Haftalardır zaman ayırıp
kendime bienali
gezdim. Çoğu girdiğim
mekanla ilk defa tanıştım. Sadece mekanlarla değil birlikte gezdiğim
inasanlarla da ilk defa tanıştım. Daha da ötesi kendimin bazı halleriyle de ilk
defa bakıştım. Bilmediklerimi bildim,
bildim dediklerimi yanlışladım.
Son duraktan zamanı geriye sarıyorum. Bugün Masumiyet
Muzesi ile bitti. Ve ilginç bir finaldi benim için.
Bir insanın ardından insan neler toplayabilir. Topladıkları hiç eksilmezken, insanın kalbinden ne çok şey eksilir. Acı insanın içinde büyürken hayat nasıl eksilir ve haz yok olurken dünya aynı ritmle dönmeye devam eder sanki O hiç yok olmamış gibi.
Bir insanın ardından insan neler toplayabilir. Topladıkları hiç eksilmezken, insanın kalbinden ne çok şey eksilir. Acı insanın içinde büyürken hayat nasıl eksilir ve haz yok olurken dünya aynı ritmle dönmeye devam eder sanki O hiç yok olmamış gibi.
Zaman
spirali denilen şeyi Aristo anmaya değer anları birleştiren bir çizgi olarak
tanımlamış. Başlangıc anından itibaren anları yan yana dizerseniz nasılda keyifli
bir spiral elde ederiz. Üzerindeki altın noktacıklar ise yaşadığımız güzel,
hüzünlü, haz dolu, belki işkence gibi gelen, kahkaha attığınız, gözyaşlarıyla
kendinizi odalara kapattığınız anların toplamıdır. Sayılamayacak kadar çok
olmaları sizin ne çok anı biriktirdiğinize işaret eder. Bu bamska haller içinde
siyah beyaz dualitesiyle kalbim sızlıyor.
Derken bienaldeki çalışmayı
hatırlıyorum. Kalbe duygular ağır gelir diyordu sanatçı. Onu bu kadar üzmeye
hakkımız var mı? Yorulan kaslar atmaktan vaz geçerse olacakları biliyor muyuz?
Hayat
değişken anlarla dolu, bienalde Ani harabelerindeki kuşları çağıran düdükler
gibi her duyguyu çağırmanın da bir sesi var. Bu seslerin hepsini biliyoruz ama
yok sayarak yaşıyoruz zaten evrende ses bir kere oluştumu kaybolmuyormuş. Bu
durumda o sesleri bilip sonra “nerden
gelip bu iş beni buldu!” diyoruz kendimizin çağırdığımızı unutarak.
Derken hayat gelip bizi sağa sola çekiştiriyor. İpler kimin elinde diye
Beynimdeki sodyumun
titreştirdiği nöron harekete geçiyor ve otoritenin eğitim sistemi nasıl doğru
olabilir ki diye sorguluyorum?
O egitim beni kendi istedigi sekle sokarken ben
nerdeyim? Alıp denizlere atma cesaretim var mı tüm öğrendiklerimi acaba?
Birden kendimin kim olduğunu hatırlıyorum. Koskoca evrende bir nokta bile etmediğimizi. Insan olarak kendimizi odak alıp her
şeyi kendimize göre belirledigimizi fark ediyorum. Oysa üstünde yaşadığımız
kara parçaları dünyanın sadece dörtte biri olmasına rağmen dörtte üçünü yönetme
telaşındayız.
Zarar veriyoruz, yıkıyoruz, öldürüyoruz, yakıyoruz. Eş cinsimizi
karalayıp kadın- erkek, zenci-beyaz, Türk-Kürt-Ermeni-Yahudi diye ötekileştiriyoruz.
Sanat mı kurtaracak bizi acaba? Sanatçıların kurduğu imparatorlukta yıkılıyormuş ama.
O zaman
ne yapalım en değerlilerimizi kasalarda mı saklayalım?
Yoksa geçmişten kopya çeke çeke tekrarlara mı düşelim?
Ayıplara teslim olup incir yaprağıyla mı örtelim üstlerini?
Dünyaya güneş sürekli enerji veriyorken bunun karşılığında hiç birşey beklemiyorken, insan doğadan hep alma derdinde. Belki durup günlük kaygılardan sıyrılıp düşünmeye varmalı ve her türlü düşünce kalıplarından arınıp hiçliğe varmalıyım.
Hiçlikten dönüşüp değişime varıp kendimi özgürleştirecek bir alet yapmalıyım. Sonra onunla uğraşmalı ve kendimi şekillendirmeliyim. Sanat yapmalıyım kendimi bulabilmek icin. Ama görüyorum ki kusurlu insanın sanatı da hep kusurlu oluyor.
Doğaya dönmek mi kurtaracak bizi?
Doga diyor ki ondaki detayları görebilirsek o da görünür kılar bizi.
Dinler üstü bir insan mı yaratırsak kurtuluruz yoksa? 3 boyutlu teknolojik gözlükleri kuşanıp, görünmeyenleri göreceğimiz, yel değirmenleriyle yaptığımız savaşı kazanır mıyız?
Bize uygulanan görünmez sansürleri fark eder miyiz?
Sadece izin verilen bilgileri alma hakkı tanınıyor farkında mıyız? Bu bilgiler bizi geliştiriyor sanıyoruz oysa aynı noktada mı duruyoruz?
Kafam karışık. 3’lü düğümlendim.
Kendim, aynadaki görüntüm ve aklımın yarattığı ile beraber yaşıyorum. Hepsi bambaşka görüyor görünmeyeni.
Bir lambanın iz düşümü kadar aydınlanmış olabilir miyim tarih boyunca?
Aydınlanma çağı dedikleri beni ve insanlığı bu kadar mı aydınlatabildi?
Ölümler ve kutlamalar, açlık ve lüks, kan ve kahkaha yan yanayken.
Kanımca insanlığın nesli tükenmeden onu bir objeye çevirmeliyiz o zaman ölümsüz olacaktır.
Belki de istediği bu insanlığın. Inşa ettiği her şeyi muhteşem gözüken kuvvetli malzemelerden yaparken, içi kirlenmiş ve cürümeye baslamış gibi sanki.
Bunu ona göstersek daha barışcıl, daha sevgi dolu bir hayat yaratabilir miyiz?
Keyifle gezdim bienali ve keyifle her şeyi hafızama kaydettim. Aynı ben değilim çıktığım yoldan evime dönerken. Nasıl olabilirim ki, tuzlu suyu en derinlerime bulaştırıp, bildiklerimi sorgularken.
Sokak Güzeldir:
BU GÖRSELLERİN HEPSİ BİENAL İÇİN ÇIKILAN YOLDA GÖRÜNENİN ARKASINDAKİ GÖRÜNMEYENLERİ GÖREN GÖZLERİMDEN SEÇTİKLERİM...
Yoksa geçmişten kopya çeke çeke tekrarlara mı düşelim?
Ayıplara teslim olup incir yaprağıyla mı örtelim üstlerini?
Dünyaya güneş sürekli enerji veriyorken bunun karşılığında hiç birşey beklemiyorken, insan doğadan hep alma derdinde. Belki durup günlük kaygılardan sıyrılıp düşünmeye varmalı ve her türlü düşünce kalıplarından arınıp hiçliğe varmalıyım.
Hiçlikten dönüşüp değişime varıp kendimi özgürleştirecek bir alet yapmalıyım. Sonra onunla uğraşmalı ve kendimi şekillendirmeliyim. Sanat yapmalıyım kendimi bulabilmek icin. Ama görüyorum ki kusurlu insanın sanatı da hep kusurlu oluyor.
Doğaya dönmek mi kurtaracak bizi?
Doga diyor ki ondaki detayları görebilirsek o da görünür kılar bizi.
Dinler üstü bir insan mı yaratırsak kurtuluruz yoksa? 3 boyutlu teknolojik gözlükleri kuşanıp, görünmeyenleri göreceğimiz, yel değirmenleriyle yaptığımız savaşı kazanır mıyız?
Bize uygulanan görünmez sansürleri fark eder miyiz?
Sadece izin verilen bilgileri alma hakkı tanınıyor farkında mıyız? Bu bilgiler bizi geliştiriyor sanıyoruz oysa aynı noktada mı duruyoruz?
Kafam karışık. 3’lü düğümlendim.
Kendim, aynadaki görüntüm ve aklımın yarattığı ile beraber yaşıyorum. Hepsi bambaşka görüyor görünmeyeni.
Bir lambanın iz düşümü kadar aydınlanmış olabilir miyim tarih boyunca?
Aydınlanma çağı dedikleri beni ve insanlığı bu kadar mı aydınlatabildi?
Ölümler ve kutlamalar, açlık ve lüks, kan ve kahkaha yan yanayken.
Kanımca insanlığın nesli tükenmeden onu bir objeye çevirmeliyiz o zaman ölümsüz olacaktır.
Belki de istediği bu insanlığın. Inşa ettiği her şeyi muhteşem gözüken kuvvetli malzemelerden yaparken, içi kirlenmiş ve cürümeye baslamış gibi sanki.
Bunu ona göstersek daha barışcıl, daha sevgi dolu bir hayat yaratabilir miyiz?
Keyifle gezdim bienali ve keyifle her şeyi hafızama kaydettim. Aynı ben değilim çıktığım yoldan evime dönerken. Nasıl olabilirim ki, tuzlu suyu en derinlerime bulaştırıp, bildiklerimi sorgularken.
Sokak Güzeldir:
BU GÖRSELLERİN HEPSİ BİENAL İÇİN ÇIKILAN YOLDA GÖRÜNENİN ARKASINDAKİ GÖRÜNMEYENLERİ GÖREN GÖZLERİMDEN SEÇTİKLERİM...
Deniz 2 seferde de bienal yolculuğumda karşılaştığım harika bir ruh. gerek sorduğu sorular, gerek verdiği tepkiler ve çocuk aklı ile hiç birimizin cesaret edemeyeceği tavırlarda bulunan cesur küçük adıma. Annesine ve babasına hayran kaldığımı söylemem lazım. dünyayı bu çocuklar kurtaracak. umut her zaman var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder