahsedeceğim çünkü ilginç. Blush
adı verilen bu şarap türü tamamen tesadüf ışığında oluşmuş. Ama tesadüf yoktur
tabii ki. Blush utanmak anlamında. Önologlar
Zinfandel üzümünü sevmezler, belalı derlermiş. Bir türlü kullanıldığı karışımda
güzel renk oluşturamadığı ya da bozduğu için. ( Önolog nedir: http://harbiyiyorum.com/onolog-nedir/
) gene günlerden bir gün bu lanet üzüm ne yazık ki istenilen rengi vermeyince
karışıma durumdan utanan önoloğumuz ortaya çıkan bu harika renge bir daha
tekrar etmesin, beni de utandırmasın inşallah anlamına gelmesi için BLUSH
demiş. Kabuklarından dolayı kırmızı olan şaraplara böylece bir yenisi eklenmiş.
Rose şarap üzümleri normal hasattan 10-15gün önce toplanır.
Dip not: Bütün üzümlerin şırası beyaz
akar. Renk veren kabuk! Istisnalar bozmaz Shiraz ve Alicante’nin şırası kırmızı
akar.
Türlerine göre şaraplar Düz, Köpüklü,
Tatlı diye ayrılıyor. Size köpüklüyü anlatacağım çünkü onun da tesadüfi bir
hikayesi var.
Dedim ya manastırlar en büyük şaraphaneler.
1684 yılında Paris’in
kuzeyinde Champagne adlı bir köydeki bir manastırda bir papaz varmış adı;
Don
Perignon…
Gülmeyin hikaye değil gerçek.
Yaptıkları şarapı tadıyor ve tadını bir hayli
keskin buluyor. Şeker koyun şişelemeden önce diyor. Aynen öyle yapıyorlar.
Bahar geliyor mahzende deli bir patlama. İnip bakıyorlar mahzen tam bir savaş alanına
bomba düşmüş gibi. Herşey patlamış. Şeker eklendiği için mayalanma tekrar
ediyor ve oluşan karbondioksit şişeleri
patlatıyor. Ancak şans bu ya bazı şişeler patlamıyor. Açıyorlar köpürüyor, hem
de lezzetli. Ve kuratarabildiklerini içmeye başlıyorlar. Böylece şampanya
hayatımıza eklenmiş oluyor.
1720’de ilk şarap şişesi İngiltere’de çıkıyor ve
tarihin en pahalı şişe satışı Thomas Jefferson’un 1798 yapımı şişesi Sotheby’de
açık arttırmada 105.000pounda satıldı. Ondan önce damacanalar var. Damascus’tan
gelen. Yani bu günkü Şam. Damacana kelimesinin köküde buymuş.
Şarap önce testilerde saklanıyor. İran’da Hacı
Firuz tepede yapılan bir kazıda arkelog
Marry Voight M.Ö 5400 yılına ait bir testinin dibinde tartarik asit
buluyor ve anlaşılıyor ki o devirden beri şarap mevcut.
Daha sonra meşe fıçılarda saklanma metodu
başlıyor ve yukarıdaki nefis bir denge kurup her üzüm çeşidine uygun bir mese fıçısı
yaratıyor.Her üzüm farklı fıçıda saklanıyor çünkü hepsinin ihtiyacı olan oksijen
farklı. Uyumlu fıçılarında gözenekleri tam da üzümüne uygun oluyor. Ey
yukardaki nelere kabilsin diyesin geliyor. Tam bu noktada yeme içme kültürüyle
şarap lezzetlerininde ne kadar uyumlu olduğuna dikkat çekmek gerekir. Ege’nin
otlarıyla , Güney Doğu’nun baharatları. Şaraplarıda kolay içimli beyaz ve
aromalı kırmızı. Tesadüfi değil ilahi planlı.
Birde gene beni şaşırtan şişe mantarı konusu
var. Mantarlar doğal bir meşe ağacı – Quercus Suber- türünden yapılıyor. Ağacı
ekiyorsunuz ilk hasat 25 yıl sonra. Kabuğundan mantar yapılıyor ancak ilk
hasatta şişe mantarına uygun bir kabuk çıkmıyor. Onunla mantar objeler
yapılıyor. Derken 12 yıl daha bekle, en nihayetinde ikinci hasatta kabuk
kalınlığı 3-4cm olunca artık şişe mantarına uygun oluyor. Süre uzun gibi
geliyor ama ağaç 250yıl yaşıyor ve 100
sene ürün veriyor. Mantarlar Portekiz ağırlıklı, tabii ki İspanyollarda da var.
Onları Cezayir ve Tunus takipte ne yazık ki ticareti Fransızların elinde.
Şişenin yatay durmasıda bir gerçek, hikaye ya da şov değil. Dik şişede mantar
büzüşüp hava kaçırırken yatık şişede şişen mantar şarabın ömrünü uzatıyor.
Eski dönemde Rumlar bağcı, Türkler ise tütüncü.
Türkiye’de 1896 şarap üretimi 302milyon litre, 1926
yılı üretimi 900bin litre iken
Atatürk’ün desteğiyle Fransa’dan ülkemize gelen Emile
Bouffart Trakya’da bağ kurulmasına bilgisel destek
veriyor. Devlette şarapçılığı destekleyince bildiğimiz en eski kurumlar
oluşuyor- Kavaklıdere, Doluca - Bu
girişim 1933 itibariyle tüketimi 4milyon litreye çıkarıyor.
“Şarabın ilk toprakları olan Anadolu’nun ortasında bu geleneği
yeniden canlandırmak...” diyor Atatürk, genç Cenap And’ı dinler
ve yüreklendirir. Ama... Uyarır da:
“İşin zor. Milletimiz yüzyıllardır rakıya
alışmış. Şarabı nasıl sevdireceksin?”
Aradan 100 yıla yakın zaman geçti ve Türk
halkı bir şekilde şarabı sevmiş olmalı ki günümüzdeki tüketim
70milyon litre.
Dünya genelinde en fazla şarabı İtalyanlar ardından İspanyollar ve
Fransızlar üretiyor. En fazla şarap tüketilen ülke ise Vatikan. Sadece 836
kişinin yaşadığı Vatikan’da kişi başına yıllık şarap tüketimi 73,78 litre
görünüyor. Fransızlar yılda ortalama 44,2 litre Türkiye’de nüfusa orantılı
olarak kişi başına yıllık şarap tüketiminin sadece 0,18 litre. Ironi burda!
üzümlerin kaynağı Anadolu toprakları ancak neler bizim gelişimemizi engellemiş
düşündürücü.
Dip not: Herhangi bir yerli Türk şarap
firmasının sayfasına girmek isterseniz önce yaşınız sorgulanıyor. Bilgi ekranda
bile kısıtlıJ
Papaz karası üzümünü öğrenen Emile onu 1936’da Fransa’daki restaurantlara taşıyor
ve yurtdışında listelere giren ilk Türk üzümü oluyor. Bu gün yeni kuşak tutkulu bir üreticimiz de bu üzüme sahip çıktı ve
onu bugünün modern bağ teknikleriyle dikerek şaraba işledi. Ernst & Young
denetim firmasının Türkiye başkanı Mustafa Çamlıca’nın
hobi olarak kurduğu ama çok ciddiye aldığı “Chamlija” şarapları, tamamen bu
üzümden yapılmış ilk şarabını çıkardı.
Dip Not: Çoğu adı söylenen üzümler
Fransız,
Cabarne Savignon- Vahşi Siyah,
Savignon Blanch- Vahşi Beyaz,
Shiraz - Şıra yani şıradan transforme
olan anlamında, nitelikli bir üzümdür.
Cabarne Franc,
Merlot- Merl bir kus karga gibi adını
ondan alır. Cabarnetnin kardeşidir.
Pinot Noir- Dünyanın en eski üzüm türü olduğu söylenir hatta bütün üzümlerde
bundan gelişmiştir denilir. Belalı bir üzüm ama harikadır, yetiştirilmesi
zordur cünkü çabuk hasta olurlar.
Bu noktada Restaurant kelimesininde etimolojisinden bahsedeyim o da çok ilginç
çünkü.
Fransızca restaurant " canlandırıcı, güç veren
“ anlamındadır. Fransızca restaurer, İngilizce restoration "onarmak,
yenilemek" fiilinden türetilmiştir. Çok uzun saatler çalışan sanayi devri
insanın bedenini onarabilmesi için 2 öğün yetmez düşüncesiyle sokaklarda
kurulan ve sadece et bulyon satan restaurantlardan bu gün gelinen nokta.
Paris'te modern anlamda ilk restoran(1765) M. Boulanger lokantası.
Şarap:
Eril, dışarda yapılır çünkü. Güç ister.
Komünyondur. Bizdir. Kalabalık tüketilir. Eski toplum içkisidir. Uygar dünya
içkisidir çünkü ekip bekleyip hasat yapılıması zaman alır, beklemek gerekir,
sabır ister bu yüzden öngörüye sahiptir. Ileriyi hesaplar.
Bira:
Dişildir. Tahıldan evlerde yapılır.
Domestik bir iştir. Küçük şişede tüketilir ve bireyseldir. Tekliktir. Modern
toplum içkisidir. Barbar toplumun ürünüdür. Sabırsız, ekip biçip yol alır.
Yakar, yıkar ve göçer. Anı yaşar.
Dip
not: Kahve eril çay dişil. Üzerinde düşünün niye.
Turun son saatlerinde şarap bağlarından
uzaklaşmadan Barel Bağ evinde bir öğlen yemeği yiyoruz. O ne keyifli bir bahçe,
ne keyifli bir ortam. Sadece yemek için bile gidilebilir, sonuçta Bursa’ya
İskender yemeye giden insanlarız mesafeler ne ki. Yollar aşılmak için.
Iki gündür sabah 11lerde başlayarak
içmemize ragmen bir gram baş ağrımızın olmamasının sebebini sroguladım tabii
ki. Bas ağrısı şarapta kükürt miktarının sonucudur! Bu bağlarda da buna çok
dikkat ediliyor. Birde bir denge var mesela Arcadia bağlarında yarasalar var böcekleri yesinler diye
getirilmiş. Otlar var doğal gübre olsunlar diye.
Dip
not: Sen doğaya destek var o sana bin katını.
Ve tabii ki yol üstünde iki ilginç yer
ziyaretide yapıyoruz. Çevreyi tanımak önemli. Biri Rüstem Paşa Camii, Meşhur
Kanuni’nin damadı. İyi ki Muhteşem Yüzyıl var da ezberle okutulan tarih
aklımızda yeniden yer buldu. Ardından Macar Rakoczi’nin evi. Müze binasında
Rakoczi 15 yıl yaşamıştır. Avusturyalılara karşı Macar ayaklanmasının başına geçmiştir ve savaşta
başarısız olunca Osmanlılara sığınmıştır.
Türkiye’de bütün
bürokratik ve yasal zorluklara karşın, şarap üretimi, tüketimi artmakta. Kalite
yükselişte. Ne yazık ki hâlâ bu kalite dünya tüketicilerine yeterince
tanıtılabilmiş değil. Insan üzülüyor diğer tüm şeylere üzüldüğü gibi ama
gördüğüm o güzel insanlar bu işe gönüllerini koymuşlar. Eminim bundan 10 sene
sonra bambaşka güzelliklerle bağlarımızı geziyor olacağız.
Dip not: Sen gönlünü
koy, ilahi plan senin için en güzelini gerçekleştirecektir.
Bu turun tekrarı 1-2 Ekim. Vakti olanlar
kaçırmayın. Ben kendime doğumgünü hediyesi yaptım, sizde ne bekleyeceksiniz
başkalarından kendinize hediye edin. Sizi sizden daha iyi kim mutlu edebilir
ki.