Gap jeans reklamı; Adam
sabah giyindi, arabasının anahtarlarını aldı masadan ve bisikletle çıktı yola. Ekranda
kocaman yazı, herşey bekleyebilir sen istedikten sonra ! wowww... işte bunun
için Pazartesi deli gibi bekleyen işleri az da olsa erteleyip bekleyebilir
mesajına güvenip oturdum Pazar günkü keyfimi sizlerle paylaşmaya.
Keyifli bir Pazar, tabii ki
hem zihnen hem de bedenen gelişim...
Öncelikle
GKD tebrikler, sonra üşenmeyip katılan kendime tebrikler. Keşke daha çok
katılan olsaydı, hak etmişti.Hayat
bilmekten geçer, ben de heyecanla bilgi peşindeyim. Günün mottosuna
uyarak “ KENDİNİ KEŞFET”, keyifli
günün ilk konuğu Ozan Zeybek’in konuşmasının yapılacağı odaya girdim.Genc bir coğrafyacı. Köpeklerin, bebeklerin ya da mahalle kahvesinde gün deviren adamların hikâyelerine bakıyor. Bu esnada zaman-mekân kurgularını, kapitalizmi sorguluyor. Şu aralar ekoloji ve bilhassa hayvancılık meseleleri üstüne düşünüyor-yazıyor. Bir yanadan militarizmle, erkeklik kurgularıyla uğraşıyor. Akademik olmayan ve gündem dışı yazılarını koyduğu bir blogu var: http://ozanoyunbozan.blogspot.com/
Bu sıradışı adam neden yemek yiyemiyorum? sorusunu yönlendirdi. Çilekli sütün içinde hiç çilek olmadığını bilip, çikolata parçalı kekin çikolatalarının gerçek olmadığını, yürüyen tavukların A4 kağıdı üstünde yürdüğünü bilmemize rağmen tükettiğimizi suratımıza vurdu. Biliyoruz ve devam ediyoruz. Sisteme eklenip inovative labaratuar çalışmalarının ürünü olan ham maddelerle yaşayan dünyamıza gülümsüyoruz. Paketli gıda tüketmeyelim, tam buğday ekmekten başka ekmek yemeyelim, tavuk desen asla, yumurta desen sakın ha, et desen uzak duralım ile ilerleyen konuşmada daha da gerilen bizler doğal olarak “ Ne yiyeceğiz hocam?” derken bulduk kendimizi.
O bir vegan belki yardımcı
olur diye başlamış ama yeme sisteminin tamamen bir politik olgu olduğunu
görünce vegan olmanın bu sisteme en ufak bir faydası olmayacağına karar verip bakış
açısını değiştirmiş. 1 kg et üreten o hayvanı beslemek için 21kg buğday
harcanıyor ve buğdayı yetiştirmek için 15.000kg su. Bunların taşınması içinde
harcanan petrolde işin en kilit kelimesi. Bu sisteme hizmet etmektense 21 kg
buğdayla dünyada neler yapılırsa, 15ton suyla neler olacağını siz düşünün. Çarpıcı
bir analiz, etkilenmedim desem yalan olur. Bu şekilde düşününce insanın kendini
sorgulayası geliyor değil mi? Güzel bir çözüm önerisiyle konuşma saatinin
zamanlamasının içinde kalarak bitirdik. Tarım öğrenin, sisteme daha kaliteli
ürün üretmeleri için baskı yapın, yediklerinizi sorgulayın, gereksiz
miktarlarda yiyecek tüketmeyin hem sağlık için hem dünya için obezite zararlıJ
Ara verdik ama salonu terketmeden
Azra Kohen ile hayat üzerine söyleşiye geçtik. Azra hanımda ilk sözü organik
tarım desteklenmesi üzerine oldu. Organik tarımla elde edilecek besinlerin
bizim düşünce gücümüze bile ne kadar olumlu etki edeceklerini ileriki
satırlarda okuyacaksınız. Ayrıca çarpıcı bir şey daha ekledi, çocuklarınıza
tarih öğretirken kin tohumları ekildiğini bilmenizi isterim onun yerine tarım ve
astronomi-astroloji öğretseler mükemmel bir evren uyumunu yakalamak mümkün diye
araya sıkıştırdı. Farklı eğitim için duacıyız...
Mikro ve makro dengeyi
herkes biliyor, “what is above so below” şeklinde tanımlanıyor artık evren, her
yıldızın içinde olan atomların aynısı minicik bir insan hücresinde de mevcut
olunca kendimizin yıldız olduğunu sık sık hatırlamak gerekir galiba...
Azra Kohen 1 erkek çocuk
annesi, İstanbul Üni. Radyo, televizyon ve sinema bölümü mezunu. Ottawa Üni. Ekonomi
okuduktan sonra Liverpool Üni. Psikoloji masterına devam ediyor.2 kitap yazdı;
Fi ve Çi. Pi bitmek üzere. Bunlar onun bilinen kariyeri ama altında farklı bir
kadın, anne, insan yatıyor. Pırıl pırıl bir yaratıcı o. Etkilendim, hem
satırlarından hem de olaylara bakış açısından. Okumayanlar hemen başlayın Fİ’den
okumaya, farkındalıkları ekleyin hayatınıza.
Konuşmasının en çarpıcı
bölümü ise bir hücrenin sabahleyin isyan ederek uyanıyor olmasına yaptığı
vurguydu. Bu hücreyi evrenin herşeyinin yerine koyun zira mikro-makro olayı.
Şimdi bu hücreye yeterli
oksijen gitmiyor. Zavallı hücre sahip olduğu dengesini az da olsa kaybedince
yandakinin oksijenine göz dikiyor. Dengesizliğine ortak arıyor. Hafifçe yan
odayı işgale gidiyor. Kötü her zaman olduğu şeye dönüşür formülünü uygulayarak
maruz kaldığına dönüşüp sistemin onu engellediğine inanıyor. O da hemen
sistemini çalıştırıp yandakine aynısını yapıyor sorgulamadan, sebep sonuç
bulmadan. Savaşan görüsüyle. Bu hücrenin oksijeni azaldıkça dengesi tamamen
kayboluyor ve sonunda bir serbest radikal’e dönüşüyor. Yani sistemin
tanıyamadığı elektronsuz bir atomun oluşturduğu kimliksiz hücre. Bu serbest
radikal her yere sızıyor ve hastalık yayılıyor. Basitçe kanser tanımı ama aynı
zamanda basitçe evrendeki canlıların tanımı.
Bu serbest radikalleri
düzeltebilecek tek şey antioksidanlar. Yani bol oksijenli, dengeli, elektronlu
hücreler. Bunları dışarıdan “organik” şekilde alıyoruz. Bunlar bozuşmamış,
içsel olarak zenginler. Onlar sevgiyle fazlasını bu serbest radikallere vermeye
şartlanmışlar. Yeterki o kimliksiz hücre kendini bulabilsin. Peki bu antioksidanlar
nasıl bu kadar dengeli ve elekteron zenigini soruma verilen yanıt daha da
düşündürücüydü.
Onlar yaptıkları en iyi
şeyi biliyor ve onu yerine getirmenin huzuruyla ışıl ışıl donanıyorlar. Onları şarj
edenler sevgiyle inandıkları varlıkları, dengeli halleri.
İnsanlığın ve tüm evrenin
gelişime katkıda bulunmak adına azda olsa antioksidanlarımızı çoğaltmayı
diledim. Şükür ettim ki hayatımda onlardan bir miktar varJ
Konuşmanın devamı benim
için çok daha heyecan vericiydi çünkü Azra Hn. 4. Kitabını yazmaya başlamış ve
4.boyuttan bahsediyor adı EDEN. Burada kendi duyduklarıma inanamayan bendenizin
coşkusunu tarif etmem imkansız çünkü pek yakında elinizde olacak yeni kitabım
tamamen boyut atlamayı ve başka boyutların varlığını sorguluyor.
Bu başka bir blog konusu
ve yakında hepinizin elinde olmasını içtenlikle diliyorum.
Odayı terk etmeden
kitabımı imzalatıyorum ve belki de bir kahve içmek nasip olur diye sarılıyoruz
birbirimize, tesadüf yoktur deyip öğlen yemeğine çıkıyorum. Tanıdık yüzler,
sıcacık gülümsemelerle dolu ara bitince pekte hoş olmayacak bir konuşmaya
kendimi konumlandırıyorum.
Akif Beki, Radikal
gazetesi yazarlığından Hürriyet’e geçmiş. RTE başbakanken bir süre danışmanlığını
yapmış. Güçlü bir kalem. Onunla 2023 Türkiye hedeflerini ve gelecek seçimden
çıkacak Türkiye’yi konuştuk. İlginç dinamiklerin olduğu ülkemizde bu seçimden
çok farklı bir sonuç beklenmediğini HDP barajı aşarsa ciddi karmaşalar
olabileceğine değindi ama ben bunlar yerine bambaşka figürlere takıldım.
Beki 2023 için AKP
hükümetinin koyduğu hedeflerin altını çizdi.
Kisi basi milli gelir 2000usd’dan 12.000usd çıktı, 2023’te bunun 20.000usd civarı olması beklentisi var.
Günlük 1.5usd altında harcama yapan nüfus 20% iken şuanda 2.5usd altında harcama yapan nüfusun sadece 2,7%.
10usd harcayabilen bir orta direk var ve bu nüfusun 60%. Hal böyleyken oy toplamaları bir hayal değil ama bizim oturduğumuz orta sınıfın bir tık üst konumu için şaşırtıcı rakkamlardı. Koltuğumda ezildim.
Ancak soramadığım bir sorum oldu kendisine, zira sorular bambaşka yönlere yöneldi...
Günlük 1.5usd altında harcama yapan nüfus 20% iken şuanda 2.5usd altında harcama yapan nüfusun sadece 2,7%.
10usd harcayabilen bir orta direk var ve bu nüfusun 60%. Hal böyleyken oy toplamaları bir hayal değil ama bizim oturduğumuz orta sınıfın bir tık üst konumu için şaşırtıcı rakkamlardı. Koltuğumda ezildim.
Ancak soramadığım bir sorum oldu kendisine, zira sorular bambaşka yönlere yöneldi...
Turizimin ne kadar
yükseldiğini, istenen ihracat rakkamlarına ulaşılabileceğini de vurguladı. Ancak
hedeflerin tutması konusu azıcık duraklamış gözüküyor, gene de imkansız
olmadığını ancak tutmak icin bir sıçrama
yapılmasının şart olduğunu vurguladı. Dileriz ki bu sıçramadaki tavrı agressive
değil yapıcı onarıcı olur, kimse zarar görmez. Bu sıçramanın inovasyona dayalı
olması gerektiğini de ekledi. Bu sebepten dolayı devlet bütçesinden AR-GE için
ciddi kaynak ayrılmış, ilgilenenlere duyrulur.
Beklenen rakkamların
hepsinde artış oluşurken ve hedeflere ulaşmak adına yol alınırken, halkın
genelinde görsel, duyusal, çevresel, ticari ve gelecek kaygıları oluşuyosa,
gelecek ön görülemeyecek hale geliyorsa ve toplum refahı duygusal olarak
kaygıya dönüşüyorsa iktidarın hedeflerine ulaştığı söylenebilir mi?
Benim için gün bitmişti. Öğleden
sonraki harika iki seansa katılamamanın gerginliğiyle binayı terk edip yaşamıma
geri döndüm. Kafamda delice sorular, ruhumda acayip heyecanlarla.
Hayatta ayakta kalmak için
bazı şeylerin beklemesi gerekirse bende öyle yaptım. Şimdi iş saati... hepinize
keyifli, üretici ve çatlama cesareti göstereceğiniz bir hafta dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder