22 Aralık 2014 Pazartesi

12 AYDAN EVREKA ANLARI

     
Her sene bir yeni yıl yazısı yazıyoru.
Aslında size değil kendime bu yazılar ama paylaşınca artan tek şey sevgiymiş ya yazılarımda paylaşılınca çok mutlu oluyorum. Onun için kimin yüreğine düşerse, ne mutlu bana.
Her sene bir geriye dönüşle, biten yılın muhasebesini yaparım. Bu sene farklı olsun sadece evreka anlarımı yazmaya karar verdim.
Evreka, hepinizin bildiği gibi ünlü mucit Arşimed’in banyo yaparken suyun kaldırma gücünü aniden bulmasının ardından ‘Evreka’ (Buldum) diye çıplak vaziyette dışarı fırlamasına atfen, bilim adamlarının ‘Evreka anı’ diye tanımladıkları durum. Psikolog John Kounios şunu ifade ediyor: “Çevrenizle alâkalı daha az farkındalıklı olduğunuzda, daha çok içsel düşüncelere karşı farkındalıklı olursunuz.” Bu evreka anları genelde zihnimizin berrak ve rahat olduğu zamanlardır. Beklenmedik anlardır ve sonuç her zaman önemlidir.
Evreka; bildiğiniz ama söyleyemediğiniz bir çok buluşun hayata geçişidir...
Evreka; umutların bittiği anda bir ışıktır...
Evreka; bazen büyük bir çığlıktır umulmadık anlarda...
Evreka; şefin spesyalidir....
Evreka; kulağa hoş gelen güzel bir tınıdır
Evreka; kendine özgüdür...
ve Evreka; bir ağacın gölgesinde düşlere dalmanın verdiği güven ve özgürlüktür...
Başladım bende 2014 içindeki 12 aydan evreka anlarımı listelemeye.
İlk yakaladığım Ocak ayında. Hiç yapamam dediğim, asla deyip bitirdiğim geçmişten gelen bir eli tutmak oldu. Hesapsızca yapılmış, akışa bırakılmış, neden-sonuç ilişkisi kurulmadan yürüme kararı alınmış bir Cumartesi sabahı kahvesi. Evreka anı: Geçmiş tehlikeli olduğu kadar tekrarlara açıktır.
Sonra hiç yapamam dediğim, nasıl olacak, nasıl başlayacak dediğim soğuk ama içimde sımsıcak bir Şubat yakaladım. Hiç tahmin etmediğim bir anda hayal gibi hayatıma hatta zihnime sıvışan bu dengesiz kimlikle bütünleştiğim bir Şubat. O andan sonra bütün evrekalar değişti, hatta hepsinin temelide belki o olacak. Evreka anı: Hayatı yönetemiyorsun, planlayamıyorsun, ön göremiyorsun ama andayken bunlara ihtiyacın olmuyor zaten.

Mart ayında oy verdik. Yeni umutlar, yeni beklentiler, belki değişiklikler olacaktı. Çalanlar çırpanlar, insanlara nefret tohumları ekenler, ötekileştirenler oy kaybedecek ve bizler aydın cumhuriyet çocukları hızla yükselecektik. Daha gezi aklımızda tap tazeydi. Başka ne olabilirdi ki… Evreka anı: Hiçbirşey en üst ivmeye ulaşmadan düşüş yaşamaz ve en üst noktaya vardığını zaman gösterir. Bize sabır ve daha çok çalışmak düşer.

Öyle bir Nisan, öyle bir evreka neredeyse 6 senedir hayatımda yoktu. Koca bir beden sessizce, arkasında bir dolu gözü yaşlı dost ile terk etti bu evreni. Dejavu denilen şey neyse ben dibine kadar onu yaşadım. Gözü yaşlı eşin damlaları sanki benim göz yaşlarımdı. O çocuğun hüzünlü yüzü sanki benim evlatlarımınkiydi. Yüreği yaralı asla tamir olmayacak ana baba sanki benimkilerdi. Evreka anı: Sarıl sevdiklerine ve her daim kaliteli yaşa. Hem tekrarı yok hem aileden başka değerli bir şey yok.
Bir teog geldi geçti Mayıs ayının ılık rüzgarlarında hayatımızdan. Öyle bir geçiş ki zihnimin her noktasında ayrı bir fırtına estirdi. Önce ülkemin gayrı müslimlere yaptığı ayrıcalıkla karşı karşıya kalmanın şoku. Sonra insanların kendi davalarını bile savunmaktan aciz halleri. Derken sınava hazırlanan bir çocuğun 100 soru karşılığı hayatının dönüm noktasının belirlendiği eğitim sistemi. Iyi yapanla yapmayanın ayırt edilebilmesinin torpil gibi birşeylere bağlı olabileceğini, koskoca bir milli eğitim sisteminin yanlış soru ile çocukların hayatlarıyla oynayabildiğini yaşadım. Evreka anı: Not dediğin şey sadece kağıt üzerindedir. Sen farklı olmayı öğret çocuklarına. Araştırmayı, her sistemin doğru olmayabileceğini sorgulamayı, en çokta  koru körüne inanmamayı… ne dedik: Be Bold or Italic, never Regular.
Havalar ısındıkça insanın içi kıpır kıpır oluyor. Bu haziran da  ben gururlu anneliği yaşadım. Büyük zorluklarla 2 kiloluk doğan oğluşlarımı 8. sınıftan mezun ettim. Ne çabalar, ne tartışmalar, ne kararlarla dolu 8 koca seneyi geride bırakmanın haklı gururunu yaşadık hep birlikte. Biz üç kişide iyi bir aileyiz sözünü o gün tüm aile bireyleriyle yaşamanın heyecanı unutulmazdı. Evreka anı: Saçını süpürge etmeden insan evlatlarına güzel bir gelecek verebilir. Bunun içi sadece madiyatla dolarsa, haksız kazanılmışlıklar, içi empati ve olumlu hırsla dolduğunda, dolu dizgin koşan bir ergeniniz olur.




Temmuzun kavurucu sıcaklarının tam ortasında Tzuk Eitan- hayatımıza, kalbimize ve beynimize
bomba gibi düştü. Canlar gitti, topraklar kan oldu. Koca dünya için minicik bir kara parçasında yürekler acı doldu, analar feryad etti. Herkes kendine çekti, herkes kendine gore yorumladı. Her yorum düşünmeden yapıldı, her yorum yapan lanetledi, her yorum bir tarafı haklı göstermek için çabaladı. Ne olursa olsun içinde bulunduğumuz coğrafyayı kirletti, nefretle doldurdu ve toplumun bir rengini ötekileştirdi. Hayatımda dost bildiğim insanların o sözleri o kadar kolay yazabilmelerine şaşırırken, sadece ırkından dolayı bambaşka bir ülkede olanlardan sorumlu tutulmanın acısını bütün kalbimle yaşadım. Antisemitizm denilen olgunun ülkemde buram buram koktuğuna şahit oldum. Yaş, cinsiyet ve eğitim seviyesi gözetmeksizin. Evreka anı: Dünyadaki sınırları insanlar koyar, insanlar bozar. Bilmediğini önce bilmeye çalışıp sonra da anlamaya çalışmak lazım. Bir toprakta barış bütün dünyadakine bedeldir.

Tatil rehaveti, Ağustos sıcakları. Kimse rahatını bozmazken, şezlonglarından kalkıp şehire varamazken, oy kullanmayı üşengeçlik olarak görürken,  ülkemin sadece 50%ni seven bir adam demoratik bir seçimle, Cumhuriyetin 91.yılında 19.Cumhurbaşkanı seçildi. Adına törenlerde dua okuduğumuz bu kişi acaba benim Cumhurbaşkanım olabilir mi? Evreka Anı: Demokrasi çoktandır “halkı kandırma rejimi” oldu! Egemenlik bir kişinin elinde ise ve bu kişinin güç ve  yetkileri sınırsız ise böyle bir siyasi yönetim MUTLAK MONARŞİdir. Gitmeli mi? Kalmalı mı?
Eylül'de gel derler bende öyle yaptım. Topladım ruhumu ve bedenimi çıktım bir YOL’a. Hedef ilüzyonu aşmaktır dedim ve baltalar elimde girdim ormana. Ruh parçam diyen o hayalperest adamın YOL’una ekledim kendimi. Her darbeyi kendime çaktım, bazıları sert, bazıları nazik. Her darbe  bir yandan acıtırken diğer yanımdaki kabuğumu sıyırdı. Kurumuş kabuklar bir bir döküldü ve altından 8 hafta sonra rengarenk bir ham taş çıktı. Sıra ham taşı küp taşa çevirmede. Evraka anı: Tesadüf yoktur, hayatıma eklenen yeni yürekler hoşgeldiniz YOLuma. İnanırsan yapabilirsin.
Ekim,  2014 için hayatımdaki en önemli aydı. 2 senedir bir hayale inandım. 13 senedir bir hayali kovaladım. Sene 99 ben ve Alp Amerikaya gittiğimizde yaşadığımız eşşiz tatilimizi bir gün çocuğumuz olursa onunlada yaşayalım diyerek sonlandırmıştık. O tatilden 5 ay sonra hamile kalmış tek derken çift doğurmuştum. Hastanade gözümü açtığımda ilk sözüm Alp’e çok para biriktirmemiz lazım çünkü bir değil iki çocuk götürmeliyiz Disneyland’a oldu. Ben onsuz bu hayali yerine getirmek için çok çabaladım.
Kendime inandım, gücüme güvendim ve diledim. Inanınca yapabilmenin gururunu yaşadım. Bir de hayalimin içine can dostlarda eklenince tadına doyulamaz bir tatil oldu. 
Tabii ki nerede çokluk orda zorluk yaşadık ama hafızalardan silinemeyecek bir finalle geri döndük uzaklardan. Çantalar alışverişlerle doluyken zihinlerde unutulmayacak anılarla doldu. Biraz buruk, çokça keyif. Evreka anı: Hiç birşey sonsuz değildir. Herşeyin son kullanma tarihi vardır. Tek sonsuz SEVGİdir.

Kasım, beni  her zaman buruk duygularla karşılar. Aralığa hazırlar beni. Senenin sonunun geldiğini
 muhasebe zamanını hatırlatır. Acıları kabuğun altından sızlatır, göz yaşları karanlık gecelere karışır. Daha çok yazarım, daha derinden yaşarım ama beni bu ruh halinden çıkaran bir etkinlik can simidi olur her sene bana. Eksiksiz katıldığım bir macera bu. Her sene bir motoları vardır. Bu sene ki “Hayat ONca bilginin eseridir,” Biraz hayattan, biraz felsefeden, az da olsa politikadan ama çokça ruhuma dokunan konulardan seçtim özenle. Jozef Tarı’dan  Tanrı parçacığı, Noa Baum’dan  A land twice promised,  Bentley James Yaffe’den  Geziden sonra kısıtlamalar, Murat Yetkin’den  2015 Türkiye’yi nasıl bir tablo bekliyor, Hedy Schleifer’den Bağlantı mucizesi. Her bir konuşma beni biraz daha aydınlattı ve bir adım daha ileriye taşıdı. Günün sonunda belki çok yorgundum ama oldukça mutluydum. Evreka anı: Seçimlerle yaşarsın, acı istediğin kadar, keyif almakta.


Ve Aralık, sene sonu… Yapılması gerekenler için son 31 gün. Hediye alıp vermenin keyfi. Aile partileri, dostlarla yemekler, piyango heyecanı bir tarafta, diğer tarafta  da acaba muhasebe tuttumu?, seneden dilediklerimle yaptıklarım denk mi?, kimleri ekledim, kimler çıktı, neden?, yeterince iyi oldu mu?, kimseyi kırdım mı? kırıldım mı?, büyüyüp olgunlaştım mı? gibi bir çok duyguyu yaşatan muhteşem ay… Hemen geçen seneye dönüp bakıveriyor insan… 2013’ü kapatırken kendime verdiğim sözler vardı. Daha fazla yazabilmek, daha fazla dinlemek, anlaşılmak, sarılmak, yolculuk, yol ayrımları, zengin ve derin sohpetler, yeni yerler, yeni insanlar, yeni bakış açıları, daha fazla ailemle vakit geçirmek, oğlanları daraltmadan olanla yetinmek, olmayanın sorumluluğunun bende olmadığını anlamak, bedensizlerin dünyasındaki ağırlığı azaltmak, zihnimle dost olmak ve yeniden “hala” olmak, kontrolsüz olabilmek ve kalbime inanmak istediğimi yazmışım. Nefis bir başarıyla neredeyse 99% yapılmış. Bravo bana ki azimle hedefe yürümüşüm. Evreka anı: Demek ki herşey sende bitiyor!

Gelelim 2015 için dilekler bölümüne;
 Başlangıçlar herkes için en hayati konular,  öyleyse yeteneklerimi cesur şekilde ortaya koymak için cesaret istiyorum. 
Eski olanla yüzleşip yenilenmek, kullandığım teknikleri yenilemek, bugüne kadar bilip inandıklarımın değişmesini diliyorum. 
Uzun süredir sıkı sıkıya bağlı kaldığım ilkelerin ve prensiplerin yerini, yenilerine bırakacağını yada başka bir deyişle yeni bir döneme adım atacak şekilde  radikal yaklaşımlar ve ciddi yenilenmelerle yeni çevrelere ve yeni insanlara gidebilmeyi diliyorum. 
YOL almaya başladığıma göre kararlı olmaya ve aldığım kararların arkasında durmaya hazır olmayı diliyorum.
Aşk ve özel ilişkilerde, geçmiş deneyimlerimin etkisinden kurtulup yeni denizlere yelken açabilmeyi, özellikle ruhuma ve yüreğimin sesine kulak verebilmeyi diliyorum. Ve biliyorum ki  ben yolumda yürümeye devam ederken, bana eşlik etmek isteyen herkesi yanımda görmekten keyif alacağım.
Gitmeyi arzuladığım bir yere gitmek, okumayı arzuladığım bir çok kitabı ruhuma eklemek istiyorum.
Birilerinin ruhuna dokunmak, ruhuma dokunacak birinin gözlerine bakmak istiyorum.
Bu sene 2. kitabımı ellerinize vermek istiyorum. Üç Nokta ile hayatınıza eklenmeyi diliyorum.
Canımın içi oğlanlarımla harika bir tatil, sevgili ailemle daha çok zaman…

 2015 hepimiz için harika bir yıl olacak, şimdiden söylüyorum.
Bu senenin motosu: İNANIRSAN YAPABİLİRSİN.
Sana inanıyorum 2015, hoş geldin!

Sizler için de  kendinize yeni sene de daha çok inanbilmenizi diliyorum, çünkü inanırsanız yapabilirsiniz.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Ve PERDE...



Klişe cümlelerden biridir, "Hayat bir tiyatro oyunu, sende rolünü oynayan bir oyuncusun,".
Tabii ki hayat için tam olarak oyundur denemez ama anlam yüklemek adına kayda değer bir benzetmedir diyebiliriz.  En azından istemediğimiz durumlara katlanabilmek ve sorunlara isyan etmek yerine mücadele etme telaşı oyunun alt yapısıdır.


Biz farkında bile olmadan hayatımızı belirleyen inanılmaz rastlantılar zincirleriyle sarılmış bir evrene doğduk gibi geliyor.



Hepimiz homo sapiens (düşünen insan) tanımını biliyoruz ama yeni dünya bunun tanımına homo ludens(oyuncu insan) tanımını çoktan eklemiş bile.*


Hayatın ince ayrıntılarını bir şekilde kendimiz yazıyoruz. Kendimizce kararlar alıyoruz. Oyunun bir sonraki sahnesinde hayatımızda neler olacağını kendimiz belirliyoruz. Bazen doğru, bazen yanlış tabii ki. Sonsuz deneme yanılmayla ilerliyoruz. İşte bu aldığımız kararlar etkiliyor hayatımızdaki başrol oyunculuğumuzu ve bize eşlik edecek esas insanları.

Evet; Hayat bir oyun dersek, dünya sahnesine ne zaman çıkıp rolümüzü kimlerle oynamaya başlayacağımız, zaman içinde hayatımıza kimlerin girip çıkacağı, neler oynayacağımız belli. Ama yaşam ayrıntılarda gizlidir. Bilenler ve bunun farkında olanlar için hayat ayrıntıdır.  Ve bu ayrıntıların yazarı da kader değil, Kendimiziz.

İşte bu yüzden.Hayatı ayrıntılarda yaşayıp, ayrıntılarda ki farklılıkları tadıp, ayrıntılardaki mutluluğu aramalıyız. Çünkü yaşam senaryomuzun yazarı biziz.
Bir garip hayalle başlayıp, bir an varken bir an yokoluşun, bir an burdayken bir an sonra bilinmezlere açılan perdelerin gizemi bu sahne.




Şimdi benim temsilime bakalım ama siz aynı zamanda kendinizinkini düşünün. 

Oyunumun senaryosu elime verildiği an;

Sahne 1

Güzel ve keyifli bir çocukluk
Kayıt altına almaya değer hiçbir travma yok sadece doğal sürecinde kardeş kıskançlığı. Ye, iç, gül, sevil.


Sahne 15
Genç kızlık 
Süreç nefis, ergen tavırlar, aşk meşk işleri, kavgalar, ayrılışlar, çarpıntılar, aidiyet arayışları. Gene kayda değer bir travma yok.

Sahne 30 küsürler
Derken yetişkinlik ve kocaman bir espiri... Hem de bir değil iki tane.
Önce ikiz annesi olma gururu sonra yalnızlığa terk edilme senaryosu.
Travma kocaman. İçinde savaş var, acı var, sevgi var, destek var.
Birileri giriyor hayatına ve hepsi ayrı yerlere dokunuyor. Kiminin ki acıtıyor kiminin ki yüceltiyor. Ama öyle birileri var ki yerleri bambaşka oluyor. Onlar senaryoya eklenen süprizler.

Sahne 40 küsürler

Gelip karşımda durdu. 
Elimi uzattım, sevgiyle tuttu. 
Bir daha asla unutamayacağım o gülümseyişini ilk gördüğümde yüreğime ateş düştü. Karmaşık dağ yollarında kaybolduktan sonra ansızın dönemeçte denizle burun buruna gelmek gibi... 
Yüreğim seviyorsan söylesene dedi, 
Söyleyemedim. Sustum bekledim.
Anlaşılır sandım, saçmaymış. 
Anlaşılmak için ifade lazımmış.
Karnımda bir kasılma, korkmaya başladım. Korktum çünkü, söylerim büyüsü kaçar, yokolur diye.
Bu ikilemle yaşamaktansa kaçsam dedim ve 10dk ara.


Fuaye kalabalık.  Benim gibi senaryolarda rol alan çok.  Sıra senin diyorlar çıkıyorsun...
Aaaa bir baktın eline başka replikler verilmiş...
Yok canım, yanlış oyun diyorsun. Sert tavırlarla "Oyna" diyorlar.


Saçmalamayın ya bu benim rolüm değil ki ben tam o adama aşık olduğumu söylemeyi düşünüyordum diyorum. 

Diyorum da dinleyen yok. Sonunda teslim olup verileni oynuyorum tabii ki.

Bahçede oturuyorum, elimde bir kadeh şarap. Şu hayat ne garip derken buluyorum kendimi. Insan içinden çıkamadığı bir duruma düşüyor ve ne kadar uğraşsada denizin karanlıklarına doğru çekilirken birden bir şey oluyor, hiç beklenmedik bir anda hayata dönüyorsun. O karanlıklara inerken, perde inecek ve her şey bambaşka bir anlam kazanacak sanıyorsun. Perde inmeden önce öyle çok söz, hareket ve eylem var ki yapılması gereken sıraya koysan listeler yetmez hissine kapılıyorsun.
Ya perde açılırken yüklenen anlamlar ve toplumun oluşturduğu sahte düzen... Perde açık durdukca sürekli herşey değişiyor, dönüşüyor, farklılaşıyor.

   
"Her oyuncu hayatın ona dağıttığı kartları kabul etmelidir. Ama bir kere kartları eline aldığında, oyunu kazanmak için nasıl kullanması gerektiğine kendisi karar verir.Payımıza düşen kartlar kaderimizse, kazanmak için onlarla yapacağımız hamleler bizim irademizdir," demis Voltaire, doğru demiş!



Ve perde...
Sahne 44
Kız elinde şarap bardağı...


*Johan Huizinga
oyuncu İnsan (Homo Ludens : Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Çeviren : Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, 2010)

28 Ekim 2014 Salı

Kaleidoskop



    Ben duyunca, görünce aklıma, yüreğime düşünce duramam yazarım. Zaten hepiniz biliyorsunuz yazıyorum. Bazen nefes almadan, bazen  arabayı sağ şeridin kenarına çeki, bazen uçak koltuğunda, kimi zaman günün en karanlık anında, bazen de gün ışırken. İlham kapımı ne zaman çalar bilmem ama sükürler olsun ki çalıyor.


       
Bir arkadaşım facebooka kendi fotosunu koymus ama öyle herhangi bir foto değil bir kaleidoskoptan bakarken ortaya çıkan fotosuydu bu. Etkilenmemek mümkün değildi, aldım kağıt kalem başladım...
















Kaleidoskop "Antik Yunanca'da; kalos, eidos ve skope kelimelerinden türemiş bir kelimedir. Kalos-güzel, eidos-şekil, skope ise bakmak görmek anlamına gelir. Yani kaleidoskop, "güzel formların görülmesi" demektir.


Hepimiz çocukken en az bir kez bu oyuncağı elimize alıp oynamışızdır. Gözümüzü kısıp minicik delikten içeri bakarken önüne koyduğumuz şeklin değişip, binlerce aynı şekile dönüştüğünü, renklendiğini ve çevirdikce farklı şekillerle karşımıza çıktığını heyecanla seyretmişsizdir.
Ben o bir sürü aynı insandan oluşan görüntüden çok etkilendim.
Neydi beni etkileyen?
Aynı benden bir sürü görmek...
Rengarenk çeşitli ve her biri kendine benzeyen yanındakine hiç benzemeyen benler.
Tam gerçek hayatın açılımı gibiydi bu görsel bana.
Içimden şunu dile getirdim;
BİR ÇOK BEN



Gerçektende hepimizin içine bakarsak bir sürü “ben” görürüz. Her birinin tadı başka.
Kimi hüzünlü, kimi çözümcü, kimi çılgın, kimi akıllı, kimi alıngan, kimi çocuk ruhlu, kimi seksi belki biraz serseri, kimi mutsuz, kimi keyifli, huzurlu, yaratıcı.
Hepsi benim...
Hepsi benden bir başka renk
Nasil diyebilirim ki o ben değilim?
Nasil diyebilirim ki onun yaptıklarından sorumlu degilim?
Nasil diyebilirim ki o gerçek diğeri değil?

Her çevirdiğimde başka şekillere bürünen ben, her seferinde daha renkli ve daha farklıyım.

Ancak karanlığa doğru tutunca kaleideskopu benden hiç bir renk gözükmüyor. Sadece ışık vurunca benler dans ediyor ayrı ayrı.

Yaşamımızda da içimize asla karanlıkta bakmamak gerek ki kendimizden, yaptıklarımızdan yansıyan güzel formları kaçırmayalım
İnanıyorum ki karanlıklarda yaşanacak bir hayat boşuna geçirilmiş anların toplamıdır. Mezar taşımıza tam yaşadığımız gün sayısı yazmak adına bu kadarcık fedakarlık fena olmaz hani.

 
Şimdi bakalım o minnacık delikten ve seslenelim her bir bene “İyi ki varsın, sensiz bu görüntü bu kadar renkli olamazdı.”

20 Ekim 2014 Pazartesi

Bildiğin OT


Hiç yenilmemiş insanlar vardır.

Onlar hiç savaşmamış olanlardır!


Hayat ne hoş yol ayrımları çıkarır karşımıza. Hangi işe yatırım yapsam, hangi teklifi değerlendirsem, hangi insanı kendime eş seçsem, hangi bölümü okusam, hangi yoldan gitsem?
Liste uzar gider.

Bu listede bir kazanan birde kaybeden vardır. Zira her kapışmada bir taraf vardır. Ancak hayat kapışmalarinda taraf yok kanımca. Hakkımızda ne doğru ve ne olması gerekirse öyle oluyor. Elden gelen, seçtiğimizle bize eklenecek mutluluk. Kaderci deyin, evrenin torpili deyin, ilahi adalet deyin, evrenin mimari deyin, ne derseniz deyin ama bu döngüde bir dokunuş olduğu kesin. Belki algılarımız yetersiz, belki de sadece bir ilüzyonu yaşıyoruz.

Etrafıma bakıyorum da hergün bir sürü ölü insan görüyorum. Üstün güçlerim filan yok benim, gördüğüm sadece yaşamdan vazgeçmiş ruhlar. Yaşam büyümektir. Büyümekte sancılıdır. Yaşamı seçmek demek, acıya hoş geldin demektir. Acıdan kaçmak için uçlarda yaşayan bir dolu insan var. Uçları yaşayanlar ya gönül gözlerini kapatıyorlar yada bağımlı oluyorlar, sigara, alkol vs. İroni ise tam bu noktada karşılıyor onları, acıdan kaçarken daha büyük bir acıya düşüyorlar. Hayatımıza eklenen acıları kendimize ufak bir yara olarak eklersek, bunu minnet ve mutluluk kaynağı gibi görebilir, öfke ve acıdan uzaklaşabilirsek yaşamda izlerle yürümeye devam edebiliriz. Aksi durumda ÖLÜLER DÜNYASINA HOŞGELDİN pankartı Halloween günü gibi karşımıza çıkacaktır.

Şimdi arkanıza yaslanın, 10 dk bir düşünelim geçmişi, zira gelecek hala yaşanmadı, öngörüler gereksiz.

 Bir çok savaşa girdiniz şu ana kadar. 
Büyük çoğunluğunu da kazanılmış zaferlerle hanenize yazdınız ama  hala kendinize göre başarısız, beceriksiz ya da yetersiziz.
Vazgeçtiklerinizi düşünün, pişmanlık var mı avucunuzda? Varsa hiç zorlamadan dönüp yapıştırın kocaman bir özürü ve hızlıca toparlayın dökülenleri. Hiç bir zaman geç değildir. Atasözümüz ne der 1 sıfırdan fazladır. Geç olsun, güç olmasın.
Huzur varsa elinizde, kutlamak lazım savaştan galip çıkmışız diye. Sakladığımız o şarabı doldurup kadehimize, adımıza şerefe.

Aldığımız yaralar bedenlerimizde tabii ki de iz bırakacaktır. Onlar bizim zaferlerimiz. Her biri
bize verilmiş birer armağan. Evet belki kolay kazanılmadılar ama her seferinde kazançlı çıktığımızı da itiraf etmek erdemdir.
Arada bir yenildiysem ne olduda yenildim diye sormak iyidir, karşınıza çıkan cevap ise şaşırtıcı olabilir, " Yenilmeyi mi istedim?" 
Çünkü bazen yenilerek bedenimize işlediğimiz o derin yara bizi bir çok yeni yaradan koruyacaktır.

Şöyle bir hayal ettim, Bir gün karşıma bir yürek çıksa, pürüzsüz cildiyle, güçlü atışlarıyla etkilemeye kalksa beni. Düşer miyim bu tuzağa?
Tek bir çizik bile yoksa neyle ispat edecek yaşadığını. Yaraları yoksa, alkışlamak mı gerekir... 
Yoksa bu sanal alemden bir düşüş mü? 


Star wars filmindeki meşhur ışın kılıcını bilirsiniz hepiniz. Yoda bununla dahi hareketler yapar ve asla kendini yaralamaz. Ancak çırak Skywalker ilk harekette omuzuna darbe alır. Yoda ona şöyle seslenir: 
"Ne kadar yaran olursa, o kadar öğreniyorsun demektir. Mutluyum!"


Kendimi her halimle seviyorum diyebilmenin keyfi tarifsiz değil mi sizce de.
Yara almaktan kaçmaktansa yaraları sarabilme gücümüze inanıp, karanlıklara dalalım, sonrası ...


4 Eylül 2014 Perşembe

Hayatınızda üç seyi iyi bileceksin!

 
Hayatınızda üç seyi iyi bileceksin!
  • Beslenmeyi
  • Haddini
  • Degerini

Diyorum normal degilim ben. Bir şey okuyorum duramıyorum hemen yazıyorum. Eminim bunun bir tedavi yöntemi vardır. Mesela daha çok yazmak...
Bu söz dizesini kim söylemiş bilmiyorum, zaten ne önemi var ki sonuçta doğru demiş.
Klavye tıklasın ve çuvaldız elimde, hadi bakalım...

Beslenmeyi iyi biliyor muyuz?


Çocukluğum Caddebostan'da geçti benim. Anadolu yakası o dönemin sayfiyesi ama biz ailece “ Kanarya” apartmanda yaz kış otururuyoruz.  İki sokak yukarısı tren yolu, iki sokak aşağısı deniz. İki arada yaşardık. Her yere yürüyerek gidilirdi, yürüme mesafesinde olmayan uzak bir noktaya gideceksen, Bostancı ve ya Kadıköy, kapıları ters açılan kocaman şişman siyah dolmuslar vardı. Binmekte, inmekte pek meşakatliydi. Annem, ufak tefek küçük piliç misali pıt diye biniverirdi içine. Yerleşince de lafını esirgemez, “ Yemeyeceksin o bisküvileri ki rahat girip çıkasın,”derdi. Ay ne sinir olurdum bu dediğine alt  tarafı 5 pötibör, 2 gofret!
Işte ben.
Beslenmem için hep uyarı aldım ve genelde uygunsuz, bol keyif verici, kalorili beslendim. Zaman, zihnimi ve bedenimi olgunlaştırdıkça, sağlık ön plana çıkınca ve kandaki her testin sonucu ciddi yaptırımlara sebep olunca, beslenmeye dikkat etmenin hayatın odağı olması gerektiğine olan inancım tavan yapmış durumda. Daha yeşil beslenmek, kafeinden uzak durmak, daha lifli yemek, az alkolden keyif almak, bol sudan can bulmak, üç beyaza ara vermek gibi değişimler yapmak şart oldu. Hastalıkların bile kökeninde kötü beslenme olduğunu ne yazik ki ancak hastalanınca anlamak mümkün oluyor. Babamın özlü sözlerinden biri buraya cuk oturur. “Bedenine iyi bak ki sana uzun seneler hizmet etsin. Bir bedenin olduğuna göre onu iyi koru.
Son zamanların “Ne yersen osun!” kampanyası da yeni yüzyılda beslenmenin şeklini bize tarif ediyor galiba.
Anlayacağınız elveda börek, çörek, kurabiye, hoş geldin yulaf ezmesi, kinoa, ruşeymi...

Haddimizi biliyor muyuz?


Her önüme gelene dürüstçe fikrimi söyleyenlerdenim ben. Dan dun, neyse ne. Kırılırsa onun sorunu, yarasına basmışımdır. Bilerek kırmam ama gerçek neyse bilmeli fikrini savunurum. Oysa zamanla farklı sosyal çevrelerle karşılaştıkça haddimi bilir oldum. Biraz duruldum, biraz ölçülü söyler oldum. Her ne kadar koca ülkenin başı bize sürekli haddimizi bildirsede biz haddimizi biliyormuyuz tarışmak lazım.
Had kelimesi sözlük anlamında şöyle diyor: Sınır, uc.
 Yani kendi sınırımızı biliyor muyuz? Ne kadar kırılgan, ne kadar sinirli, ne kadar hayalperest, ne oranda aşık, ne oranda fedakar, ne oranda bencil, ne kadar başarılı, ne kadar biricik, ne kadar sevecen, ne kadar toleranslı...
Işte bu sınırları bilmezsek, içinde yaşadığımız durumlarda haddimizi aşmak bazen başarı getirse de bazen hüsran getirebilir. Sınırlarımızı kendimizin belirlediği özgür bir evrende yaşıyorsak neden başkaları bize sürekli bunu hatırlatır anlamak güç.

Değerimizi biliyor muyuz?
Zaman zaman kendinize şu soruyu sormuşluğunuz var mıdır? Kaç para ederim? Kaç kuruşluk canım var ki? Bu sorularla kendinize değer biçmişliğiniz var mıdır? Meşhur filmde  kadına biçilen 1milyon dolar kadının değerini mi ispatlamıştır? Neden değerimizi biçmeyi başkalarının eline veriyoruz ki? Terazimiz yok mu bizim?
 Toplum kendi değerimizi bilmeyi, bencil olmanın farklı bir hali olduğunu kodlamış zihinlerimize onun için değerimizi hep başkalarının terazisinde tartıyoruz.                                         Kendi değerini bilmeden aile kuran bir kişi, aile reisinin kumandasına girer; sonuç, şiddet.                                           Değerini bilmeden oy veren kişi, hükümetin kendisine hizmet için geldiğini unutur, kendisini yönetmesi için teslim olur. Sonuç biat cumhuriyeti.
Hakkını savunup hesap soracağına kendisinden nasıl yaşanılması isteniyorsa öyle yaşar.sonuç dedikodu.
Değerini bilmeyen insan, eşinin, dostunun ona verdiği değere göre anlık olarak kendini iyi ya da kötü hisseder. Sonuç kronik mutsuzluk.
Oysa değer insanın kendine biçtiği, maddiyattan bağımsız, ruhunun ağırlığıdır. Içine kattıklarıyla ağırlaşan ve ışıldayan o ruh etrafından değer beklemez çünkü kendi farkındadır değerinin. Ee siz bunca farkındaysanız kim size değersizsiniz diyebilme cüretini gösterebilir ki?
Şimdi ne yapıyoruz, iyi besleniyoruz, sınırlarımızı tanıyoruz ve bir tane olduğumuz için aynadaki güzelliğe bir öpücük kondururyoruz. Delirdin sen diyenlerede boşver sende delir hayat böyle güzel diyoruz!




21 Ağustos 2014 Perşembe

4x4 yerine 2,5luk yaşam


Bu hafta kaçtım İstanbul'dan. Yüreğimde bir dolu ağırlık, Büyükada sahillerinde denize atıp hepsini, yerine temiz hava ile doldurup, yazdım izin takvimine 3 gün, bir uçak bileti mil puanla hemde kampanyalısından ve ver elini dostların kucağın.

Daha önce beni kefif ve huzurla ağırlamış o güzel enerjili eve konumlandım. 15 senedir konuş konuş bir türlü geleme ve birden bi başına, ne koca, ne çocuk kendini buluver Bodrum'un mavisinde!
Durumda azıcık vicdan var tabii ama yanında bol bol keyifte var. Tarzım olmamasına rağmen hiç plan yok. Tam bir teslimiyet halindeyim zira dostlar benim için en iyisini planlarlar. Daha önce geldiğimizde illa alınmalı dedim diye gece yarısı Bodrum el yapımı kabak lambacısını yatağından kaldırabilen bu güzel yürekler kimbilir şimdi bana ne planlar düzmüşlerdir diye düşüne düşüne uçtum 10.000 metrede.

Gelmeden önce yaşananlar mideme oturmuş bir bütün tavuk misali...  Gazze olayları, ISID katliamları, Cumhurbakkanlık seçimi, Malezya'da düşürülen uçakta ölen canlar, TEOG sınavından sebepsiz iptal edilen sorular, Robin Williams'ın garip intiharı, Yılmaz Özdil'in ülkemde tek okuduğum gazeteden istifası, büyük adam Süleyman Seba'nın vefatı, Nuri Bilge Ceylan'ın odüllü filmi Kış uykusu...
Hepsi ayrı sarstı bedenimi, zihnimi, yüreğimi. Üstüne birde geçmişin tortuları ve geleceğin kaygıları eklenince valla boğuluyorum sandım. Hava zaten sıcak, adayı basmış insan kalabalıklığının görsel kirliliği, İstanbul desen çivisi çıkmış... Ayyy kaçmak lazım...

Kalktım geldim tabii , huzurla yemyeşil çimene her noktasından ayrı keyifli bu eve.
İlk karşıma çıkan objeyle olduğum yerde kala kaldım.
işte aynen bu fotodaki 2.5 lira ve bol bol demir anahtarlar.

İlk bakışta size birşey ifade etmemiş olabilir ama benim mideme sancı saplanmasına yetti. Yaratıcı beyin içimde deli bir rüzgar gibi esti, fırlattı beni hemen yanı başındaki ortancaların arasındaki o güzel bahar renkleriyle bezenmiş demir sandalyeye ve blog yazıma başladım.

Ben bu sene 44 oluyorum. 
Yaşımı saklama telaşında değilim! Ondan bu rahatlık ve kendim icin 4x4 bir sene planlamaktayım. Içine gezmekten, fit olmaktan, biraz sıra dışı deneyimler yaşamaktan, kalıplardan uzaklarda kalmaktan, sınırlarımı zorlamaktan, plansız yaşamaktan, ana teslim olmaktan, aşka inanmaktan filan ekiyorum yavaştan. Bendeniz o 2,5 kuruşu öylece masa üstünde görünce birden jeton "çiling" ediyor... 
Her daim 4x4 yaşanabilirken nasılda güzellikleri ıskalayıp ancak bu kadar yaşamaya razı oluyormuşum.  Bir daraldım ki sormayın. 

Allahtan bahçede "Rudiboy" var hemen yükseltti düşen modumu. İçtim bir bardak soğuk su ve demir anahtarlara konsantre olup hayatımı hep 4x4 yaşayabilmek için hangi kapılari açmam, hangilerini de sonsuza kadar kilitlemem gerektiğini yazdım.
Buyrun okuyun, 4x4 hayatın bana göre 7 anahtarı.

Philip E. Humbert adlı bir psikiyatri profesörünün yazısından esinlenerek sıralıyorum.



1. Kendini tanı. (Sokrat)
Kendi içinde yolculuk yapmak iyidir. Ben günlük tutarım. Kalbim, gönlüm, vicdanım ne der diye yazarım senelerdir. Dünyaya bilinçli bakmanın yolu iç yolculuktan geçiyor derler. Değişim dönüşüm kendinle yüzleşmekle başlıyor diyorlar öyleyse zihnimizdeki çatlakları, irademizdeki boşlukları, duygularımızı, tepkilerimizi gözlemleyebilme becerimiz gelistikce 4x4 hayata yakınlaşıyoruz demektir. Kendini tanıma yoluna girince sevdiklerinide tanırsın. Çocukların gözlerindeki sevinci, annenin kollarındaki sevgiyi, babanın omuzundaki desteği yakalarsın. Kalıcı dostlarının seni nasıl koruyup kolladığını izlersin.
Bu anahtarın açtığı kapınında hayatındaki en önemli kişilerle dolu olduğunu bilmenin keyfi bambaşka.

2. Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol. (Mevlâna)

Eger dürüst  değilsen kendine, olsan olsan palyaçosundur karşındakilere. Davranışlarınızla, yürüyüşünüzle, bakışlarınızla, kimlerle zaman geçirdiğinizle bir bütündür kim olduğunuz. Olmadığınız birisi gibi olmaya çalışmak demek kendinizi yaşarken mezara koymak olacaktır. 
Kilitledim o kapıyı hemen 4x4 yaşamdan uzaklaşmak istemem.

3. En yukarda aşk var. (Aziz Paul)
İnsan yüreğinden akan tek şeyin kan olduğu fikrindeyken hiçte öyle olmadığını  deneyimliyorum. Aşk olmazsa, sevgi ilişkileri yoksa, biri icin özel, biri de sizin icin vazgeçilmez değilse, hayat kuru bir yapraktan farksızlaşmaz mı? 
Aşk, herşeyi bir arada tutan bir güç.
Aşk tüm enerji formlarının içerisinde dolaşan bitmeyen bir enerji.
Aşk kendini besleyen kocaman bir dünya.
ve bu dünya bizimle toprak ana arasında bir yolculuk. Bu ilahi aşkı kendime yol gösterici seçiyorum.
ve hep hatırlamak için aynaya bakıyorum. 
Açtım bu kapıyı ardına kadar  ve asla ama asla kilit vurmayacağıma söz veriyorum. Anahtarıda üstünde bırakıyorum ki aşka kapı kapanmaz diye hatırlayayım.

4. Dünyayı hayal gücü döndürür. (Albert Einstein)
Yaptığımız her şey hayal kurarak başlar. Hayat -herkes için- hayalleri gerçekleştirmek ve yapabileceğinin en iyisi, olabileceğinin en güzeli peşinde gitmektir.  Her şey bir hayal ile başlar. Zihindeki bir resim, soyut bir düşünce. Ve bu oda herzaman hayallerimizi gerçeğe dönüştüren o mekanizmayı saklar içinde. 
Hayal kurdukca firsatların çoğalmasını tesadüf diye adlandırmak gereksiz. Doğurudur ki hayal cesaret ister, ama inanin ki  cesaret sonradan inanca dönüşür ve korkularınızdan sıyrılabilirsek başarı gelir. 
Hayaller gerçeğe dönüştükçe, karşımıza çıkan fırsatları yakalayıp değerlendirdikçe devamı da gelecektir. 
Çalıştırdım makinayı ve hayaller üretiyorum korkusuzca, sürekli, daima...

5. Ya yap ya yapma. Denemek yok! (Yoda - Yıldız Savaşları)

İçerisi alev alev odanın. Korkutucu, açmayayım demek en büyük yanılgı.
Hayat seri hareket, karar ve kararlılık gerektirir. Tereddütte kalanlar geride kalır. Sorumluluk alıp hayatımızı kendimiz inşa etmeliyiz. O zaman tereddütler bir bir yok olmaya mahkum olacaktır. Zaten ne demisler, "Hayatın üstüne gitmezseniz hayat sizin üstünüze gelir." Sonra altında kaldım diye oturup ağlamamak lazım.
Hayatı basitleştirmek, sadeleştirmek bu odanın kabiliyeti. 
Basite indirge, indirge, bir kere daha indirge... 
Ne kaldı geriye diye korkma. Kalanlar tam istediklerimiz.
Yaz istekler listeni, ama kısa tutmak lazim. Kısa tutmalı ki odaklanabilesiniz. Güneş ışığına büyüteç tutmak gibi, odaklamazsanız hayatı yakamazsınız. Hayatı yaktığınızda öleceğinizden korkarsanız ölürsünüz, küllerinden doğan yeni bir anka kuşunu ıskalarsınız. 
Bu oda korkmadan yanmak için bekliyor beni.

6. Kabiliyet yoksa sanatçı olmaz, ama çalışılmadıkça kabiliyet hiç bir işe yaramaz. (Emile Zola)
Ancak akıllı, bilinçli ve odağı şaşmayan çabalar sonuca ulaşır. Tango dans edemem diyen öğrencisine Einstein dediği gibi " 10.000 kere denedin mi?"
Bu sözü çocuklarıma sıksık telefuz eden ben baktım daha üçüncü beşinci denemde pes edebiliyormuşum. Oysa çabalama sonrası olası potansiyelin yapabilecekleri gerçekleşir. 
Elması yontmadıkça elimizde sadece bir taş parçası vardır. 
Elmasın ortaya çıkması icin geçirdiği zorlu yolculuk beni hep etkilemiştir. Tüm o darbelerden ve emekten sonra nihayetinde karşımızda duran paha biçilmez ve eşi olmayan bir sanat eseridir. 
Meşhur romandaki-Simyacı- Santiago gibi yerin altındadır o değerli taş ve yerin altı hemen yanı başımızdadır. Kendine karşı kazanacağın her utku seni kusursuz güzelliğe bir adım daha yakınlaştırır. 
Girdim bu odadan hatta kapıyı üzerime bile kilitledim... 
Paha biçilmez olduğuma inandığımda kapı kendinden açılır nasılsa.


7. Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak... Diğeri herşey mucizeymiş gibi yaşamak. (Albert Einstein)Hiç inanmadan mucizeler yaşarken ben bir günde iki çocuk annesi olmakla onurlandırıldım. Evet yaşanan onca şeyden beklediğim mucizelerim olmadı ama bizim algılayamadığımız bir devinim var evrende. Bu gün kötü gözüken yarın şansımız olabilmekte.
Ondandır ki artık diyorum, Mucizelere inanın, mucizelere açık olun, karşınıza çıkanları fark edin, takdir edin. Şükredin. 
O kapıyıda hiç kapamayın. Kapının içindeki pencereleride ardına kadar açın. 
Zira güneş girmeyen eve doktor gelir!





NOT: Bu tatili bana yar eden Lisa-Mordo-Murat-Lazar-Pelin sizi seviyorum.
Çocuklarıma bakan anam sen bir tanesin.
Anama destek babam harikasın.
Ve canım oğluşlarım bir sonrakinde beraber diyorum.