Check Point Charlie |
Berlin 2016 Aralık
Soğuk ve gri dediler,
Köşeli ve sivri
dediler,
Kuralcı ve esnek değil
dediler,
Ben Doğu taraftayken Rina Batı'da ne garip bir ikilem |
Yılbaşı pazarında ölenlerin anısına ... |
Geldik, isteyerek,
merak ederek biraz da son hafta yaşanan yılbaşı pazarı olayından dolayı huzursuzlukla...
Beklenen soğuğu şahsen
hissetmedim.
Gri yerine yılbaşı ruhunun yeşili kırmızısı ve pırıltıları
karşıladı bizi. Kurallarıyla herşeyin ne kadar kolay olduğunu, esnek
olmadıkları için güvende olduğumuzu, köşeli hallerinin aslında yaşanmışlıklardan
kaynaklandığını, sivriliklerini de
sergiliyebildiklerini gördüm şu kısacık bir kaç dolu günde.
Bu seyahatim her ne
kadar yılbaşı ruhu, inanıda yaşamak ve keyifli anları arttırmak adına olsa da
altında derin bir hedefi kapsıyor.
Ilk hanuka mumunu
sokakta İstanbul’da yakıp son geceninkini Berlin’de yakma hevesime, kötülüğün
başladığı toprakları görme telaşım ekleniyor. Yılbaşı ruhuma bitmeyen öğrenme
hevesimi ve canım arkadaşımıda ekleyip yola çıkıyorum.
Brandenburger kapısı önünde menorah |
İnsanız haliyle ön
yargılarımız var. Ilk Almanya seyahatim Frankfurt’a olmuştu ve pasaport
kuyruğunda beklerken ya polis bana yahudi olduğumu sorarsa ne derim diye
gerildiğimi hatılıyorum.
Burada yahudiler “artık” güvende...
Sokakta bir kaç
adımda bir evlerin kapısının önünde metal plakalar görülüyor. (1)
Walter SteinWasser
doğum 1899
deport 8.11.1943
Auschwitz
ölüm 2.1.1944
Her levhada nefes daralıyor. Tek tek buradan
alınıp götürülen yahudilerin isimleri pirinçten yapılmış 10x10cm levhalar sen
üzerine basıp geçtikçe pırıl pırıl parlıyor.
Artistin seçtiği metalle aslında
tarihe bir göndermede yapılmış oluyor; yok olmuş insanların aslında gerçekte
hep parladığı yönünde. Derin bir nefes alıp yürüyoruz. Şehrin en büyük
meydanının önünde soykırım anıtı, her yerde ibranice yazılar ve hanuka bayramı
dolayısıyle kocaman sekiz kollu şamdan(2).
Sadece 70yıl önce
yakalarına takılan sarı yıldızla homoseksueller, çingeneler ve engelliler gibi
ötekileştirilen, sistematik olarak katledilme planlarına kurban giden o gün
160.000 bu gün ise 30.000 yahudi var Almanya’da.
-dip not: 1933ten önce
nüfusun 0.7% yahudiymiş.
savaşın izleri çok acıtıyor... |
Berlin şehrinin
hikayesi ilginç; Otuz Yıl Savaşları 1618'den 1648'e
kadar sürdüğü sırada belki en çok Berlin'i vurdu. Nüfusun yarısı azaldı. Friedrich Wilhelm 1640'ta Berlin'e Avrupa'nın çeşitli yerlerinden insanları
davet etti. Zamanın en cok parası olan insanları tabii ki yahudi ailelerdi. O
yüzden 1671'de 50 tane Yahudi ailesine Berlin'e Avusturya'dan taşınma izini
verildi. 1685'te Friedrich Wilhelm Fransız Huguenotları Mark Brandenburg'a
davet etti. 15.000'nin üzerinde gelen Huguenotların 6000'ini Berlin'e yerleşti. 1700'de Berlin'in nüfusunun 20%
Fransızdı. Kendilerine kilise yaptılar ama tam karşısına da Almanlar biraz daha
yükseğini. Her daim güç savaşı...
1918’de
1.Dünya Savaş’ında yenilen Almanya’nın tek sorunu ekonomisiydi. Tarih olaylara
her daim bir günah keçisi arar ve nedense hepte aynı ırk seçilir. Gene
lanetlenmiş ırkı buldu ve yahudilerin parası ilk ciddi hedef oldu. Ulkenin
kalkınmaya başlaması 1933’te Nasyonal Sosyalist partisinin 38%oyla başa geçmesiydi.
Adolf Hitler'in hapisteyken kaleme aldığı Kavgam'da anlatıldığı gibi sistematik
ilerlemenin ilk adımları başlamış oldu. ARİ IRK yaratma derdiyle ülkeyi,
anayasayı ve yaşam koşullarını tamamen değiştiren Hitler tarihe kara leke
olarak yazılmaktan kurtulamadı.
Sonrasını
adım adım tarihte biliyorsunuz ama Topogphy of Terror müzesinde bunu dökümanlarla
görmek insanın içini sızlatan türde.
Her daim
ötekileştirerek kötülüğe maruz bırakılan insanı bu acizlik seviyesine getirenin
aynı ırktan bir başka insan olmasını insanın aklı almıyor.
Rehperimiz Israelli
Berlin’de yaşayan bir genç Adı Eyal. Onunla gezerken sokak aralarında ilginç
noktalarda duruyoruz. İlki metro durağı önündeki anıt.
O dönemde
tekstilcilerin ve modacıların bir çoğu yahudi. Anıt o günlere gönderme. 3’lü
bir camın içine giriyorsunuz. Her yerinizi incelemeniz mümkün. Dışarıdan sadece
bir ayna iken yerdeki yazı sizi o güne götürüyor.
Önündeki metro durağı ise
öylesine bir durakken içeriye girerken farketmediğinizi dışarıya çıkarken
farkediyorsunuz.
Dönemin tekstilcilerinin adlarını tek tek basamaklarda
sıralanmış. Gene aynı his, onlar yoklar ama aslında varlar.
1938 yılındayız,
Kristall Nacht olarak bilinen geceden sonra katolik kilisesinde Lichtenberg
adlı bir katolik papaz bu yapılanın büyük bir haksızlık olduğu hakkında konuşma
yaptıktan kısa bir süre sonra hapise atılıp vatan haini damgasıyla Dachau toplama
kampında katledildi.
Adim adim yuruyoruz
rehperimiz Eyal ile. Her adımda durup iç çekip inanması güç şeyler dinliyoruz.
Bebelplatz
meydanındayız. 1933’te yahudi yazarlara ait 20.000 kitabın yakıldığı
noktadayız. Lenin'in okudugu Hukuk fakültesiyle Einstein'in okudugu Humbolt Üniversitesi’nin
arasındayız.
10 Mayıs 1933’te
Nazi öğrenci örgütü üyelerinin yaktığı kitapları simgeleyen
Micha Ullman
tarafından tasarlanan ve yakılan 20.000 kitabın sığabileceği boş bir yeraltı
kitaplığı (raflar) yer alıyor. Rafları yerdeki cam bir panelden görüyoruz. Aynı
meydanda birkaç farklı noktada yerde yer alan metal plakalarda da kitapları yakılan
yazarlar arasında yer alan Heinrich Heine’nin 1821 yılında Almansor adlı
oyunundan şu cümle yazıyor:
Kitapları yakanlar bir gün insanlarıda
yakarlar.
Bu günlerde Ayşe Kulin’in kitabını okuyanınız varsa aynı satırları
orada da bulacaksınız.
Ve 1940’larda
kamplarda gerçek oluyor bu sözler. Her yıl Mayıs ayının başında anma
töreni adına Humbolt Üniversitesi tarafından aynı meydanda edebiyat festivali
düzenleniyor; festival boyunca meydana konan raflardan kitap alıp yerlerdeki minder
ve hamaklarda okumak mümkün.
Derken Berlin Dom
önündeyiz. Adolf Hitler’in konuşmasını yaptığı günle bu gün arasındaki fark
inanılmaz. İnsanın içi titriyor kimbilir o gün bu meydanda ne sözler söylenip
yerine getirildi. Birden bizim meydanlarımızı düşünüyorum taraflı konuşmalarda
kalabalığa müdahale olmayan ama halk etkinliklerinde tomalar ve askerler…
Otoriteye karşı durmak mümkün değil işte. Cezası hep aynı.
Rosenstrasse üzerinde duruyoruz. Burası 2. Dünya Savaşı
sırasında Yahudi erkekler ile evlenmiş Aryan (Arî, saf Alman) kadınların,
kocalarının toplandıkları binanın önünde yaptıkları eylemin olduğu alandayız. Ruth
isimli bir kadının kocasını kaybetmesi ile başlayan baş kaldırı 600kadının desteği ile büyüyünce
çaresiz kalan Gestapo binada tutuklu kalan erkeklerini serbest bırakır.(3)
Diyorum kadınlar kurtaracak bu evreni çünklü kadın demek koşulsuz AŞK demektir.
Adına yapılan anıttaki her detay saatlerce bakıp üzerinde düşünmeyi
gerektiriyor ama vaktimiz kısıtlı yürüyoruz.
Karşımıza bir direk
çıkıyor. Üzerinde adlarının sonlarına yahudi oldukları belli olsun diye
yakıştırılan takma adları görüyoruz. Bütün kadınlar Sara ve bütün erkekler
Israel. Peki bu kişinin yahudi olduğunu nasıl bilecekler ve bu takma adlar
konulacak. Üşenmemişler ve bir tablo hazırlamışlar. Yahudi kimdir? Tek bir
ebeveynin yahudi olmasıyla ailenin nasıl ari ırktan uzaklaştığını gösteren bu
tablo günümüzde yahudi olmak ve Israel’de yaşam hakkına sahip olmakla eş değer.
Gene bir ironi ile karşı karşıyayız. Kötülükler kısa vadede tükenince sonsuz iyiliklere dönüşüyor. ve buna engel olmak mümkün değil.
Bir başka trajedi
burada gözümüze ilişiyor. Sistemetikleşmiş planın nasıl kurallara bağlı
işlediğini adreslerden toplanan ve trenlerle toplama kamplarına taşıma işlemi
sırasında SS subayları tarafından tek tek trene bindikleri tiklenmiş. Alman
disiplini diyorum, her zaman başarılı diyorum. Kurallara uygunluk diyorum ama
tek diyemediğim neden bu nefret?
Tren istasyonun adı
Grünewald. 1941’den itibaren bütün taşımaların yapıldığı 17nolu peronda bu gün
bir anıt var gene. 186mtlik bir demir yol kalkan 186 treni simgeliyor ve her
demirin üzerinde kaç kişi taşındığı ve ne yöne gittiği yazılmış. Bazılarının
üzerine çiçek bırakılmış, acıtıyor.
Ve bir ara sokağa
giriyoruz. Nefis grafitilerle süslü. Herbiri başka bir gönderme, özgürce
sergileniyorlar, silen üzerini boyayan yok. Protesto serbest. Aklıma gece
boyanan gökkuşağı merdivenleri geliyor. Yasaklar ve yasaklar.
Sokakta minicik bir ev. Otto Weidt’e ait.
Burası soykırım döneminde bir çok Alman’ın yapmaya çalıştığı, insanları
sakladıkları, ölümden korudukları ve Gestapo’ya kafa tuttukları yerlerden biri.
En ünlüsü Amsterdam’daki Anne Frank’ın evi ve daha niceleri. İşte gene insan
ırkı kendini yok ederken aynı ırk onu koruyor. Soru aynı neden bu nefret?
Ev bir fırça yapım atölyesi
ama çalışan herkes kör.
Bu insanlar 1942’ye kadar burada bir şekilde korunaklı yaşadılar
ancak her birinin hayatı kaçınılmaz sonla bitti ne yazık ki. İçlerinden biri
umut dolu, diğeri ne yazık ki acı.
Alice Lindt Auschwitz
yolunda attığı bir kartpostalla kurtulurken, Horn Ailesi binanın içine görünmez,
penceresiz, havasız bir odaya Otto tarafından yerleştirildiler.
Bir gün gündüz
vakti burada kalmaktan bıkıp daralan Max sokağa çıkarak eski bir sınıf
arkadaşını görür. Sohpetleri sırasında hiç sıkılmadan saklandığı yeri söyleyen
Max ne yazık ki Gestapo adına çalışan yahudi arkadaşı Rolf Isaakson tarafından
ispiyonlanıp Auschwitz’de katledildi. Yaşadıkları binanın kapısında
Stolpersteinleri duruyor. Pırıl pırıl parlak hemde.
Bir kahve molası,
harika Alman unlu mamüllerinin lezzetiyle soğuktan azda olsa sıyrılıyoruz. Soru kafamda,
onlar o incecik pijamalarla nasıl yaşadılar bu soğukta? Bunca eziyet neden?
Istikamet mezarlık.
İlk mezar taşı 1244 göstermesine rağmen aslında yerleşim başlamasıyla dikkat
çeken ilk mezar taşları 1344 yılına ait. Yerden bir taş alıp adettendir
bırakıyorum anıtın üzerine. Yüreğimdeki bütün bedensizlerin anısına… Içerisi yemyeşil
bir bahçe. Mezar taşlarından eser yok. Biri hariç. Moses Mendelssohn 1789
Bu mezar taşı bizi
onun torunu olan ve meşhur düğün marşının bestecisi Felix Mendelssohn’a taşıyor.
Neden bu marş çalınmaz hiçbir yahudi düğününde? Hikayesi oldukça etkileyici.
1729’da doğmuş olan filozof Yahudi tarihindeki aydınlanma çağının en etkileyici
isimlerinden. Kendisi o dönemde geto şeklinde yaşayan yahudi hayatının sona
ermesini, almanca öğrenip topluma karışmalarının önemini vurgulamış. Eserlerinde
bu fikirlere çok yer veren filozofun oğlu Hristiyanlığı seçmiş ve torunu olan
Felix’te tam bir Hristiyan olarak yetişmiş. İşte o yüzden çalınmazmış bu marş düğünlerde.
Alanda bulunan bütün
mezar taşları 2.Dünya savaşı zamanında toplatılıp bombalamada yıkılan Gestapo
binalarının onarımında kullanılmış. Çok acı ama gene aynı düşünce ile
kalıyoruz, sen ne yaparsan yap o isimler hep yaşıyor. Bir de ilginç bir noktayı
anlatıyor rehper, taşların üzerinde uzun uzun yazılar var. Bu yazılarda ölen
kişinin sıkıntılı olduğu, kötü olduğu durumları yazıyorlar ki Tanrı bunları
dikkate alarak onu bu şansla tekrar dünyaya getirmesin… İroni nefis…
Yol üstünde Yahudi
okulunu görüyoruz, önünde polis, tepede kameralar ve demir kapılar. Her yerde
aynı hallerdeyiz deyip devam ediyoruz. Arada bir bina çıkıyor karşımıza iki
bina arası kocaman bir boşluk. Rehper bu boşluğun yangınlarda yan binaya
sıçramasın diye yapılan ara evler olduğunu söylüyor ve dikkat çeken ise
duvardaki isimler. Bunlarda buralarda yaşayan yahudi ailelerin adları. Ölüler
şehrin her yerinde canlı canlı, pırıl pırıllar işte…
Ve son durağımız olan
Sinagog’un önüne geliyoruz. Artık bir müze olarak kullanılan binanın arkasının
tamamı yanmış. Burası nasıl kurtulmuş Kristal Gece’de yağmalanıp yakılmaktan dersiniz?
Hikaye ilginç: 9 Kasım 1938'de Kristal Gece olarak da bilinen gecede Sinagogu ateşe
verildi. 10 Kasım sabahı sinagogun bulunduğu mahalde görev
yapan polis memuru Otto Bellgardt Nazi kalabalığını dağıttı. Binanın tarihi değeri
yüzünden koruyacağını söyleyen Bellgradt silahını çekip kanunlar çerçevesinde
kullanmaktan çekinmeyeceğini söyledi. Bu durum itfaiyenin bölgeye gelip yangını
söndürmesine olanak sağladı. Polis memuru Bellgardt'ın üssü olan bölge
sorumlusu Kıdemli Çavuş Wilhelm Krützfeld bu durum karşısında polis memurunu
korudu. Berlin polis komiseri Graf Helldorf Krützfeld'i sözlü olarak kınadı ve Krützfeld
yanlışlıkla Sinagogu'nun
kurtarıcısı olarak etiketlendi. Her daim iyiler var demekten alamıyor kendini
insan. Sinagogun önündeki 7. Mumu yanmış olan hanuka bayramı için konulmuş
şamdan olan menoraha bakıyoruz ve mucize vardır diyoruz.
Gezimiz Soykırım
anıtında son buluyor. Anıttan önce müzedeki bir odadan bahsetmek istiyorum. Serginin adı Shalekhet
- Fallen Leaves - Menashe Kadishman tarafından yapılmış. İçi 10.000 demir yuvarlaklarla çevrili akustik
bir oda. Yerdeki tüm demir yuvarlaklar ağızları açık yüz şeklinde yapılmış. Siz
üzerinde yürürken çıkan tınılar hem korkutucu hem de bir o kadar huzur veriyor.
Amaç savaşın sertliğine gönderme yapmak ve tabi ki gene yok olanları canlı
kılmak.
Bir kitap “Insanın Anlam Arayışı” Viktor E. Frankl kamplardan
kurtulan biri olarak kaleme almış 1946’da yayınlanmış. Yaşamdaki anlamın 3
farklı yoldan keşfedilebilir olduğunu söylüyor:
-
Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak ( başarı)
-
Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek ( sevgi)
-
Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek ( cesaret)
Kötülüğü izlemek üzere geldiğim bu seyahatimde bu kitabın son
cümlesi ve oradayken yılbaşı geceki Reina saldırısı ve şu anda bu satırları
yazarken İzmir Adliyesi patlaması ne kadar da örtüşüyor.
“ …çünkü dünya çok kötü durumda ve her birimiz elinden geleni
yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek. Bu nedenle uyanık olalım:
Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana
da neyin tehlikeli olduğunu biliyoruz”
Frankl bilmediği ise o anlardan sonra kötülüğün hep devam ettiği
ve edeceği ama uzun vadede ise hep iyliğin kazanacağı.
Huzurlu anlarımız, mutlulukla gülen çocuklarımıza verilecek güzel günlerimiz ve umudumuz hiç
bitmesin. Hoş geldin 2017.
Kendime not: Kötülüğün
devamı “ March of the Living” ile Polonya’da devam edecek.
1-Projenin adı STOLPERSTEIN. Almanca engel
anlamına geliyor. Stumbling block deniliyor İngilizce. Alman bir artist olan
Gunter Demnig tarafından 1992’de başlatılmış. 10x10cmlik pirinç levhalardan
yapılmış kare bloklar Nazi soykırımı döneminde o binadan alınarak hangi kampa
götürülüp katledildiğini yazıyor. Bu bloklar aynı zamanda çok antisemi,tik bir
söylem olan “ Bu yahudiyi buraya gömmek lazım” sözünede bir gönderme olduğu
söylenmekte. 2015 itibariyle 18 Avrupa ülkesinde
1000den fazla şehirde 50,000den fazla bu karelerden var. ( Austria, Hungary,
the Netherlands, Belgium, the Czech Republic, Russia, Croatia, France, Poland,
Slovenia, Italy, Norway, Ukraine, Switzerland, Slovakia and Luxembourg.
3-https://en.wikipedia.org/wiki/Rosenstrasse_protest
aynı zamanda bu konu Holywood tarafından 2003 yılında film olarak vizyonda
gösterilmiş.
4- http://serdarkuru.blogspot.com.tr/2016/01/umutlu-fareler.html
Kalemine sağlık. Sayende adım adım gezdim ben de :) iyiliğin uzun vadede kazanacağına duyduğumuz inanç ile sabredebiliyoruz. Umarım haklı çıkarız:)
YanıtlaSilDünya iyilerin enerjisiyle dönüyor....
YanıtlaSil