17 Ağustos 2010 Salı

DEĞİŞİM BAŞLASIN !

Bol alıntılı bir yazıyı okumaya başlıyorsunuz.
Birinci alıntı tarzına hayran olduğum Paulo Coelho'dan... ve tam anlamıyla olsun diye orginal halinde , tercümesiz.

"If your mind remains unchanged, you are re-creating every day the same world and the same devils.

To see angels flying around, use your wing”

    39 yaşındayım. Yaşımı söyleyemeyecek yaşlardan uzak olduğumu düşünmekle birlikte, bu yaş dönemi içindeki yaşanmışlıkların, benden kaç yaş aldığını sormadan edemiyorum.
Ayrılmalar, birleşmeler, doğumla çoğalmalar, ölümle eksilmeler, istekle kazançlar ve mecburiyetle sıkıntılar.

Meşhur bir hikaye vardır, kıssadan hissesi buraya uygun düşer;
Bir köydeki tüm mezar taşlarında 8,12,19,24 gibi rakkamlar varmış ölüm tarihlerinin yanında, turist merak etmiş sormuş köyün muhtarına, nedir bu sayılar diye. Muhtarda gülümseyerek gerçekten yaşadıkları sene sayısı demiş.

Durum bu yani, bir ömrü aynı çember de hiç değişmeden yaşarsak korkarım ki sayı "0 " olacaktır... Aynı çemberde kıt hayal gücüyle, küçülmüş kalplerimizle başbaşayız. Bildiklerimizle oluşturduğumuz kültürümüzün yarattığı korunaklı kozamızın içinde, çok uzun süre kalırsak insani yönümüzü bile kaybedebileceğimizi düşünüyorum. Çemberin içindekiler - ki buna dost dediklerimiz, komşularımız, iş arkadaşlarımız hatta ailemiz bile dahil - birbirine benzemeye başlar ve Hindistan'daki aynalı tapınak gibi etrafın sadece SEN olarak sarılır.

İnsan bu halini ne zaman sorgular sizce? Benim fikrim yol ayrımı noktaları.
Yol ayrımları insanın hayatının yaşanmışlığının ispatıdır. Karar ve sonuç ne olursa olsun, zihin olayı deneyimler. Buna tecrübe denir. İnsan hayatının büyük bir kısmını kapsayan bu kelime hayatımızı her yöne çekebilir. Başkalarından tecrübe edenler şanslı, yaşayarak öğrenmek ise bedeli en yüksek öğrenme biçimi...  Yücelebilir yada batabiliriz onun sonucunda. Ama ne olursa olsun kendimize çok şey katarak çemberimizi döndürmeye devam ederiz.
Herkesin tecrübe listesi kendince kalabalıktır. Belki bu yazı ile bazılarını sizde sorgulama cesareti gösterirsiniz.

Yakın günlerde ben de yeni bir durumu tecrübe etme yolunda olacağım. Karar verdim ve şimdi bir sorgulama hali içindeyim. Elimde olmadan bir girdi çıktı yaparken buluyorum kendimi her
günbatımında.
Yaşadığıma devam etmeliyim!, Neden? Değişmeliyim! Emin misin?
Bu Dörtlüye takılıyım.

Neden  şartlar  rahat olduğunda açılır bu kapılar.
Mantık çerçevesine sokarsam düşüncemi ; açıldıysa  demek ki rahat olduğumu düşünüyorum ve bir şeylerin değişmesini gönülden diliyorum ama cesaretim yok. Çaldı kapımı değişim ve başladı çember dönmeye. Bunu sadece BEN istedim ve artık hiçbir şey bunun karşısında duramaz. Çember bir yerden açıldı ve tekrar yeni şeyleri içine katmak üzere dairesel döngüsünü başlattı.

Alex Rovira “La Buena Vida/ İyi Hayat” isimli yapıtında şöyle yazmış:
Hayat bize birçok seçenekler sunuyor ve bizler seçme özgürlüğüne sahibiz. Elimizden alınamayacak tek özgürlük de bu, tavrımızı seçme özgürlüğüdür” .
Hayatımızı kendimiz ve başkaları için iyi, güzel ve huzurlu kılmak isteriz. Hayat, bize verilmiş en büyük hediyedir söylemini zaman zaman hatırlamamız gerekir. Bu ivme ile pusulamızın gösterdiği doğru yönü bulup eyleme geçmek durumundayız.

Gene aynı kitaptan bir alıntı ile devam edersem; " Geçmişimizin ürünü olmaktan çok ,bugün anbean yaptığımız seçimlerin bir sonucu olabiliriz. Hayat, hayatımız, yaşadığımız koşulların tümüne verdiğimiz yanıtlar aracılığıyla oluşur. Bilincinde olsak da olmasak da hayat daima bir seçimdir.(61.sayfa)

Şimdi olanlara bakalım; değişimi başlatan BEN,
* Neden başlattığımın farkına varıyorum.
* Onu kabul edip onaylıyorum.
* Cesur davranıp yürürlülüğe koyuyorum.

Olacakların belli olduğu fikrine kapılıyorum, nede olsa bu benim yazıp, bir çok figüranın oynadığı bir oyun.
Peki bendeniz neden şaşkın,endişeli,sarsılmış,korkak davranış ve duygular besliyorum bu değişime karşı. Neden karın ağrıları çekip, geceleri üçlerde ter içinde uyanıyorum öyleyse.

Paulo Coelho'nun Brida adlı kitabında; Wicca'nın Brida'ya dediği gibi " Hiç kimse korkmadan seçim yapamaz!"

Tahminimce bilinmezlerin çok olduğu karanlık taraftayım. Kim ister orada olmak. Denenmiş iyidir, ayrılma sürüden. Ama ya şartlar bunu gerektiriyorsa, beklenti bu yönde ise, deneyimleyip olacaklara hazırlanmak lazım, savaş için kuşanan asker misali. Öyle ise dostlarım! durun yanımda çünkü benim büyük savaşım başlamak üzere.
Atim hazır, mızraklarımda.
Kendime saplayacak olsam da .Hadi o zaman. Değişim başlasın....

Cesur Ol
Yenildiğinizi düşünüyorsanız, yenilmişsinizdir.
Cesur olmadığınızı düşünüyorsanız, korkaksınızdır.
Kazanmak istiyor fakat kazanamayacağınızı düşünüyorsanız, kesinlikle kazanamazsınız demektir.
Kaybedeceğinizi düşünüyorsanız, çoktan kaybetmişsinizdir.
Dışarıdaki dünyaya çıktığınızda anlayacaksınız ki başarı, ancak onu istediğinizde gelecektir.
Herşey insanın kafasında biter.
Alt edildiğinizi düşünüyorsanız, alt edilmişsinizdir.
Yükselmek için yüksek düşünmelisiniz.
Bir ödülü kazanmadan önce kendinizden emin olmalısınız.
Yaşam savaşını kazanan her zaman, en güçlü ya da en hızlı olan değildir.
Er ya da geç kazanan kişi, kazanacağını önceden düşünebilen kişidir

Arnold Palmer

Hiç değilse taşıma yeni bir sayı daha eklerim....

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Nasıl Anılmak İstersiniz?

Yeni yazım biraz karamsar gelebilir ama inanın sonuna ulaştığınızda böyle düşünmeyeceğinizden emin olarak karalıyorum.


Türkiye gibi arabesk bir ülkede yaşayıp ölümü düşünmemek neredeyse imkansız. Dağlarda ölenler, trafikte parçalananlar, eşini dostunu doğrayanlar, hastalıktan tedavi olamayıp hastane kapısında ölenler.
Bazen ölüm çok yakınınıza gelir, gazetelerden, haberlerden daha yakına, sevdiğiniz birine. Hele “sırasız bir ölüm”le bir annenin sevgili bir çocuğunu, bir kadının eşini yada ve bir çocuğun babasını koparıp götürdüğünde, dünya, evren, varlık üzerine düşüncelerinizin ölçeği değişir. Dünyayı farklı gözlerle yorumlamaya başlarsınız.
Gündelik hırsların, sonu gelmez didişmelerin, yok edici kavgaların ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu birkez daha kavrarsınız. Sahip olamadıklarınız yerine olduklarınıza şükür etmeyi
öğrenirsiniz.


Eminim hepimize şu trajik komik soru sorulmuştur;
“ Yarın ölecek olsanız, bugün yapmak isteyeceğiniz 3 şey nedir?”
Hemen şöyle cevaplar gelir bizlerden,
Bol bol yemek yerim, en pahalı arabayı alırım, çocuklarımla bütün gün yasaksız yaşarım, eşimle en çok gitmek istediğim yere giderim, annem babamla daha fazla vakit geçiririm, küs olduğum arkadaşımla barışırım.... vs vs vs ...Sanki bunlar yarın ölmezsek yapabileceğimiz şeyler değiller, sadece bir son beklentisiyle kontrolümüzü kaybetme hakkını tanırız kendimize...

Ama ben bu sefer farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağım, Ve soruyu modifiye edip şöyle soracağım;
“ Öldükten sonra anılacağınız 3 şey nedir?”

Biricik, pek sevgili rahmetli Büyükbaba’m, bize kendisini anmamız için 3 şey bırakmış.

- Benim evlenmeden önceki , Anne‘min ve Dayı’mın ise hala oturduğu apartman. İsmi belli “ KANARYA” ! Onu tanıyanlar bu ismin önemini bilirler...
- Bir Klüp’ e asil üyelik, klübün adı belli Fenerbahçe!
- Bir ülke vatandaşlığı - Ülke belli İtalya!
Onu, sonsuz doğuya uğurlayalı 16 koca sene oldu ama bunlardan bir tanesinin adı anıldığında, arkasından hemen onun isimi anılır.

Eşimi düşündüm, neyle anıyoruz onu diye,
Evde kibrit koleksiyonu var, yaşarken saçma bulurdum ama geçen gün bu yazıyı olgunlaştırmaya başladığımda, çıkardım dolaptan onları, şimdi salonun en güzel yerindeler.
Antep’e gittik, baklava konuşurken fark ettim ki hepimizin ağzında onun adı, bilenler bilir, her bayram öncesi onu seven dostları üşenmez koca koca tepsi baklavaları yüklerdi otobüse bizde afiyetle yer ve dağıtırdık herkese.
İşler kötü mü gidiyor buluş onunla, iki tek at, OH her şey pespembe, hiç siyah gözlükleri olmadı...
Zar atardı tavlada, hep çift, belki Guniess’e başvurmalıydı.
Eve bir ihtiyaç mı alınacak en pahalısı veya en fazlasından alınırdı.Onun sofraları bol olurdu.
Köpek, lafı geçince bile içi titrerdi korkudan, bir Misket’le arası iyiydi.
Çocuklar dedin mi ağzı burnunda bir panik bir panik...
İşiniz hallolsun diye tanıdık mı arıyorsunuz, buyrun Alp emrinize amade...

Kaç gündür düşünüyorum, beni aldı bir panik, ben neyle anılacağım diye.
Ancak 1 tanesini anımsanmaya değer buldum kendimde.
Bir kurumunda gönüllü çalışmak. Sonuçta gönüllü yapılan bir hizmetse anılmaya değer diye düşündüğümden.
Bunun dışında hiç elle tutulur bir şey yapmadığım için neyle anımsanacağımı bulamadım.
Ne yazdığım bir kitabim var, ne boyadığım bir tablo, ne bir heykel, ne de bestelediğim bir şarkı.
Ne adıma bir müzem var, ne birine bırakacak mirasım yada banka kasam.
Bir bebek koleksiyonum var, bir de fotoğraflarım. Bir de yanmış 250tane ağacım.
Bu durumda neyle anılacağım ben????
Kafam bunlarla dönerken, Can Yücel’in yüce kaleminden çıkmış bir şiir çıktı karşıma.Bakın tesedüfe!

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..

Rahatladım, ferahladım, hafifledim ...Ve anladım. Öldükten sonra sadece çok sevilmeyi diliyorum.
Tıpkı “O”nun gibi....