Güleryüzüyle bizi karşıladı Evren. Haki rengin duvarlardaki yansımasi, mekanla tezat Nohut’un göz alıcı renkleri, yazar
isimlerine göre dizilmiş kitapların arasına sızan güneş ışınları ve camdan bize bakan yemyeşil ağaçlarla stüdyo bize hazırdı. Ben hazır mıydım? KOCAMAN bir HAYIR.
Nisan ayında bana verilmiş olan hediyemin zarfının üzerinde “Benimle uçmaya hazır mısın?” diye soran Dalia’ma “Evet,” derken içim bir tuhaftı. Uçakla uçmayı severim varılası mekandan ama bu şekilde ayaklarımın yerden kesilesi halleri, baş aşağı sallanmalar, taklalar ve dönüşler bana göre değil ki. Içim tuhaf hislerle kaplı, azıcık acabalarla donanmış, ya vertigo olursam telaşımla gülümsedim Evren’e.
Mekanın dingin enerjisine, güler yüzünü katan bu kadının
bakışları yüreğimi rahatlattı ama zihin susmuyordu.
Yarın iş seyahatin var, bu
ne şimdi.
Bak başına bir şey gelirse sızlanma sonra.
Kilon var, yapamazsın.
İplere tutunacak kas miktarın ne ki?
Spor mu yaptın bütün sene, oturdun yedin
bol bol da çalıştın.
Alay edecekler seninle, yüzüne gülecekler beceremedin diye.
Ay sen bir sus allah aşkına.
Alıp alıp eski dataları getirme benim önüme.
Dinlemeyeceğim seni. Çok zaman dinledim seni ve biliyorum gerçeklerle işin yok senin.O yüzden şöyle çekil bir
kenara, bırakta anın keyfine varalım. Hem fena mı olur yeni bir data edineceksin,
lazım olur ileride…
Ve Evren bizi tavandan sarkan yeşil hamağın içine, önce oturttu, sonra yatırdı ve benim zihnimin sesi o an kesildi. Kesildi çünkü zihnim için bu an hafızamda kayıtlı en huzurlu anın semboluydu. Annemin rahmine geri girmiştim sanki. Kulaklarımdaki uğultular kesildi. Nefesim, bedenimle uyumlandı ve gözlerim yumdum ve Evren’in yönlendirmeleriyle seansa başladık. Yönergelerle bedenimin alabildiği esneklik ve şekillere şaşkındım. Kaslar, spor, yetenek her şey silinmişti adeta. Yerden yüksekte ağırlığımı, evrende kapladığım boyutlarımı bilemediğim yer çekimsiz bir alandaydım.
Boşlukta…
Tek bir korkunun, endişenin,
telaşın ve sesin olmadığı o boşlukta. Ağırlığımıanlamadığım, alanımın sonsuz
olduğu o yerdeydim. Hamak beni taşıyordu annemin rahmi gibi. Kelebektim,
tırtıldım, kuştum, atan bir yürektim. Balıktım, baloncuktum, derinlerdeydim
evrenimin. Kollarım metrelerce, kaslarım erimişti sanki. Yukarıya taşıdım
bedenimi ama aslında taşınan ruhumdaki bütünlüktü. Beden aracıydı ve
Ludovico’nun müziğinin eşliğinde ben, adeta yer çekimsiz dünyayı bu yaşımda
keşfetmiştim.
Başka açılar
mümkün.
Hamağın içindeyken dışardaki nice köşelerimi gözlemledim. Hayata
baktığım köşelerimi, ben sandığım köşelerimi. Sonra o köşeleri benimle hamağımın
içine aldım ve birlikte onları esnettik. Bir de baktım ki başka açılardan
hareket edince sadece heyecanlandığımızda karnımızda oluşan o kelebekler koltuk
altlarımda, parmaklarımın uçlarında, saçlarımın arasında, kasıklarımda,
omuzlarımda dans ediyorlar. Her biri bana gülümsüyor kelebeklerin. Bacaklarım
sırtım, kollarım kafam oluyor. Sırtım düz değil yay sanki, kalçalarım birer
oyuk, parmaklarım birer pençe sanki. Ileri geri hareket ettikçe yaşamdaki
köşeler esniyor. Ortalık gül bahçesi. Doğrudur ki kimse bana gül bahçesi vaad
etmedi, kendi bahçemi güllendirmeyi bildim. Yaşanan bu an da bir ödüldü adeta.
Anların hepsinin eriyip yittiği başka açıların mümkün olduğu hale geçişti bu.
Katı-Sıvı-Gaz olmayan hal. Gözlerimden süzülen damlalar müthiş bir huzurla
yanağımdan hamağıma damladı.
Seans bittiğinde, hamaktan bedenim sıyrılıp ayaklarım yerle temas ettiğinde, ayağa dikilmek ve ağırlığımı hissetmem zaman aldı. Evren gülümseyen yüzüyle bana “Iyi ki doğdun Stella,” dedi. Dostum bana sıkıca sarıldı. O anda bütün yürekler yeni bir açıda buluşmuştu bile.
Dekor
gerçekle birleşmiş, arkamızda asılı hamaklar yeni yolcularını beklerken, biz bir
kahve molası, sohbet ve dünya hallerine daldık stüdyoda. Restoratif yoga
yaptığımızı öğrendim. Bir nevi meditasyon biçimi, huzursuz zihni yatıştıran
bir yöntem olduğunu duymak yaşadıklarıma cuk oturdu. Yatışan zihinde kabule
yer açması, yüzeyde görülmeyen ve gerçekleşmesi için bir duygu salınımı bekleyen
gömülmüş ne varsa gözyaşlarıyla ortaya çıkması mümkün, tıpkı bende olduğu gibi.
Kabul edip ve olmasına izin vermek en kolayı.
Kabul deyince ülkemize yeni gelen
göçmenleri konuştuk. Onları nasıl kabulleneceğimizi. Kabul gibi son derece modern bir şehrin nasıl insanlığın
ayıbı haline geldiğini konuştuk. Afgan bir kadın sanatçıyla tanıştırdı Dalia bizi, Shamsia
Hassani*. Sanat dedik her şeyi insanlığa gösterme gücü olan. Çıkarsızca gerçekleri
acıyla bize aktaran. Şanslıyız dedik hallerimize, doğduğumuz coğrafyaya şükür
ederek. Korona zamanı kapanan işini evine taşıyan Evren’in hikayesini dinledik,
geleceğe dair hayallerimizi dillendirdik…
Kazuro Ishigiro - Günden Kalanlar**
Kitabın karakteri Stevens bir uşak. Kişiliği, hiçbir zaman hayatın ve kaderin
ona uygun gördüğü üniformanın içinden çıkmayan biri. Kendi kendimizi bir fikre,
bir hakikate, bir yalana inandırmaya çalıştığımızda yaptığımız gibi,
aklındakileri farklı biçimlerde yeniden düşünmeyi seven biri Stevens. Kendine
duygularını hissetmesini engelleyen koruyucu bir gömlek yaratmış biri.
Manidar
bir seçim.
Hem de koç ve zürafa’nın birbirinin içine uyumsuzca yerleştiği
heykelinin arkasındaydı.
Bana sunulan mesaj:
Aç kendini, hisset, çünkü başka
açılar mümkün.
Canım dostum bu eşsiz hediyeyi bana verirken ruhumun isteğini
bilmiş.
Ve biliyoruz ki korku zihinde. Yaşam ise, korkudan öteye adım atmakta. O
adım bizleri nice güzellikler eklemek icin kapının önüne getiriyor.
Girmek lazım
gelir içeri; @Chillaxhomestudio.
Unutmayalım yaşamda neyi seçersek doyarız.
** https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCnden_Kalanlar_(film,_1993)
bu deneyimi kesinlikle yaşamak istiyorum , okurken yaşadıklarınızı hissettim
YanıtlaSil