Size keçilerle ilgili bir şey yazmayacağım tabii ki. Benim size anlatacağım, dergilerin kapatıldığı bir dönemde cesurca dergi çıkartma girişimde olan insanların varlığından haberdar olmanız için.
Olay şöyle başladı: Seferihisar’da sokak aralarında sakince
yürüyoruz. Bir amca oturmuş gündüz güneşini almakla meşgul. Elinde ne gazete,
ne de telefon var. Sakinliğin dibinde. Amcanın yüzü nefis çiçeklerle süslenmiş
bir eve bakıyor. Durup bende aynı yöne bakınca kala kalıyorum haliyle şehirde
bir tanesini görebilmek rüya iken binlercesi rengarenk bana gülümsüyor. Bu
manzaraya keyifle bakarken birden yanıma bir genç kız yanaşıyor. Gülümseyen
yüzüyle heyecanla bana 5tl karşılığı sattığı dergiden alıp almak istemediğimi
soruyor. Gülümsüyorum ve 5TL uzatıp alıyorum. Teşekkür edip çantama koyacakken
derginin adına takılıyorum. Keçi.
Deli deli günler yaşadığımız bir dönemde, bir dolusu kapatırken bir dergi çıkarmak istemek akıl dışı bir hareket değil mi? Deniz kenarına iniyoruz ve sade türk kahvemin yanına açıyorum Keçi’yi.
Yavaş Kardeşim! diye sesleniyor
kapak. Hayat aceleyle yakalanmaz diyor ardından ve ben başlıyorum aklındakileri
yazıya dökenlerin yazılarında kendimle dansa.
Inatla yaşamla dans, inatla daha iyi bir dünyayı mümkün kılmak için çalışmak, inatla bizleri teknoloji delisi eden sisteme karşı direnmeye teşvik etmek ve inatla güzel işler başarma tutkusunun adı Keçi olmuş.
Seferi Hisar'in dergisi ama aslında hepimizin olmalı. Ona ve onun gibi çabalayanlara destek olmazsak kendi kanımızı zehirleyeceğimizi bilmenin adı Keçi. Yaşamı savunmakta inatçı bir grup insanın adı Keçi.
Içimdeki aceleci ruha
gönderme ağır gelmiş olmalı ki klavye tıkırdamaya başladı.
Biz şehirliler hızın esiriyiz. Herşeye yetişmek için ruhlarımızı Mephisto'ya satan Faustlarız sanki. Sürekli olarak zaman kaybettigimizi düşünerek yaşamaya programlanmış durumdayız. Soranlara koşturuyoruz diyoruz.
Hız arttıkça özgürlük azalır
diyen Virgilio'yu göz ardı ediyoruz. Herkes kaçışlardaysa bu durumda bir yerde
bir hata yapıyor olmalıyız?
Doğrudur ki modern yaşamın sunduğu olanaklar bir taraftan bizleri hızlandırırken, diğer taraftanda bizi hızın esiri ediyor.
Şehirin hızına ara verip kısa kaçışlar, istediğimiz şeylere zaman bulamamaktan bunalmışlıklar, paranın cebimize girip çıkması arasındaki zaman azlığından şikayetler diyerek listeyi uzatabiliriz. Hız bilimi dromoloji eski Yunanca dromos'tan (yol, yürüyüş, koşu, yarış) türetilmiş bir kelime. Endüstri devrimiyle hayatımıza eklendi ama şimdilerde yavaş hareketi ile bertaraf edilmeye calışılıyor.
Doğrudur ki modern yaşamın sunduğu olanaklar bir taraftan bizleri hızlandırırken, diğer taraftanda bizi hızın esiri ediyor.
Şehirin hızına ara verip kısa kaçışlar, istediğimiz şeylere zaman bulamamaktan bunalmışlıklar, paranın cebimize girip çıkması arasındaki zaman azlığından şikayetler diyerek listeyi uzatabiliriz. Hız bilimi dromoloji eski Yunanca dromos'tan (yol, yürüyüş, koşu, yarış) türetilmiş bir kelime. Endüstri devrimiyle hayatımıza eklendi ama şimdilerde yavaş hareketi ile bertaraf edilmeye calışılıyor.
Peki nedir bu yavaş hareketi. Slow food – yavaş yemek ile başlayan bu anlayışı ortaya çıkaran 1989 yılında İtalya’nın Bra kentinde yaşayan Carlo Petrini’dir. Yavaş Yemek hareketi yerel ürünlerin özellikle yiyeceklerin korunması ve bu yiyeceklerle alakalı kültürel bağlara dikkati çekmek ve devamını sağlamak için başlatılmıştır. Carl Petrini’ye bu akımı başlatmaya iten ise Roma’nın tarihi bölgesinde bir McDonald’s’in açılması olmuş. İsmin de yansıttığı gibi bu hareket McDonalds’in yapmadığı her şeyi temsil ediyor: taze yerel mevsimlik ürünler, nesiller boyunca elden ele geçen yemek tarifleri, ölçülü çiftçilik, esnaf ürünleri, aile ve arkadaşlarla keyifli yemek yemek.’ olarak tanımlamıştır.
Yavaş hareketin
simgesi salyangoz.
Bu harekete yavas hareket eden bir simge seçilirken hedeflenen yapılacak işin kendi hızında yapılmasını amaçlıyor aslında yani yemek yemenin kendi hızında, lezzeti hissetmenin keyfinde ve anda olarak hızın esiri olmadan yaşamayı hedefliyor.
Türkiye'de bugün 13 şehir var “Citta slow” unvanı alan. Dünyada 233. CittaSlow (Sakin Şehir) hareketi ise nüfusu 50 binin altında olan kentlerin kendi kültürel, doğal ve sosyal değerlerini korumayı amaçlayan bir harekettir. 6 ana başlıkta toparlanabilecek 59 kritere sahip olan Sakin Şehir Manifestosu, kentlerin modern yaşama bütünüyle karşı gelmeden hayatın daha insancıl ve geleneklere bağlı olarak sürdürülebileceğini vurgulamaktadır. Bu kriterleri “ Çevre Politikaları”, “Altyapı Politikaları”, “Kentsel Kalite” , “Yerel Üretimi Korumak”, “Misafirperverlik”, ve “Bilinirlik” başlıkları altında toplamak mümkündür.
Türkiye’de ilk cittaslow
unvanını alan şehrimiz Seferihisar’dır ama bu şehirde yapılacak öyle çok şey
var ki bu ünvana hakkını vermek adına keçi inadıyla değerlerine
sahip çıkmak isteyen insanların çabası bu dergi.
Peki bunca hızdan sonra nasıl yavaşlayacağız diye sormak
gerekiyor?
Kişisel alışkanlıklarımızı
gözden geçirerek başlamayı öneriyorlar. Serbest zamanlarımızı nasıl değerlendirdiğimize
bakmamızı söylüyorlar. Çoğu zaman elde telefon yerine geçecek bir şeyler
bulunabilir di mi? Ulaşımların şeklini değiştirin diyorlar. Bisiklet ve motor
artışlarından anlaşılıyor sanki herkesin çabada olduğu. Okuduğumuz kitapları
bitirince bir yerlerde bırakıp başkalarını teşvik edebiliriz. Teknolojinin hızını
avantaj olarak kullanıp tüketmenin değil üretimenin lehine yönlendirebiliriz.
Giyim fazlalıklarımızı ihtiyaçlılara ulaştırıyoruz illa ki, acaba gıda fazlalarımızı ne yapıyoruz? Daha fazla gönüllü işleriyle haşır neşir olmalıyız. Toprakla ilişkiyi arttırabiliriz. Kaçımız çocuklarımızla bir şey ekmeye gitmişizdir. Doğaya ve insana saygı duyacak bir bireye doğru evrimleşebilirsek bu evreni daha yaşanılır bir yere çevirmemiz mümkün olacaktır.
Yavaş felsefesini hayatımıza eklersek bütünün bir parçası olduğumuza dair inancımızda artış olacağından daha iyi bir dünya mümkün diyenlere inanabiliriz. Mesela bir vipassana deneyimleyebiliriz. Sanskritçe’de kelime anlamıyla içgörü demektir; (http://www.tr.dhamma.org/vipassan.htm) Ya da hiçbir şeyi sorgulamayıp, sorunca koşturuyoruz demeyi seçebiliriz.
Eminim ki bazılarımız yavaşlamak akıl işi değil diyecektir. Akıl Arapça “Ikal” sözcüğünden geliyor. Bağlanmak, dizginlenmek anlamında, devenin ayağına bağlanan ip anlamında. Bir kazığa bağlanmakta keçiye uymadığından yaşamı savunmakta inatçı olan keçi gibi yaşamayı da seçebiliriz. Anlayacağınız, o inatçı ve mutlu, be like Keçi!
Yavaş Hareketi slowfood ile başlayıp cittaslow ile devam
ederek günümüzde ise her kavram için kullanılabilecek bir hale gelmiştir. Slow
travel, slow living, slow fashion. Sanırım bir sonraki yazım yavaş seyahat olacak
zira yolculuklar bizi bize gösterendir.
Yolda olmaya devam.
Seferihisar’dan sonra Akyaka, Gökçeada ve Taraklı olmak üzere 4
kentimiz bu ağ içinde yer almaktadır. Detaylı bigi
için: http://www.cittaslowturkiye.org/
Bu fotolar Seferihisar'da çektiğim pazar teyzeleri. Ne kadar doğal ve telaşsız değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder