Bodrum'dayım bu hafta sonu. Şehir bastı. Dostları olsun insanın orda burda yüreğini, kollarını açmış seni bekleyen.
Davetsiz kapısında bitebileceğin dostların olsun hayatında, elinde limonla gidip birlikte limonata yapabileceğin.
Onun yüreğindeki heyecanı paylaşıp yarattığı güzelliğin büyüyeceğini bileceğin. Adı IpekChe* heyecanın. Dönüşüyor elinde bir şeyler.
Cam kavanooz bir anda mumluk, bir anda kalemlik belki de kaktüsüne altlık. Plastik şişe belki de sevdiğin çiçeğe vazoya dönüşüyor.
Bu yaratıcı güce şükür ederken ülke hallerinden gerilip ah çekip iyi olacak inşallah diyebileceğin dostları olmalı insanın.
Ama birazda deli olmalı hayata karşı dostların. Düşünsene deli değilsin?
Davetsiz kapısında bitebileceğin dostların olsun hayatında, elinde limonla gidip birlikte limonata yapabileceğin.
Onun yüreğindeki heyecanı paylaşıp yarattığı güzelliğin büyüyeceğini bileceğin. Adı IpekChe* heyecanın. Dönüşüyor elinde bir şeyler.
Cam kavanooz bir anda mumluk, bir anda kalemlik belki de kaktüsüne altlık. Plastik şişe belki de sevdiğin çiçeğe vazoya dönüşüyor.
Bu yaratıcı güce şükür ederken ülke hallerinden gerilip ah çekip iyi olacak inşallah diyebileceğin dostları olmalı insanın.
Ama birazda deli olmalı hayata karşı dostların. Düşünsene deli değilsin?
Işte Ipek ile bir hafta sonu böyle başladı.
İşlerden bin kere uçuş değiştirmek zorunda kaldıysam da keyifli bir uçuşla tatil modu ON.
Her gün kendi gibi özel başladı, her gün batımı başka bir heyecanla son buldu ve her güzel şey gibi bitiş günü geldi.
Her gün kendi gibi özel başladı, her gün batımı başka bir heyecanla son buldu ve her güzel şey gibi bitiş günü geldi.
Gölköy'e denize gitmek üzere Gündoğan'dan sabah ışıklarıyla yola çıktık. Tam tabela Gölköy'e dönüş verdi ki sağda bir yol ayrımı fark ettim. Tam anlaşılmayan rengarenk odunsu birşeyler sıra sıra. Dikkat çekici . Arkadaşım direksiyonu hemen kırdı ne de olsa yüreğimi bilir.
"Buraya girmeliyiz," dedi.
Bir anda kendimi bambaşka bir dünyaya girmiş buluverdim.
Her yer odunsu ve metalimsi objelerle dolu. Şaskınlıkla inceliyorum her birini. Yanlarından arabayla adım adım geçiyoruz.
Duruyorum.
Her yer odunsu ve metalimsi objelerle dolu. Şaskınlıkla inceliyorum her birini. Yanlarından arabayla adım adım geçiyoruz.
Duruyorum.
Bakiyorum.
Yüreğimin sesi sessizlikte güm güm. Bu odunsu ağaç dalları konuşuyor. Bazıları hoşgeldin derken, bazıları ne işin var burda git diyor. Kimi sana gülümserken bazıları hüzünle eğiliyor. Her biri başka duygularla bizi karşılıyor. Başka dünyaya ait olduğunu düşündüğüm metal parçalar korkutucu figürler içindeyken bir o kadar da ironik gülüyorlar .
Bunlar çok özel bir ruhun elinden çıkmış dekor amaçlı objeler. Bunlar Cuma Altuntaş'ın* sözleri. Onun evrene verdiği mesajlar. Onun ellerinin hüneri. Evlerimizin bahçesine, terasına ya da salonumuzun bir köşesine keyifle yerleşecek figürler ama şaşırtıcı olan sanki sizinle konuşuyor olması. Sanki size doğayı ve onun dinginliğini getiriyor gibi. Daha ötesi sanki birazdan "Hadi anlat bakalım nedir aklındaki?" diyecek ruhta.
Bunlar çok özel bir ruhun elinden çıkmış dekor amaçlı objeler. Bunlar Cuma Altuntaş'ın* sözleri. Onun evrene verdiği mesajlar. Onun ellerinin hüneri. Evlerimizin bahçesine, terasına ya da salonumuzun bir köşesine keyifle yerleşecek figürler ama şaşırtıcı olan sanki sizinle konuşuyor olması. Sanki size doğayı ve onun dinginliğini getiriyor gibi. Daha ötesi sanki birazdan "Hadi anlat bakalım nedir aklındaki?" diyecek ruhta.
başka türlü biri. Dünyevi beklentileri nedir anlayacak kadar çok kalamadım yanında ama illa ki ağaçları duyduğunu ve onları yeniden yaratıp bizlere ulaştırdığını düşünmeden edemiyorum.
Yaşam koşulları kendi istediği gibi, beklentisi sıfırım altında sanki. Çay teklif etti, su içtik ama o çay içti. Karton bardağa poşeti koydu, üzerine sıcak suyu ekledi öylesine doğal bir şeymişcesine bir dal kopardı ve şekerini karıştırdı.
İçinde yaşadığımız şu deli günlerde aklımız çıldırma noktasındayken bu umarsızlık, Diyojen'in gölge etme başka insan istemem havasındaydı. Sohbetimiz zaman kısıtlamasından az sürdüyse de laflar ve projeler büyüktü.
Neye, ne kadar ihtiyacımız var, elimizde olanların ne kadar yeterli olduğunun farkında mıyız? Yaşadığımız güvensiz hallerin tamamen kurgu olduğunu, dünyanın düşünmemizi istedikleri gibi düşündüğümüzü , cok tüketip az ürettiğimizi, ürettiklerimizi hazmetmeden hızlıca tükettiğimizi fark ediyor muyuz? Bir söze takılıp kendimizi mutsuz ettiğimizi, bir düşünceye saplanıp bir başkasını öldürebildiğimizin farkında mıyız? Bir kahkahanın peşinden gitmeye korkup, hayallerimizin hayal olduğunu kendimize tekrarladığımızı görüyor muyuz ?
Maddi kaygılardan kafamızı kaldıramayıp hayatla boğuştuğumuzu ama
aslında kuşların uçtuğunu görmediğimizi biliyoruz değil mi?
aslında kuşların uçtuğunu görmediğimizi biliyoruz değil mi?
Basit bir odun parçasının sizinle konuşabilmesi ihtimalini delilikle birleştirip bu yazıyı okumayı
kesebileceğinizi de biliyorum ama genede yazmaya devam.
Yolunuz düşerse sakın ama sakın es geçmeyin. Adresi ve telefonu yok, yüreğinizi takip edin bulursunuz.
Tam da bu hallerdeyken tesadüf yoktur ya, elime gelen kitap Birol Güven'in " The school of Mandıra Flozofu" ve Ayşe Arman'ın röportajı ve Focault'ın deiği; " Kapitalizm konfor verip özgürlüğümüzü alır."
Yolunuz düşerse sakın ama sakın es geçmeyin. Adresi ve telefonu yok, yüreğinizi takip edin bulursunuz.
Tam da bu hallerdeyken tesadüf yoktur ya, elime gelen kitap Birol Güven'in " The school of Mandıra Flozofu" ve Ayşe Arman'ın röportajı ve Focault'ın deiği; " Kapitalizm konfor verip özgürlüğümüzü alır."
Kaç kişiydik o zaman, kaç kişi kaldık şimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder