21 Aralık 2017 Perşembe

DÜŞÜNDÜM de...

Düşündüm de ;

“Hayata bir kadın olarak bakmak ne güzel !...

Belim artık bir çay bardağı inceliğinde değil belki ama incecik zevklerim oluştu dünden bugüne.
Güzel bir kitap,yemek,manzara  ve müzik hayatımın en keyifli anlarını sunuyor bir süredir.
Eski kilomda değilim tamam ama tüm fazlalıkları da attım hayatımdan.  Buna rağmen kendimi dolu dolu ve zengin hissediyorum.

Okuma gözlüğümü henüz boynumda taşımamakta inat etsem de sürekli  çantamda artık. Gözlerimin eskisi kadar iyi gördüğü söylenemez  ama tüm yaşanmışlıkları arşiv gibi taşıyorum gözlerimde .

Öyle yüksek sesle müzik dinlemek , bağırtılı çağırtılı kalabalık yerler eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Hafifi bir müziğin eşlik ettiği sakin bir ortamdaki sohbetlerin tadı hiçbir şeyde yok.

Deli gibi alışveriş  yapmıyorum artık.  Öyle çok güzel görünme çabam da  azalmış. Elbette üstüme başıma dikkat ediyorum ama artık son moda kıyafetler, kozmetikler ve takılar ilgimi eskisi kadar  çekmiyor artık. Bir mağaza ya da kuaförde geçirdiğim uzun zamanlar  sıkıyor.  Yakışanın da yakışmayanın da farkındayım.  Başkalarının takdir etmesi güzel ama en çok da kendime güzel görünmeyi seviyorum.
                                                   


Öyle çok insan tanıma hevesim de kalmadı.  Samimi birkaç dost yetiyor da artıyor bile.

Yolunda gitmeyen  işlere ,açılmayan kapılara eskisi kadar direnç göstermiyorum.  Çünkü artık biliyorum ki kendimi paralasam da hayatın kendine ait bir öğretme  biçimi var. Evrensel sistem olması gerekeni benden iyi biliyor ve kendi zamanını bekletiyor.
           



















N
e mutsuzken mutlu olmaya ne de herşey kötü iken yolunda olduğuna inandırmaya çalışıyorum kendimi.  Her ne yaşıyorsam o karanlığın  içinden geçip oradaki  öğretiyi anlamaya çalışıyorum ki;  bir gün gün ışığına çıktığımda kıymetini bileyim ufak tefek şeyleri dert etmeyim.

Her ne yaşıyorsam bir benzerini hemen herkesin yaşadığını  biliyorum artık.  Bu yüzden yaşadıklarımı dramatize edip çok abartmadan  ve  kendime acımadan  kabule geçiyorum. Sabır…nasıl da güzel bir kelimedir.
Böyle zamanlarımda önemli görüşmelerimi ya da işlerimi erteliyorum. Biliyorum ki düşük enerjiyle yola çıktığım hiçbir işten hayır gelmez. Hayatımı rölantiye aldığım dönemler bunlar. Boş viteste araba kullanmak gibi. Ne gaza basıyorum ne frene…Bu zamanlarımı kendi içime dönmek ve kendimi daha iyi tanımak için kullanıyorum.
Biliyorum ki kaybı ancak böyle kazanca çevirebilirim.
Biliyorum ki geçecek…bundan öncekiler gibi…
Herşey geçer…

Şikayeti çoktan bıraktım. Sürekli çözüme odaklanıyorum ki enerjim doğru yere kanalize olsun.
Huzurum ve mutluluğum haklı olmamdan çok daha önemli artık.
Kin ve intikam duygularımı çoktan hayatımdan çıkardım.  İster kader deyin ister ilahi adalet  adı önemli değil ama sistem olması gerekeni bir şekilde yerine getiriyor nasıl olsa.
Bana iyi gelen insanlarla görüşüyorum.  Hayallerimi,  umutlarımı desteklemeyen ve şikayet odaklı insanlara yer yok artık hayatımda.

Listemin en tepesinde ailem var.

 


Zamanın usul usul yaklaşan adımlarını seviyorum.
Çünkü onun ortaya çıkardığı  bu kadını seviyor ve zamanla kime  dönüşeceğini merak ediyorum.
Daha yaş almış belki ama daha farkında ve duyarlı.
O yüzden çok daha güzel…”

Bu yazı sabah’ın 7'sinde WhatsApp gruplarımdan ( en sevdiklerimden biri bu arada ) birine düştü. Yazıyı paylaşan dostum muhteşem bir yürek. Hayatının her anı  cesurca yaşanmış. Korkmadan, göğüs germiş. Gruptaki diğer dostumun ondan aşağı kalır tarafı yok. O da güçlü duruşuyla avuçlamış hayatı “Savulun ben ayaktayım,” demiş her zaman. Sonra dönüp diğer gruplarıma baktım. Ne çok grup… Bazı gruplardaki kişilerin yüzlerini hayatımda hiç görmedim bile ama madem ki günün farklı saatlerinde ekranımdalar demek ki  yüzlerini bilmesemde bana ne güzel şeyler katıyorlar.

Ben bu sene bambaşka bir final yazısı yazıyorum, hem kendime, hem evrene kayıt edilsin niyetiyle.
Hayatıma giren, dokunan her kişiye, nesneye, olaya teşekkür ediyorum. 
Onlara dokunmasaydım, onlarla sohpet edip, dinleyip, sarılmasaydım, oralara gitmeseydim ben, BEN olmayacaktım. 

Şimdi bu klasik diyeceksiniz biliyorum. Her an sosyal medyada cümleler inci misali diyeceksiniz ama o paylaşımların yaşanmışlıklarını bilmiyorsunuz. Oysa bir çoğunuz beni şahsen tanıyorsunuz. Bu söylediğimin  gerçek olduğunu biliyorsunuz.


Öyleyse soru gelsin! 

Gerçek nedir ki? 

Değişen dünya görüşleriyle gerçek sadece bizim beynimizin algılayabildiği kadarıdır. ( bu noktada tavsiyem yıllar önce çok konuşulan bir film olan What the bleep do we know seyredilmeli) Hepimiz kendi gerçekliğimizde yaşıyoruz ve maceramızı her an yaratıyoruz. Yarattıklarımız neyse onu yaşıyor ve dahası yaşatıyoruz. Benim düşüncem yüzünden evrende binlerce hareket değişiyor. Değişen dinamiklere göre de biz duruş alıyoruz. Yani hem yaratıcıyız, hem de oyuncu. Güzel yaratırsak, güzel oynarız diye bir kuralın olmadığı bu evrende yarattığımızın gerçekten istediğimiz olması durumuna da mucize diyoruz. Sanki Evrenin Ulu Mimarı beni gördü, duydu ve yaptı.  

2017 sene sonu yemeklerinden birinde dostum hediyemin içine bu kartı yazmıştı. Onun yazısına istinaden bende kendime bunu yazmıştım.

" Kendime inanıyorum ve evrende bana inanıyor. Yeşil ışık bundan. O kitap güzel insanların eline ulaşacak !!"


Kitabım “3 Nokta…” pek yakında elinizde olacak.
Evren bana inanıyor!

Hayal ettiklerimin büyük çoğunluğunu da yerine getirmenin keyfiyle defterimi kapatıyorum. Bu yazımla gerçekleşmeyen anlarıma sesleniyorum, onlara teşekkür ederim demek istiyorum. Gerçekleşmemeniz gerekliydi ve benim zorlamalarıma, ittirmelerime direnip gerçekliğe dönüşmediğiniz için teşekkür ederim.










Hayatımın kararına yürüyeceğim 2018’de kendime her zamankinden daha da çok inanıyorum ama egodan beslenen gücüm yüzünden değil, bana sıcacık sarılan yüreğim yüzünden.

Yeni yıldan bir dolu isteğimiz var ama unutmamalıyız ki kendimizi en iyi kendimiz kandırırız. O yüzden kendimizle çok açık olmayı seçmeliyiz.

Yeni bilgilere açık olmak lazım, onların dönüştürücü gücü çok fazla.

Bereketli düşünmek önemli, aksi takdirde her daim kıtlık içinde hissediyoruz.

Sağlığın kıymetini yitirince değil sağlıklıyken bilmeyi seçelim. Bedenimize ve ruhumuza iyi davranalım, iyi besleyelim. Zihnimize şifa kazıyalım ki beden şifa bulsun.

Yeni kitabım elinize ulaşınca hayatın hep devam ettiğini, şartları kendimizin yarattığını ve yola çıkma cesareti gösteren herkese hayatın hep destek verdiğini okuyacaksınız.

Bende 2017’yi kapatırken muhasebemden fena çıkmadım diyebilirim. Sonuçta senenin içeriğini yaratan, gerçekliğimi oluşturan ben değil miyim?

Her seneye koyduğum bir mottom var benim. 
2017 için Think+ B+ demiştim. 365 günde olan her şeyde bu mottomu hatırlayıp, dengemi her kaybettiğimde bu mottoya sarıldım. 





2018  için de bir motto belirledim. 

Yoldasın ve herşeye Eyvallah!





Ve derken süpriz bir şiir çıktı karşıma. Semih Yalman'ın Siyah Kelebek kitabında...
Sahne adlı şiirinden yüreğime dokunan 4'lük böyle...

Yol ayrımları çıkmadı mı?
Ama değerlendirmek?
Öğrenilmişlikler ile olmaz hareket
Kalbinde senin zihnin ve orası ile alınan kararda bereket.

Bu yazıyı neden bu renk yazdığımı merak etmişsinizdir... Pantone her yıl, yılın rengini seçer. Geçtiğimiz yıl doğanın yeniden uyanışından ilham almışlar o yüzden Greenery seçilmiş. Bu yıl kozmik dünyadan ve gelecekten esinlenip ‘Ultra Violet’ seçmişler.
Mistik ve manevi bir gücü çağrıştırdığı, günümüz karmaşasında zihni rahatlattığı için seçilmiş bu renk. Yaratıcılık ve hayal gücünün gerektiği bir çağ önümüzde. Bu renkte içimizdeki gizli gücün farkındalığını ortaya çıkarsın.

Renkler bile yürü derken dilerim sizlerde 2017’de "Çıksam mı?" dediğiniz bütün yollara çıkma cesareti gösterirsiniz. Çoktan çıkmış olanlara hayranlıkla bakmaz, kendi sorumluluğunuzu alır ve yola çıkarsınız. Unutmayalım yola çıkana yol çıkar ve 
YOL-A-ÇIK.

Hepinize harika bir 2018…





23 Ekim 2017 Pazartesi

KARANLIK


okurken size müzik eşlik etsin isterseniz: 
https://www.youtube.com/watch?v=14oQarTH8c0

Hayat süprizlerle sana eklenmeye bayılır eğer sen izin versen.
Bu gün yalnız çıktığım yola hayat günüme iki keyifli yürek ekledi ve ilerleyen saatlerde de beni şaşırtmaya devam etti.
Bu günün mesajı karanlıktaki bilinmezliğe korkan benle baş başa vakit geçirmekti.
Ilk karanlık korkusunu iki hafta önce gittiğim Marsilya'da yaşamıştım. Daha önce bulunmadığım bir yerde, devamında ne olduğunu  göremediğim bir karanlığa doğru isteyerek yürümeye karar vermemle başladı herşey.
Issız orman, sislerle kaplı bir tepe tırmanışı ve tek ışığın ay olduğu bir anın bilinmezliği gerçekten ürkütücüydü. Kendime "Korkuyor musun?" diye sordum ve kalbimin sakin olduğunu hissettim. Sonra  zihnime dedim ki; "Madem kalbin korkmuyor seni korkutan ne o zaman?" Cevabını biliyordum. Ne de olsa zihnimi tanıyordum. Korktuğu bilmemekten dolayı kontrolu yitirmiş olmaktı. Oysa kalbimin sakin olması demek her bulacağımın benim  yüksek hayrıma olacağını bilmesindendi.  Bu yüzden bilinmeze teslim olan ben, muhteşem bir manzaraya, keyifli bir sohpete ve sonsuza kadar devam edecek bir dostluğa sahip oldum.



Bir sonraki karanlık beni 15.İstanbul Bienal kapsamında Karaköy’deki Ark Kültür  “Meçhul Ağlayan Adam”ın evinde buldu.

Ses cihazının sizi yönlendirdiği son odada, sizi,zemin kata davet ederken bu seçimin sonucunun size bağlı olacağı söyleniyordu. Esrarengiz olan bu duruma çekilip merdivenleri indim.
Yalnızdım.
Güzel bir müzik geliyordu aşağıdan. Ve birden karanlıkla karşı karşıya kaldım. Nefesim kesildi. Inanılmaz bir korku içinde karanlığa ilerleyemeden 3.basamakta kala kaldım ve cep telefonumun ışığına sarıldım. Yolumu aydınlatıp nereye gittiğimi görmek istedim. Bilmedigim bir yerden gelecek bir şey beklentisindeydi zihnim. Zarar göreceğim korkusu içindeydim. Yüreğim ise gene sakindi.
Yolumu aydınlatan ışıkla indim merdivenleri ve yerde gördüğüm kırmızı ince ışığa yöneldim. Karşıma bir  karanlık odada  daha çıktı. Gene telefonumun ışığından destek aldım nereye girdiğimi anlamak adına. Odanın orta yerinde siyah kolsuz bir manken bana bakıyordu. Gülümsedim. 
Bu hayatta sadece kendime karşı korku duyacağımı bir kez daha anladım.


Ve gene Bienal kapsamında, Pera müzesindeyim.
Buradaki karanlık oda bana korku, inanç, cehennem, gurur gibi kelimelerle eklendi. Once kısa kelimelerdi, derken yeni kelimeler eklendi ve cümleler uzadılar ve sonra yüzlercesi ortaya çıktı, ortam karmaşıklaştıkça hayatımın koas içinde, içinden çıkılamaz hallere geldiğini, her şeyin daha da büyüdüğünü ve beni gerdiğini hissettim. O anda karanlık bana; inan ve sakin ol diyordu sanki. Dur, izle, bekle geçecek olanlar...

Ve karanlık peşimi bırakmadı, ve gene Bienal kapsamında Yoğunluk  Sanatçı Atölyesindeki calışmaya, herkes                “Git muhakak,” dedi diye gittim. 4dk bir seans dediler. Ne olabilir ki. Bir film? Bir görsel?
Bir oda olacağını düşünmemiştim. En fazla 3 kişi alınan bir oda. Bu odaya biri tanıdık, biri hiç tanımadığım 2 kişiyle girdim. Oda karanlık, bedenim gergin, zihnim karışık, kalbim küt küt. Kapı üzerimize kapandı ve zifiri karanlıkta  mekan algımız  olmadan kalakaldık. 3 kişi.... Sinirden gülüyoruz. Anlamadan dokunuyoruz etrafa. Aniden yanıp sönen ışıklarla ortamı algılamamız isteniyor. Derin bir boşluk hissi, karanlıkta gergin bekleyiş ve arada yanıp sönen ışıklardan dolayı daha da korkutucu olan mekan ve 3 kişi
Iyi bir  komşu konseptine bağlı olarak neydi bize burada anlatılan diye düşünürken birden heryer hareket etmeye basladı. Bir deprem oluyordu binanın içinde ve heryer sallanıyordu.
Minicik bir sallantıyla hayatımızın yok olup gideceği hissiyati, bu evrende ne kadar anlık yaşamamız gerektiğini hatırlatıyordu sanki. Birden karanlıktan üstümüze doğru gelen ayak sesleri duyduk. Anında çığlığı bastık ve hemen birbirimize sarıldık. 1 biri tanıdık, diğeri hiç tanımadığım 3 kişi. Korku bizi ayrıştırmak yerine birleştiriyor...
Bu sefer karanlık bana dedi ki: Her şey insanlar icin, yıkılsan da yeniden inşa edebilirsin...

Gün bitmeden karanlık beni Arter’de buldu.


Tesadüf yoktur ve Canan’ın  Kaf dağının ardında adlı serginin en üst katında buldum tüm cevaplarımı.
Masal bu ya, annesi küçük kıza demiş ki: Cesaret korkuya rağmen ilerlemektir yavrum.
Ve Canan dedi ki:
Yetişkin korkularımla başedebilmem için çocukluk korkularıma dönüp  onlarla yüzleştiğim ve o korkmuş çocuğa şevkat gösterdiğim zaman o korkuların hepsinin yok olduğunu gördüm.
Cocukluğumda korktuğum imgeleri boyayıp onlarla karanlıkta bir süre kaldıktan sonra bu korkularımdan kolaylıkla arınabildiğimi fark ettim.



Karanlığın bana mesajı buydu. 


Korkmadan ilerle 

ve bilinmezler sana görünmeye 

başladığında o kadar da korkutucu 

olmayacaklar.





Enis Batur'un dedigi gibi "Her İbrahim'in içinde taşa 


yatırabileceği bir İshak yaşıyorsa, her İshak'ın bir İbrahim 

karabasanı taşımasından doğal ne olur."




2 Ağustos 2017 Çarşamba

SAYIN ADALILAR


Ben ada yaşamını geç keşfedenlerdenim. Bir yere ısınmam için onunla zaman geçirmem gerekiyor. Ruhuma iyi geleceğinden emin olana kadar mesafeliyim ama ısındıktan sonra içinden çıkarabilene aşk olsun.
Adada yaşam benim için tam da böyle oldu.
Çocuksu çekişmelerimden dolayı10 yaşımda nefret ederek terk ettiğim ada  47 yaşımda keyif aldığım bir yere dönüştü. Bu akşam adadaki son gecem ve içimde hüzünle karışık bir AŞK hali.

Hatırlanası keyifli anlarıma eşlik eden ada hayatı bu sene bana kısa. Her sene 3 ay kaldığım adayı yaz hala devam ederken bitiriyorum. Şehire doğru yol alıyorum. Şehir suyun öte tarafı.  Adada olunca sanki kaos suyun diğer tarafında kalıyor. Çalışıyorum, gidip geliyorum ama şehrin deli koşturmacası hep suyun öte tarafında. Çalışırken esen yaz rüzgarına çiçek kokularını ve martı çığlıklarını  - sinir bozucu olsalar da- ekliyorum. Arabasız bir ortamda sürekli yürümek, bisikletli insanımsılardan kaçmak , hep bir şeyler taşımak, yerdeki at boklarının iğreti görüntüsüne eklenen rezalet kokusu, carşaflı turist profiline eklenen yurdum insanlarının  çılgınlıkları olsa da ada  ruhuma iyi. 

Bahçeden çaldığım dutlar, kayısılar, her evden fışkıran deli pembe begonviller ve harika kokan zambaklar, iki adımda bir durup selam vermeler, hep aynı mekanlarda toplaşmalar, deniz kenarındaki sezlong savaşı, ilk satış deneyimlerini yaşayan çocuklardan alınan ıvır zıvırlar ve terastaki salıncakta sonsuzluğa uzanan geceleriyle ada kalbimde kocaman bir yer. Ilerliyen yıllarda anladım ki ada aslında benim içim olmuş. Huzur bulduğum kendim, keyifle yaşadığım anlarım, güzelliklerle paylastığım sözlerim olmuş. Ben ada olmuşum. 

Karşımda, her akşam salıncağımdan seyrettiğim turunculu siyahlı gün batımı. 
Sanki  turuncu adım adım direniyor Az sonra her yeri kaplayacak siyaha. Bu bir bitis mi turuncu için? Bir baslangıç mı? Yoksa turuncu siyaha dönüşüyor ardından  tekrar turuncu mu olacak? 


Peki ya mavi olduğunda ne oluyor? Gök aynı gök değil mi?
Dönüşüm ve devinim bana huzur veriyor. Her şeyin gelip geçtiğini ve anda en güzel olduğunu.

Adada bir rutin çarşıya doğru yürümek. Çok alıp stoklamak ada evinin dar alanında mümkün olamayınca  her an alınacaklar var. Her şey tamam dediğinde bile hep bir eksik çıkıyor.  Yürüken birden bire bir ses! Kafanın tepesinde bir ding dang dong ... 

Sayın Adalılar 

Konuşma böyle başlayıp bzzzzst diye kapanıyor.
Tiz sesli o mikrofondan adalılara bu yöntemle duyurular yapılıyor.
Bir tür toplu Ananos...
Acaba başka adalarda da var mı bu yöntem?diye düşünüyorum.
Anons sayesinde cenaze, sergi, konser gibi bilgiler aktarılıyor. Yaşamadık ama afet veya daha vahim durumlarda da en kolay yöntem bu olsa gerek. Hem de kaçıran olur diye iki kez tekrarlanıyor.
Ama ne olduysa ilk defa bu anons kulağımda bir başka çınladı. Yüreğimdeki bir yere dokundu ve klavye tıkladı.

Düşündüm de sanki hayatta bize böyle anonslar yapıyor.
Mesela;
“Stella, bu hafta güzel olacak,” diyor sanki. Bendeki farkındalığı yükseltiyor ve güzellik o gün bir sergi gezmek oluyor.
Ya da diyor ki;
“Stella, her şeye rağmen devam etmelisin.”
Sanki bu anonslar içinden çıkılamaz bir anla karşı karşıya kalınca duyuluyor. 
Ya da;
“Bu gün mucizelere açık ol,” diyor. O anda delice ihtiyaç duyduğun kambuça kavanozunu kapatacak lastiği,  biri en cok istediğin lavanta demetiyle sana sunuyor. 
O anonslar bir dolu sözler fısıldıyor. 
Bu işe gir...
O yola sapma...
Denemelisin...
Korkma...
Git...




Ne hoş olurdu biz hepsini gerçekten duyabilsek ve uygulayabilsek? 
Duyamıyoruz çünkü kanımca içsel olarak hazır olmadan hiç bir şey gerçekleşemiyor. Her seferinde bu teoremi kendime doğrulamama rağmen bazen öfkeleniyorum neden duyamıyorum bu anonsları diye. Ama şimdilerde biliyorum artık o anonslar tam ihtiyaç duyduğunda sana kendini duyurmayı biliyor.

Geçmiş dostlukları karşına çıkarabiliyor sen sayfaları kapatasın diye, hiç gitmem dediğin yere seni itiyor, asla yemem dediğin yemeği yalanarak yediriyor ve bu ben değilim dediğin her anda bu tam da sensin diyor.

Insanın en kuvvetli olduğu alan yaşamı değiştirme becerisi ama daha kuvvetli olduğu ise yaratma becerisi. Coğunlukla hikayelerle düşünüyoruz gerçeklerle değil ve istediğimiz hikayeyi yaşıyoruz. Yazdığımiz hikayeleri kendi gerçeğimiz yapınca sonuç salt mutluluk oluyor. Işte o anda anonsu duyuyoruz.

“Doğru yoldasın Stella, devam...”

Bu anonsu duyamakta ancak içeriden oluyor.


Güzel anonslarınız olsun...

16 Temmuz 2017 Pazar

MUTLU olduğumuzda düşündüğümüz şeyler vardır ve düşündüğümüzde MUTLU olduğumuz...








Hayat hep akıyor. Bir saniyesi diğerine eş değil. Bir saniyesini bile tutup kutuya hapis edip, çıkarıp yaşayamıyoruz. O akışın içinde ne farklı hislerle dolup, ne kahkahalar, ne gözyaşları, ne alkışlar ve nice başarılar, ölümler...

Gündem bir hayli zorlayıcı, bir tarafta ADALET-HAK-HUKUK için yürünmüşken diğer tarafta detansı kutlamalar. 
Bir tarafta kendini ifade etmek isteyen binler, diğer tarafta umursamazlık. 
Bir tarafta mülteci diye itilmeler, kakılmalar, diğer tarafta onlar için daha yaşanılır dünya yaratmaya çalışanlar.
 Bir tarafta şortlu kız, diğer tarafta yanlış bir şey yapmadım diyen zihin.
Bir arkadaşımın kızı ameliyata giriyor, bir başka arkadaşımın eşi bypassa, biri mide ameliyatı olmuş heyecanla tartıya çıkıyor, annem nefes darlığı çekiyor, benim topuk dikenim, biri sahilde tatil pozu paylaşmış, sosyal medya Metin Hara/Adriana Lima. Ortaya karışık.




Ve ben geleneksel Saroz ziyaretimden vaz geçmeyip, kendi hayat döngüme devam ediyorum.
Olmuşları duyarak, olmamışları merak ederek. Derken bir yazı okuyorum, ardından uzun bir cümle geliyor...
Mutlu olduğumuzda düşündüğümüz şeyler vardır ve düşündüğümüzde mutlu olduğumuz.
Yüreğim ateşleniyor, ben tıklıyorum.
Saroz’da her zaman mutluyum. O anda düşündüğüm tek bir şey var.


BİTMESİN.  





Bütün kış çalışmanın, sağlıklı olmanın, buraya gelebilme özgürlüğümün tadına, çocuklarımın kahkahası, kumun sıcaklığı, denizin cam gibi berraklığı, gün batımının renkleri, şarabın lezzeti ekleniyor. Bunlar beni delicesini mutlu ediyor.
Andayım.
Kaygıları düşünmüyorum. Korkular ufukta görünmüyor. Mail kutumdaki son mailin konusunu bile hatırlamakta zorlanıyorum. Her şey salt “ Mutluluk” kıvamında. Dostlarla sohpet, kahkaha, çekirdek ve gecenin serinliği. Bitmesin diyor insan ama bitiyor haliyle.
Dönüyoruz.
İstanbul’dayız.

 İşler, yollar, dosyalar, telefonlar, projeler, stress ve koşturmaca.  Salt mutluluk halinden bir hayli uzakta. Düşündüğümde beni en mutlu eden ana gitmek istiyorum. Saroz’un gün batımına. Gülümsetiyor beni. Mutlu olduğumu hissediyorum.

Araştımalar diyor ki: Akış halinde olma yetinize göre mutluluğu elde edebilirsiniz (Csíkszentmihályi’e göre)
Zihin ne kadar çok karışırsa, mutluluk o kadar uzak.
 Bitsin istiyorsun, haliyle bitiyor.






Birden aklıma beni her an herşeyden daha fazla mutlu eden bir şey geliyor.  Her mutlu olduğumda düşündüğüm ve düşündüğüm anda da kayıtsız şartsız beni mutlu eden.

ÇİKOLATA…
100gr 545kcal.
O kadar basit.

İster bütün paket, ister bir parça. İster bitter 70% cacao, ister sütlü, beyaz. Gerçekten de evrende bundan daha fazla mutlu edecek bir şey olabilir mi? Kalp atışlarımı hızlandırıyor ağzımın içinde dağılırken. Yutarken ki hissi , yüzümde oluşturduğu gülümseme tarifsiz. 
İşte hayat bu kadar basit bir güzellikte saklı. 

Budist felsefesine göre; duygular sürekli değişken olduğundan kontrol edilemezler o yüzden duyguların peşini birakmak zihni rahatlatıyor, anı yaşıyorsun ve muhteşem bir huzur kaplıyor her yanımızı. İşte o yüzden çikolata yerken mutluyuz. Tam o anda ve lezzette zihin bomboş. Yüzünde o aptal gülümseme.

Mutluluk bir seçim, öyle enli boylu detay gerektirmiyor. Olma haline şükür. 
Her sabah uyandığımızda uyandık diyoruz 50% uyanmama ihtimalini dikkate almadan. Alalım, alırkende bir parça çuku atalım ağzımıza. 
Salt mutluluğun şerefine. 

Ortalık 15 Temmuz destanıyla sallansın, ben salıncakta mutlu olduğum anda düşündüğüm ve düşündüğümde mutlu olduğumla ...