Hayatınızda üç seyi iyi
bileceksin!
- Beslenmeyi
- Haddini
- Degerini
Diyorum normal degilim ben. Bir şey okuyorum duramıyorum hemen yazıyorum. Eminim bunun bir tedavi yöntemi vardır. Mesela daha çok yazmak...
Bu söz dizesini kim söylemiş bilmiyorum, zaten ne önemi var ki sonuçta doğru demiş.
Klavye tıklasın ve çuvaldız elimde, hadi bakalım...
Beslenmeyi iyi biliyor muyuz?
Çocukluğum Caddebostan'da geçti benim. Anadolu yakası o dönemin sayfiyesi ama biz ailece “ Kanarya” apartmanda yaz kış otururuyoruz. İki sokak yukarısı tren yolu, iki sokak aşağısı deniz. İki arada yaşardık. Her yere yürüyerek gidilirdi, yürüme mesafesinde olmayan uzak bir noktaya gideceksen, Bostancı ve ya Kadıköy, kapıları ters açılan kocaman şişman siyah dolmuslar vardı. Binmekte, inmekte pek meşakatliydi. Annem, ufak tefek küçük piliç misali pıt diye biniverirdi içine. Yerleşince de lafını esirgemez, “ Yemeyeceksin o bisküvileri ki rahat girip çıkasın,”derdi. Ay ne sinir olurdum bu dediğine alt tarafı 5 pötibör, 2 gofret!
Işte ben.
Beslenmem için
hep uyarı aldım ve genelde uygunsuz, bol keyif verici, kalorili beslendim.
Zaman, zihnimi ve bedenimi olgunlaştırdıkça, sağlık ön plana çıkınca ve kandaki
her testin sonucu ciddi yaptırımlara sebep olunca, beslenmeye dikkat etmenin
hayatın odağı olması gerektiğine olan inancım tavan yapmış durumda. Daha yeşil
beslenmek, kafeinden uzak durmak, daha lifli yemek, az alkolden keyif almak, bol sudan can bulmak, üç
beyaza ara vermek gibi değişimler yapmak şart oldu. Hastalıkların bile
kökeninde kötü beslenme olduğunu ne yazik ki ancak hastalanınca anlamak mümkün
oluyor. Babamın özlü sözlerinden biri buraya cuk oturur. “Bedenine iyi bak ki
sana uzun seneler hizmet etsin. Bir bedenin olduğuna göre onu iyi koru.”
Son zamanların “Ne yersen osun!” kampanyası da yeni yüzyılda beslenmenin şeklini bize tarif ediyor galiba.
Anlayacağınız elveda börek, çörek, kurabiye, hoş geldin yulaf ezmesi, kinoa, ruşeymi...
Haddimizi biliyor muyuz?
Son zamanların “Ne yersen osun!” kampanyası da yeni yüzyılda beslenmenin şeklini bize tarif ediyor galiba.
Anlayacağınız elveda börek, çörek, kurabiye, hoş geldin yulaf ezmesi, kinoa, ruşeymi...
Haddimizi biliyor muyuz?
Her önüme gelene dürüstçe fikrimi söyleyenlerdenim ben. Dan dun, neyse ne. Kırılırsa onun sorunu, yarasına basmışımdır. Bilerek kırmam ama gerçek neyse bilmeli fikrini savunurum. Oysa zamanla farklı sosyal çevrelerle karşılaştıkça haddimi bilir oldum. Biraz duruldum, biraz ölçülü söyler oldum. Her ne kadar koca ülkenin başı bize sürekli haddimizi bildirsede biz haddimizi biliyormuyuz tarışmak lazım.
Had kelimesi
sözlük anlamında şöyle diyor: Sınır, uc.
Yani kendi sınırımızı biliyor muyuz? Ne kadar
kırılgan, ne kadar sinirli, ne kadar hayalperest, ne oranda aşık, ne oranda
fedakar, ne oranda bencil, ne kadar başarılı, ne kadar biricik, ne kadar
sevecen, ne kadar toleranslı...
Işte bu sınırları bilmezsek, içinde yaşadığımız durumlarda haddimizi aşmak bazen başarı getirse de bazen hüsran getirebilir. Sınırlarımızı kendimizin belirlediği özgür bir evrende yaşıyorsak neden başkaları bize sürekli bunu hatırlatır anlamak güç.
Işte bu sınırları bilmezsek, içinde yaşadığımız durumlarda haddimizi aşmak bazen başarı getirse de bazen hüsran getirebilir. Sınırlarımızı kendimizin belirlediği özgür bir evrende yaşıyorsak neden başkaları bize sürekli bunu hatırlatır anlamak güç.
Değerimizi
biliyor muyuz?
Zaman zaman kendinize şu soruyu sormuşluğunuz var mıdır? Kaç para
ederim? Kaç kuruşluk canım var ki? Bu sorularla kendinize değer biçmişliğiniz
var mıdır? Meşhur filmde kadına biçilen
1milyon dolar kadının değerini mi ispatlamıştır? Neden değerimizi biçmeyi
başkalarının eline veriyoruz ki? Terazimiz yok mu bizim?
Toplum kendi değerimizi bilmeyi, bencil olmanın farklı bir hali olduğunu kodlamış zihinlerimize onun için değerimizi hep
başkalarının terazisinde tartıyoruz. Kendi değerini bilmeden
aile kuran bir kişi, aile reisinin kumandasına girer; sonuç, şiddet. Değerini bilmeden oy veren kişi, hükümetin kendisine hizmet için
geldiğini unutur, kendisini yönetmesi için teslim olur. Sonuç biat cumhuriyeti.
Hakkını savunup hesap soracağına kendisinden nasıl yaşanılması
isteniyorsa öyle yaşar.sonuç dedikodu.
Değerini bilmeyen insan, eşinin, dostunun ona verdiği değere
göre anlık olarak kendini iyi ya da kötü hisseder. Sonuç kronik
mutsuzluk.
Oysa değer insanın kendine biçtiği, maddiyattan bağımsız, ruhunun
ağırlığıdır. Içine kattıklarıyla ağırlaşan ve ışıldayan o ruh etrafından değer
beklemez çünkü kendi farkındadır değerinin. Ee siz bunca farkındaysanız kim
size değersizsiniz diyebilme cüretini gösterebilir ki?
Şimdi ne yapıyoruz, iyi besleniyoruz, sınırlarımızı tanıyoruz ve
bir tane olduğumuz için aynadaki güzelliğe bir öpücük kondururyoruz. Delirdin sen
diyenlerede boşver sende delir hayat böyle güzel diyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder