Geçenlerde değişik bir öğle arası yaptım. Güzel amaçla
çalışan bir grupla birlikte güzel bir çalışmaya katıldım. Beklentim düşüktü
sonuç ise mükemmeldi. Canım arkadaşım, sokak kızı Linet ile birlikte katıldık
bu çalışmaya. Geçmiş senelerde 3 kız olarak planladığımız Gastronomi konulu
sunumuza katkısı olması açısından katılma kararı aldık, aman ne iyi yapmışız. Beklediğimizin
ötesini bulmamıza yardımcı olan Osman Serime’e, onu böyle bir güne davet eden
ev sahibine ve beni dürtüp katılmamı sağlayan Linet’e teşekkürler.
Gelelim sunuda anlatılanlara…Şaşırmaya hazır olun çünkü
okuyacaklarınız hayret verici ama önce Osman Serim kim?
Yiyecek ve İçecek işletmeciliği danışmanı kendisi. 1957
İstanbul doğumlu. Hem Türk hem Fransız. Anlamıştım
zira muhteşem bir Fransızcası var. Belçika’da ve Amerika’da okumuş. 3 lisan
biliyor. Bunu neden yazdım, gençler bilsin diye…ufkunuz açık olsun isterseniz
lisan öğrenin ki başka kültürleride anlayabilin. Birçok uluslararası projelerde
yer almış ve 15yıl boyunca THY kabin ekiplerine uçuştaki yiyecek sunumları konusunda eğitim
vermiş biri. Birçok magazinde yazıları var, bir çok sektörel dernek üyesi, bir
öğrencisinin dediği gibi “Osman Serim'e saygı duymayan kimseyle tanışmadım,
bunun için özel bir çabası da olduğunu görmedim.”Aynen bende de aynı
duyguyu hissettirdiği için paylaştım görüşü. Mavi gözlü, çok Avrupai
görünüşüyle bir göçmen Osman Serim. Zaten yerleşik bir Türk ailesinin kolay
kolay izin veremeyeceği bir yol izlemiş hayatında. ( Annelere duyrulur;bendeniz
dahil)
1.yüzyıldan başlayarak bugüne kadar enfes bir tarih
yolculuğu yaptık kendisiyle. Tarih bilinmeden, etimolojiyi incelemeden
gastronomi tek başına ne kadar boşmuş onu fark ettim. Ilk insandan bu güne
kadar yeme-içme zevkinin inanılmaz boyutlarda ilerlediğini, globalleşen
dünyamızda ekonomininde desteğiyle sadece karın doyurmaktan milyonlarca kilometre
yol aldığımızı farkettim. Mc Donalds+ Burger King’in Almanya’da dükkan
sayısının toplam 1500’ün altında iken en az 8000 noktada Türk dönercilerinin
olduğunu dinledim ancak bu noktaların imajının yerlerde süründüğünü bilmenin
üzüntüsünü hissettim. Milli gelirden (senede
11 bin dolar civarı) en az pay alan tarım işçisi (ortalama geliri senede 2500
doları bulmaz), geçinemeyip, geleneksel üretiminden vazgeçip, tası tarağı
toplayıp büyük şehre göç ettiğini öğrendim. Bunun yüzünden bizim mutfağımızın ancak
taklit bir kebab sektörüne takıldığını duymak üzücüydü tabii….
Bir
Çin mutfağının olmadığını öğrendim. Çünkü Çin denilen devlet koca bir kıta
sadece bir mutfağının olması mümkün değilmiş. Osmanlıda kahve şekersizmiş neredeyse
taa Cumhuriyete kadar. 4 tane meyva Türkmüş. Kiraz, Kayısı, Kavun, Üzüm. Mantı bir
Çin yemeğiymiş, üzgünüm Kayserililer.
Türkler çayı 1900’lerde tanımış ve ülkede
kimse çayı bilmezken ilk üretileni satın alanlar Kars civarında oturanlarmış. Çay
bir Türk içeçeği olmamakla beraber dünyada en çok çay tüketen millette
Türklermiş.
Wok diye bildiğimiz tava aslında eski çağlardaki Orta Asya göçebelerin
kullandığı sac’mış. Patlıcan Hindistan’dan Avrupa’ya oradan da 16.yy Yahudilerin
İspanya’dan göçüyle Osmanlı mutfağına eklenmiş. Ama en zengin patlıcan
yemekleri Türk mutfağındaymış. Zeytinyağlı pişirip soğuk yiyen tek kültür
Türklermiş. Boza’da en az 2-3%alkol varmış zira fermentasyon denilen bir gerçek
var .
Siyah kahve cehennemi simgeliyor diye satılmayınca “kahverengi”ni yaratan
beyin bir Türk. Biz her yola
gelebilen bir milletiz. Türkiye'de 200 Starbucks
varmış, diğer zincirleri falan da hesapladığınız zaman alafranga kahve sunan
500'den fazla café. Çaycı millete 500 müesseseyi yaşatabilecek kadar insan var
ülkemde. Ama olay kahve içmek değil tabii ki, bir sosyal gereksinim.2 tane balık cinsi dışında bütün balıkların adları Yünanistan’da bizimkiyle aynıymış ( Karadenizden göçen rumlar sayesinde), tahmin zor ama aynı olanlar; Hamsi, Palamut, Levrek…Tabii ki ayrı olanlar Kılıç ve Kalkan, Osmanlı dönemininden dolayı…
Croissant diye bilinen çöreğin hikayesi ise müthiş, onu detaylı anlatacağım zira globalleşmenin en güzel örneği bence…
Viyana kapılarına dayanan Osmanlının kuşatma için kullandığı
bir ekip var “ Lağımcılar”, yani yer altını kazanlar. Bir noktadan başlayıp surun
altına kadar kazarlar ve sur kapısına geldiklerinde dinamitle orayı patlatıp
askerlerin direk surun içine girmelerini sağlarlarmış. Viyana içinde aynısı
planlamışlar ve gündüz gece çalışmışlar amma gecenin sabaha bağlanan erken
saatlerinde çalışan bir meslek grubu var… “Fırıncılar” onlar alttan gelen
sesleri duyar ve hemen orduya haber verir. Daha geriden kazılarak açılan
çukurla Tuna’nın suları Osmanlı lağımcılarının üzerine akıtılır. Böylece bu
kuşatma neticelenemez ve Viyana Avrupalı kalır. Peki croissant bunun neresinde
derseniz. Malum Osmanlı bayrağında 3 adet hilal var.
Fırıncılarda zaferin
sahipleri, aynı o hilale benzeyen içi tatlı çörekleri halka dağıtıp, bozguna
uğrayan Osmanlıyı dişliyorlar. Peki bu kadar Viyana menşeli olan croissant
nasıl olurda Fransız pastenelerinde Fransız ürünü olarak anılabilir? Araştırın diyecem
ama yazık zamanınıza, başka şeyler araştırın diye bunu ben yazayım… Marie
Antoinette bir Habsburg prensesi, Fransız kralı 16.Louis evlenmek üzere Fransa’ya
giderken tüm şürekasınıda peşinden sürükleyecektir, ahçısınıda…
Bir keyifli öğlen
arası kaçamağım daha oldu, onuda diğer yazıma saklayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder