Aralık ayında Londra'daydım. Yılbaşı ışıklarıyla beni 400 küsür günlük rutinimden çıkarır sanmıştım ama gördüğüm gezdiğim her şey dönüp dolaşıp yaralarıma basınca yazmak gerekti. Yazımı okurken arka fonda https://www.radyoklasik.online/ dinlerseniz ve belki de ağlamak isterseniz serbestsiniz. Toplum içinde okurken ağladığınız için biri size mendil uzatırsa da kabul edin.
Kapıdan girdiğinizde 35mt yüksekliğinde ve 155mt uzunluğundaki devası çelik konstrüksuyon ağırlığıyla sessizliğe gömülüyor insan. Buraya her gelişimde aynı tüyler ürperten hisle girip inanılmaz fikirler ve duygularla donanmış çıkıyorum.
Tate Modern bir elektrik santrali. 1981’de kapandıktan sonra modern sanat için devreye
alınmış büyük bir endüstriyel yapı. Oysa içindeki sanatçıların endüstriyel
yapıdan oldukça uzak olduğunu düşünürdüm ta ki Mire Lee ("me-ray") sergisini
gezene kadar.
Öncelikle sanatçı
hakkında kitabi bilgileri aktarayım sonrasında hisler ve yaşamımı nasıl tahrik
etti açık kalplilikle paylaşmak isterim.
Mire Lee, 1988
Güney Kore doğumlu. Halen yaşamını Seoul ile Amsterdam arasında geçiriyor. Bu
genç sanatçının en büyük özelliği kinetik heykelsi enstalasyonlar yaratması. Lee,
zaman içinde çürüyen ve deforme olan konuları, gerçek formlarıyla çelişen teknolojik
görseller kullanılarak hayata geçirirken insanı sorguluyor. Lee'nin çalışmaları
benlik, sosyal kabul edilebilirlik kavramlarına meydan okuyor adeta. Eserleri içgüdüsel
olarak izleyenleri bir şekilde tahrik ediyor. 2012’de Seul Ulusal Üniversitesi
Güzel Sanatlar ve Heykel Bölümü'nden mezun
olduktan sonra, medya sanatı alanında yüksek lisans yapmış. Lee'nin çalışmaları
bir çok Bienal’de ve karma sergide yer almış. Hepsinden önemlisi Gelecek Nesil
Sanat Ödülü'nde Özel Ödül için listeye alınmış.
Ben son kişisel
sergisi olan Open Wound – Açık Yara Tate Modern’de gezme fırsatı
bulabildim. Sergi 16 Mart’a kadar açık. Yolunuz düşerse kaçırmayın.
Hole girer girmez su damlama sesleriyle irite oluyorum. Sanki tavan delinmişte yağmur içeri yağıyor. Bu rahatsız edici hisle ilerlerken, karşıma, Harry Potter filmlerinden kaçıp gelmiş bir ruh emici çıktı. Kirli, grimsi şefaf bir yaratık öylece tavandan aşağıya sarkıyordu. Ruhumu emip beni aptal bedenimle bu evrende yapayalnız bırakacağı hissiyle yumruklarımı sıkıyorum. Elimden ne gelir ki, savunmam mümkün değil kendimi. Benden güçlü ama bir tane, belki de başa çıkarım dediğim anda, kafamı kaldırıp 155metrelik holün tamamında onların varlığını hissetmek tarifsiz bir korkuydu. Endüstriyel bir makina sesi beni benden alıp Nazi Almanya’sındaki o gaz odalarının soğukluğuna sürükledi ve hemen arkasından 400 günden fazladır yer altında tutulan rehineler geldi gözümün önüne. Ruhlarını emdikleri o insanları. Her birinin bir hayat hikayesi olan insanları. Onları o karanlığa, aileleri o hüzüne mecbur kılan insanlığı. Biz ne zaman bu kadar gaddar olduk diyemiyorum zira tarih savaşlar, katliamlar ve öldürdükleriyle güçlendiklerini sanan yöneticilerle dolu. Kısa bir zaman içinde de bunlardan kurtulacağımızı hiç sanmıyorum. Tuhaftır ki bu hislerden sonra bir garip hüzünle nahoş duygular doluyor içime. Hüzün toprak olanlara, nahoşluk ise sevgiden yoksun kırılgan ve güçsüz insanın kendi acizliğini üstün görerek, örtmeye çalışmasıydı.
Yaralarımız var
hepimizin. Öldürenlerin ve de öldürülenlerin. Katledilenlerin ve onların
azmettiricilerinin. İnsan yaralarıyla var evrende ve bu yaralarla iletişim
kuruyor aslında. Ne kadar çok yaran varsa, dışarıya o kadar daha fazla korku
saçıyorsun eğer kendi gerçeklerinle yüzleşemezsen. Ne kadar yaralıysan, o kadar
zarar vermek istiyorsun. Nasıl tamir olacak bu yaralar? diye düşünürken duvar
dibindeki serginin başlığının Açık Yara olduğunu okuyorum.
Dönüp bir kez
daha bakıyorum bütün o kasnaklara gerilmiş ruh emicilere. Bir anda eriyip yok
oluyor o his ve ben üzerimdeki derimle, beni koruyamayacak kadar şefaflaşmış
içimi gösteren delik deşik acılarımla başbaşa kalıyorum.
Ağlıyorum,
sessizce duvar dibine çöküp. O kadar yaralarım var ki hepsi karşımda sanki.
Hepsi bir olmuş bana bakıyor. Ve bir anda çırılçıplak kaldığımı hissettim,
kırılgan ve yalnız. Hüzünle göz yaşlarımı silerken, bir anda bu çemberlerin her
birinin bambaşka insanlar olduğunu düşününce, büyük bir ferahlama hissettim.
Benim gibi yaraları olan, benim gibi acılarla yaşamda mücadele eden, sevilmek
ve kucaklanmak, destek görmek isteyen binlerce kırılgan insandılar artık
gözümde o kasnaklar. Sevgiyle birleştirdim hepsini ve en derin acıların bile bu
evrende sevgiyle tamir olabileceğine olan inancımı körükledim. Sakinlemiş ve
göz yaşlarımın kurumuştu, şimdi sergiyi gezebilirdim.
Silikon, seramik,
kumaş, tüpler, boyalar ve pompaların tuhaf heykellere dönüştüğü Mire Lee
dünyasına hoş geldiniz. Zevk çizgilerini zorlayan, bilim kurgu hayaletlerine
dönüşen zemin katın betonunun üzerindeyiz.
"Her zaman
vahşi görünümlü kaba işler yapmak istemişimdir" diyen sanatçı, tüm
insan eylemlerinin arkasında samimiyet, umut, şefkat, sevgi ve sevilmek gibi
yumuşak ve savunmasız duygular olduğu fikriyle yola çıkmış.
Lee, Turbine Hall'u tavandan, metal zincirler üzerinde asılı duran kasnaklara gerilmiş, deri görünümlü kumaş heykeller ile dolduruyor. Salonun doğu ucunun ortasında, bir tavan vincine asılı olan motorlu bir tambur yavaşça dönüyor. Mekanik ses boşluğu ele geçirmiş. Et benzeri silikon kumaşlar, kırmızımsı bir sıvıyla boyanıyor dişlilerin arasında. Kalan sıvı alttaki büyük bir tepsiye boşalıyor. Tambur asla durmuyor ve kumaşlar sürekli artıyor. Sergi 95 kasnakla başlatıldı ve bittiğinde tahmini 152 kasnak olacak tavanda asılı. Yani bir dönemin elektrik santrali bu fikirle sanki yeniden üretime geçirilmiş gibiydi. Aynı zamanda da bu sonsuz üretim döngüsü, açılan yaraların sonunun gelemeyeceği hissini bize aktarıyor. Hem makine, hem de insan eliyle bir üretim ve çürüme süreci yaşanıyor herkesin gözü önünde.
Lee'nin sanatı merhametli, ama gözü kara. Gerçek yaşamda genellikle
söylenmeyen dürtüleri, fantezileri ve görüntüleri sergiliyor aslında. Tehdit altındaki bedenler ve işkence gören
ruhlar. Sanatçı bu hissi ortadaki
makinadan geçen kumaş parçalarının, dişliler arasındaki boyanma yolculuğu ile
bizlere aktarıyor. Yaşamdaki acımasızlıklara bir emsal.
Sanatçı kendi yarası
için bir metafor oluşturmakla başlamış. “Sanatınızla dünyayı değiştirmek
istersiniz ama yapamazsınız. Odak noktası, dünyayı değiştirememe becerisi
değil, daha çok yaranın açık kalması ve asla kapanamamasıdır. Acıtmayı
bırakmaz. Bunu sanat dünyasının ötesinde düşündüğümüzde de, insanların acı ya
da ıstırabı unutmak yerine, onunla yaşamayı seçmesinin gerçekten dokunaklı bir
kavram olduğunu düşünüyorum. Benim için bu, insanın şefkat kapasitesiyle
ilgili.”
Projenin ölçeği
büyüyünce imalatçılar ve montajcılar
gibi diğer meslek insanlarıyla birlikte çalışarak kolektif bir emek oluşturması
sanatçıyı daha da heyecanlandırmış. Lee'nin fabrikası, sanayi tarihinden
anların bir kolajı adeta. Kumaş
'derilerinin' kurutulması, tekstil sanayisine, zincir askıları kömür
sanayisine , makara sistemi maden sanayisine bir gönderme. Nesiller boyu
işçiler kiri, acıyı ve yorgunluğu nasıl temizlediler diye sorguluyor zihinler.
Lee'ye göre,
endüstrinin şiddeti hayranlık uyandırıcıdır. “Bir insanın, bireysel bir
hayatın, daha büyük bir sistemin içinde sıkışıp kalmasına tanık olmak Açık
Yara sergisinin temel konularından
biri.” Tate Modern'in bir elektrik santrali olarak endüstriyel geçmişine dikkat
çekiyor ve şu soruyu soruyor: Müzenin, bugün ürettiği şey nedir?
Açık Yara zıt kavramlar arasındaki geçişleri sorgulatıyor:
insan ve makine, yumuşak ve sert, iç ve dış, eski ve yeni, tanıdık ve tekinsiz,
bireysel ve kolektif.
Lee'ye göre,
günlük yaşamlarımız genellikle duygusal olarak tutarsızdır. Güvencesiz
yaşamlarımızı daha iyi anlayabilmek ve
değer verebilmemiz için umudun yanı sıra korku ve acıyı da kucaklamamız için
bize meydan okuyor.
Derin duygularla gezdiğim bu sergideki hislerimle, dünyanın tüm rehine ailelerinin acılarını durdurmasını dileyerek çıkıyorm Tate Modern’den.
502 gün sonra bir anne, 2 çocuk ve 85 yaşında birinin cesedini teroristlerin elinden aldığımız bu günde yayınlıyorum açık yaralar yazısını çünkü evrendeki açık yaralar, din,dil,ırk farketmeden korunup kollanmalıyken, insanlık keyfine göre önem sırası belirleyip bunu göz ardı ediyor. Yaşananlara karşı sessizliği seçip fıtrat deyip susuyor. O kasnaklara takılı uçuşmaya devam eden açık yaralarımızla evrende salınıyoruz.
Açık
yaralarımızın şifa bulması dileğiyle…
Baruh Dayan HaEmet...
https://www.tate.org.uk/whats-on/tate-modern/mire-lee/exhibition-guide Tate Modern sayfasında sergi ile ilgili
daha detaylı fotograf görmek ve sesli audio dinleyerek daha fazla bilgi edinmek
isteyenlere linki bırakıyorum.