Uçmayı
dilemiştim. 1 ayda bu sekizinci uçak koltuğu. Yoruldum mu ne?
Her
seferinde okurum diye alıp, okumadığım kitaplarla hareket ediyorum ama bu sefer
ucuş süresi 4 saate yaklaşınca “ee hadi al bir kitap,” dedim. Giderken Nohut
Oda’yı bitirdim. Çarpıcı kısacık öykülerin sonları bana kaldı hep. Yazar beni hikayelerin sonlarında hep havada bıraktı ve hep kendimce tamamladım hikayelerin sonlarını. Tıpkı gerçek hayattaki gibi.
Okumayı
istediğim Mitch Albom’un yeni kitabı “The next person you meet in heaven” aranıp
aranıp bulunamadı. Tam bir hayal kırıklığı içindeyken ansızın elime Elif
Şafak’ın “Sanma ki yalnızsın” adlı kitabı geçti. Dönüş yolunda okunmaya başlandı.
Sizce de kitabın başlığı müthiş değil mi? Her şey sadece sana olur sanırsın ama bilmek lazım ki asla yalnız değiliz. Her açıdan hem de.
İçinde bulunduğum yalnızlık halime cevap verir mi? diye düşünmedim bile çünkü kesin cevapların içinde olacağından eminim.
Sizce de kitabın başlığı müthiş değil mi? Her şey sadece sana olur sanırsın ama bilmek lazım ki asla yalnız değiliz. Her açıdan hem de.
İçinde bulunduğum yalnızlık halime cevap verir mi? diye düşünmedim bile çünkü kesin cevapların içinde olacağından eminim.
Yaşadığın
yeri değiştirdikten sonra en müthiş his ailene ve arkadaşlarına yeniden
sarılabilmek. Şükür gideli 4 ay oldu ben her hafta sarılma rekoru kırmak
üzereyim. Yalnızlık söylemleri de nereden çıktı? diye sorabilirsiniz bana.
Cevabım hazır, içsel benimkisi.
Neredeyim
ben? halinin garip halleri. Ev tanımının
içndeki yalnızlık. Masum yalnızlık.
Ve dediğim gibi, Elif’ciğim hemen cevabı 10.000mt’deyken ben yapiıştırdı.
Ve dediğim gibi, Elif’ciğim hemen cevabı 10.000mt’deyken ben yapiıştırdı.
Ben kendi tüylerimi yolan kuş türüymüşüm. Bu dünyanın tüm
hengamesinin arasında derdi meselesi kendiyle olan bir türmüşüm. Başkasına
zarar vermeyen, onu bunu didiklemeyen ama kendine sabotajlar düzenlemekte
üstüne olmayan tür. Ardından diğer açılım geliyor Elif’ten gene; Kadınların kendini
kanatma kabiliyetleri başlığı altında… Eğitim seviyesi, yaşam seviyesi, siyasi
fikri ya da kılık kiyafeti ne olursa olsun her kesimden hatta dünyanın her
yerinden kadının ortak paydası nedir? diye soruyor.
Cevap
KKKK.
Kadınlarin Kendilerini Kanatma Kabiliyetleri.
Elimizde cımbız, bulup çıkartıyoruz kusurlarımızı, eksiklerimizi. Yaralarımıza büyuteçle bakmakta yok üstümüze. Başkasının tenkidine ihtiyacımız yok çünkü daha beterini kendimiz
e söylemekte müthiş
başarılıyız. Nedendir bir türlü yetemeyişimiz, yetinemeyişimiz? Beklentilerimiz
ve gerçekleştiremediklerimiz, mevcutlar ve olmasını arzu ettiklerimiz arasında
kapanmayan bir mesafe duruyor; dipsiz kuyu misali. Bundandır boşluğa düşmemiz
diyor.Kadınlarin Kendilerini Kanatma Kabiliyetleri.
Elimizde cımbız, bulup çıkartıyoruz kusurlarımızı, eksiklerimizi. Yaralarımıza büyuteçle bakmakta yok üstümüze. Başkasının tenkidine ihtiyacımız yok çünkü daha beterini kendimiz
Yeter yani bu kadar didiklemesek kendimizi?
Ardından bir Gustav Flaubert patlatıyor; Mutluluğun mümkün olduğunu sanmıyorum ama huzur/sükünet, evet, işte o mümkün.
Versek kendimize bir gıdım huzur be ya...
Allah için verenler beni bulsun, cok lazımsınız bana tam bu anda.
Derken ardından yazarlara veriştiriyor. Mini bir
yazar olsamda doğru yerden geliyor cevap;
Küçümen tanrılar gibi romancılar.
Kağıt
üzerinde hayatlar çizer, karakterler yaratırlar. Talepkarlar. Takdir ve övgü
beklerler gizlice. Etrafimındakiler onlara hayran olsun istez, bunun nafile bir
istek olduğunu bile bile. Evrenin merkezindeler ya, beklerler. Bekleyisleri hiç
bitmez. Düşleri ve onlara güç veren engin hayal güçleri hem zehir hemde pan
zehirleri. Hic tatmin olmaz, yetinmezler.
Oh be… Bunu okuyunca bir huzur gelir gibi oldu bana, sanki huzursuzluğumun kaynağını buldum.
Yazma becerimi suçlayacağım.
Oh be… Bunu okuyunca bir huzur gelir gibi oldu bana, sanki huzursuzluğumun kaynağını buldum.
Yazma becerimi suçlayacağım.
Ama asıl suçluyu az sonra gene Elif’in satırlarda. Tembellik hakkına karşı durmakta gizliymiş herşey. Çehov “Bizi çalışmak kurtarır,” demiş ya. İyi halt etmiş. Hammallık, angarya, ter dökmek, emek vermek, didinmek, ha bire dişin tırnağınla kazıya kazıya çabalamak. Boş durmamak, hareket etmek, hep ama hep didinmek, kendinden ötesini merak etmek, hudutları aşmaya gayret etmek ...
Durum
net. Bu muyuz yani?
Gel gelelim Paul Lafargue
dermiş ki: İnsanın kendini unutup kendini çalışma çarkına adamasının
korkunçluğuna ve yaratacağı mutsuzluğa düşmektense tembellik hakkını kullanması
uygundur.
Kardeşim bu felsefeyi benimsediğini her an dile getirirken, ben acaba nasıl bu yola doğru seyir alırım? diye soruyorum kendime.
Tabii ki tembellik= parasız kalmak.
Kardeşim bu felsefeyi benimsediğini her an dile getirirken, ben acaba nasıl bu yola doğru seyir alırım? diye soruyorum kendime.
Tabii ki tembellik= parasız kalmak.
Maddi
eksiklik = isteklerine hayallerine ulaşamamak, seyahat edememek, modayı
takip edip giyinememek, restaurantlarda yemek yiyememek, liste uzar gider. Peki
çalışıp didinirken bunları yapmaya zaman var mı? Hadi zaman bulduk diyelim,
yaptık diye mutlu muyuz?
10.000 mtrede gün vakti başlayıp gece yarısı son bulan yolculuğumdan sonra, yarın çalışmama kararı alıyorum.
Vicdan yapıyorum, yarım gün çalışayım diyorum...
Kulaklığımda Türk Hava Yollarının yeni uygulamasından bir audio book var. ‘Sade’ adlı kitabı dinliyorum. Tam zamanında...
Çabalamadan, huzurlu bir yaşamı hak ediyoruz, diyor yazar.
10.000 mtrede gün vakti başlayıp gece yarısı son bulan yolculuğumdan sonra, yarın çalışmama kararı alıyorum.
Vicdan yapıyorum, yarım gün çalışayım diyorum...
Kulaklığımda Türk Hava Yollarının yeni uygulamasından bir audio book var. ‘Sade’ adlı kitabı dinliyorum. Tam zamanında...
Çabalamadan, huzurlu bir yaşamı hak ediyoruz, diyor yazar.
3
senem var anca hazırlanırım.
Ne dersiniz güzel bir hedef değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder