Hayat üçlemelerle
dolu.
Iyi, kötü, çirkin
Soğuk, sıcak, ılık
Tatlı, ekşi, acı
Ben, Sen, O
Soğuk, sıcak, ılık
Tatlı, ekşi, acı
Ben, Sen, O
At, avrat, silah
Tabii ki rakı, balık,
peynir
Daha niceleri gelecektir aklınıza ama ben 10.000mt’de şu fotoyu çekince kendi
üçlememi yazmaya karar verdim.
Yüzük, bilezik,
bileklik
Bu objelerin hepsi
bana hayatta birileri tarafından verildi.
Bir cafedeyiz. Her Istanbul
ziyaretinde az da olsa bütün imkansızlıklara rağmen buluşmayı başardık biz
onunla. Dünyanın bir ülkesinde yaşayan onu ve beni birleştiren tek bir kelime
var; “Kanser”
Bizden aldığı kocaman olan bu 6 basit harfin yeri, binlerce harfle dolabiliyor. Sevgi, destek, dostluk, paylaşım, göz yaşı, anılar, yazılar, acı çeken bedenler, sarılmalar, uykusuz geceler... Bitmez bu 6 harfe eklenen harflerin sayısı... Bir de güzel karşılaşmalar... O cafede o gün hayatta bana olmaz dediğim oldu ve O, elindeki yüzükleri çıkarıp bana verdi. Verirken dedi ki; “ Çok baktın, beğendin di mi? Senin olsun, güzel günlerde takar ve bu evrende sürprizlere hep açık olmayı hatırlarsın,”. Doğrudur ki geçen bunca senede nice güzel günlerde taktım ve sürprizlerin olmasına kapıyı araladım. Bu yüzükle çabalamadan havadan öylesine bir şey gelmez kalıbımı da yerle bir ettim.
Tesekkürler Esra Ürkmez...
Uçaktayız, Van’dan dönüyoruz. Hayatımın seyahatini yaptığımı hiç bilmediğim bir
yoldayım. Anadolu’yu çok geç gezmeye başladım. Hep derler ki, dünya kocaman
görülecek çok ülke var. Koşturduk Paris, Londra, Roma, Prag, Viyana, Amsterdam,
Thailand, NewYork… Uçtuk, uçtuk hep uçtuk ama hiç aklımıza gelmedi, Van, Kars,
Trabzon, Konya, Edirne, Artvin, Urfa, Mardin, Antep... Hep başka ülkelere
giderken yaşadığımız ülkeyi hiç tanımadığımızı bilmedik. Iç turizim bizim
işimiz değil dedik. Deniz kenarları hariç içimizi bıraktık, dışa döndük. Hayatta da hep böyle yapmıyor
muyuz? Hep dışa önem veriyoruz. Dış görünüş, dış sesler, dış mihraklar... İçimize
ne oldu? Unuttuk gitti. Bizden aldığı kocaman olan bu 6 basit harfin yeri, binlerce harfle dolabiliyor. Sevgi, destek, dostluk, paylaşım, göz yaşı, anılar, yazılar, acı çeken bedenler, sarılmalar, uykusuz geceler... Bitmez bu 6 harfe eklenen harflerin sayısı... Bir de güzel karşılaşmalar... O cafede o gün hayatta bana olmaz dediğim oldu ve O, elindeki yüzükleri çıkarıp bana verdi. Verirken dedi ki; “ Çok baktın, beğendin di mi? Senin olsun, güzel günlerde takar ve bu evrende sürprizlere hep açık olmayı hatırlarsın,”. Doğrudur ki geçen bunca senede nice güzel günlerde taktım ve sürprizlerin olmasına kapıyı araladım. Bu yüzükle çabalamadan havadan öylesine bir şey gelmez kalıbımı da yerle bir ettim.
Tesekkürler Esra Ürkmez...
O gün hayranlıkla
gezdiğim Van’dan dönüyorum. Uçak koltuğundayım. 3 yeni arkadaş eklemişim hayatıma,
hem de aniden, hiç planlamadan... Oh! Tamara oluvermişiz bir anda Akdamar’da...
O müthiş manzarada 4 kadın birbirimize hikayelerimizi anlatmışız. Içsel
dünyalarımızı açmışız korkmadan. Sırlarımızı vermişiz birbirimize çekinmeden. O
gün gördüm bileziği kolunda, görüp hayran oldum. “Keşke benim olsa,” diye fısıldadım içimin içinden o yere balık çizerken. O duymadı sandım
içmin sesini. Bileziği Istanbul’a kalkıştan 5dk önce getirip bileğime takıverdi.
Öylesine, sessizce. Öylesine şatafatsız... Öylesine dosthane...
Bana havadan hiç bir şey gelmez dediğim dönemlerdeyken ikiledim bir anda. Merhaba dedik ve bir daha hiç kopmadım iç sesimden.
Teşekkürler Ali Canip Hocam...
Bana havadan hiç bir şey gelmez dediğim dönemlerdeyken ikiledim bir anda. Merhaba dedik ve bir daha hiç kopmadım iç sesimden.
Teşekkürler Ali Canip Hocam...
Büyükada’dayız. Gün batmış ve biz renklerin ve sohpetin sarhoşu olmuşuz. Acı çekiyoruz
biten gidenlerden... Sarılıp geçecek bunlar diyoruz. Her zaman geçtiğini
biliyoruz. Kalan sahalar bizim diyoruz, gidenlerden daha büyük sahalarımız olduğu için şükür ediyoruz.
Mutluluğu dışarıdakilere değil içimizdeki aşka bağlıyoruz. Kendimize sarılmayı
unutuyoruz ama gün batımında hatırlıyoruz. Ağlıyoruz, gülüyoruz, dans ediyoruz,
içiyoruz... O anı kendi içine hapsedip sadece ikimiz biliyoruz. Gün çekilip
karanlık her yeri kaplamadan, bedenimizi tuzlu suya bırakıyoruz. Hem arınıyoruz
hem de suyun iletim gücünü kullanıp dileklerimizi suya bırakıyoruz. Donarak
çıkıp sıcak suda duş alıyoruz. Hala gülüyoruz halimize.
Bize bakanların deli
olduğumuzu söylediklerini umursamıyoruz. Aslında içten içe bunları
yapamadıkları için belkide bizi kıskandıklarını düşünmek istiyoruz. Keşke
onlarda her isteklerini yapabileceklerini bilseler diyoruz.
Sonra onun evine gidiyoruz, odasından bilekliği getiriyor. “Bu benim, özel anısı var ve üzerindeki çicek altın, değerli yani. Onu sana veriyorum çünkü benim icin altından daha değerli olduğunu hep hatırla,” diye diyor. Birden bire...
Öylesine...
Takıyor koluma ve bir daha hiç çıkarmıyorum...
Havadan bana öylesine gelmez dediğimi üçlüyorum...
Teşekkurler Rina Muraben...
Sonra onun evine gidiyoruz, odasından bilekliği getiriyor. “Bu benim, özel anısı var ve üzerindeki çicek altın, değerli yani. Onu sana veriyorum çünkü benim icin altından daha değerli olduğunu hep hatırla,” diye diyor. Birden bire...
Öylesine...
Takıyor koluma ve bir daha hiç çıkarmıyorum...
Havadan bana öylesine gelmez dediğimi üçlüyorum...
Teşekkurler Rina Muraben...
Artık biliyorum çabalamadan havadan öylesine gelir. Sizde bilin, şans değil,
tesadüf hiç değil, hep gelir. Sadece görmeyi seçmek lazım.
Emin olun seçince görürüyorsunuz.
Emin olun seçince görürüyorsunuz.
İnsan ummadığı yerde
aradığı ile buluşturulurmuş.
Emek verilen her şey
bir çabadır. Biz kendimize emek versek en büyük çaba o zaten.
Not: Mitch Albom’un bu kitabıda aynen öyle geldi ama o da başka bir blog konusu...
Not: Mitch Albom’un bu kitabıda aynen öyle geldi ama o da başka bir blog konusu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder