26 Aralık 2019 Perşembe

Dünya malı dünyada kalsın





    
       Siz kendinizi hiç bilmediğiniz bir ortamda, söylenenlerin çoğunu anlamadığınız sözcüklerle söylenmiş şarkıların arasında, hiç tanımadığınız insanlara sarılıp dans ederken buldunuz mu?

Öyle bir anda sadece anın keyfini sürüp, başka hiçbir dünya anının sorununu, durumunu düşünmediğiniz oldu mu?
Zaman akıp giderken hissetmediğiniz, gündüz mü yoksa gece mi olduğunu ayırt edemediğiniz, saatlerce dans etmenize rağmen hiç susayıp acıkmadığınız ve hatta dünyanın hangi noktasında olduğunuzu bilmediğiniz bir anınız oldu mu?

İşte benim için o anın adı “ Dünya hali dünyada kalsın,” çünkü sen yaşamın sonuna vardığında bu evrenden seninle yanında gidecek hiçbir şey yok. Ne bir duygu, ne bir dost, ne maddiyatla sana eklenenler, ne de çok önemsediğin bedenin. Sadece SEN ve senin yaşamaktan keyif aldıkların. Ve bu anda kalanlar, gidişine ağlayacak tabii ki ama asıl ağladıkları kendilerinin eksik kalacak olmaları olacak.

Bir çok şeyden eksik kalma korkusunu her gün yaşıyor olmamız garip değil mi? Biz bu anda, her an eksiğiz diyerek her türlü dünya halinin tutsağı olup tüketiyoruz yaşam denilen mucizeyi.
Belki bu satırları okurken, içinizden, kişisel gelişim kitaplarında okuduğumuz cümleler gibiler diyor olabilirsiniz ama bu cümleleri yazan bu kalem, gerçekten dünya halinin dünyada kaldığını hissetmenin verdiği coşkuyu yaşıyor.

Bu coşku beni yeni yaşam alanıma taşıdı. İlk defa 4 mevsimini yaşadım. Birçok gün batımı, gün doğumu, dolunay ve yeni ay gördüm.

Kimilerini deniz kenarında, kimilerini balkonumda, kimilerini şehrin parklarında, sokaklarında, trafiğinin içinde izledim. En uzun gecede aydınlık adına mum yaktım, mucize için dua ettim.
365 günde hem bitişleri, hem başlangıçları yaşadım. Bir önceki anların hep geçtiğini gördüm. O an içindeyken sorun olanların aslında gelecekteki sorunlarım olmadığını çünkü anda her şeyi çözebildiğimi fark ettim.






Korkularımı ve yetersizliklerimi dönüştürüp, onları ivme ve yapılacaklara çevirdim. Bir topaç misali merkezimde dönerim sanıp, defalarca merkezimi değiştirsem de dönmeye hep devam ettim. 

Uçtum defalarca.  Uçarken hep fark ettim ki yükselişlerin inişleri de keyifliymiş. Zira kısa zamanda
gene yükselmek mümkünmüş, yeter ki uçmayı hayal etsin insan. Derin korkularımın birçoğu ile yüzleştim. Yüzleştiğimde hepsiyle konuşup, anlaştım. Gölgem gibi yakalarım diye arkasından koştuklarım yok olurken, güneş doğduğunda önümde beliren gölgemin, beni yönlendirmesine izin verdim. Ailenin değerini, uzakların acizliğini, dostların telefondan enerji verebilme becerilerini ve lisanı bilmezsen seni anlamazlar dediğin her anda, sen bir kelime söyleme çabasını gösterdiğinde hep destek aldığını deneyimledim.

 Konfor alanım olan arabamdan inip toplu taşıma ile seyahat ederek insanları inceledim.
Coğrafya olarak aynı enlem/boylamda olan 2 ülkenin ne kadar ayrı kültürü olduğunu gördüm.

İşaret dilinde, ellerinin parmaklarını birleştirip yukarı aşağı hareket
ettirmenin burada ‘Sabırlı ol, biraz bekle’ anlamında kullanılırken, ana lisanımdaki karşılığının ‘çok iyi, lezzetli’ anlamına geldiğini fark ettiğim de çok güldüm. Ülkedeki her 3 kişiden birinin göçmen olmasından dolayı, senin de göçmen olmuş olmanın kimsenin umuru olmadığını, zaman denilen kavramın koşturarak değil kendi seyrinde yaşandığını, senelik otopark parasının uçak bileti parasına eşit olduğunu, akıllılık edip bedavaya park ettim dediğim her zaman park cezası yediğimi, kitap okuyorum dediğimde yeni lisanda ancak 1.sınıf çocuk kitapları okuyabildiğimi.

Garsonların hepsinin öğrenci olduğunu ve o yüzden iyi bahşiş bırakılması gerektiğini deneyimledim. Ülkenin bir ucundan bir ucuna bir yürüyüş parkuru olduğunu, bu yolu yürümeyi teşvik etme adına bedava yemek ve konaklama imkanı olduğunu, süpermarkette kuyruğun kıtlıktan değil marketlerin cumartesi kapalı olmasında dolayı olduğunu öğrendim.

Bunları öğrenmek için yaptığım tek şey, dünya halini dünyada bırakıp, kendimi, yeni bir yola çıkarmak oldu.
Sayılı gün sonra 2020 olacak takvimler. 


Bu güzel yıl, eksiklikleri tamamlama yılı değil, sahip olduklarımızla yükselmeyi deneyimleyeceğimiz bir yıl olsun. İki aynı çift sayıdan oluşan dizinin, her zamankinden daha fazla şans kapıları açabileceğine inanma yılı olsun.

2020 zihnimizde bildiğimizden farklı düşünce platformları oluştursun, evrene açılan yeni iletişim deneyimleri yaşamaya imkan versin, ağacımızda özene bezene büyüttüğümüz hayallerimizi sallayıp düşürecek güçte kaslarımız olduğunu fark etmemizi sağlasın, isteklerimize odaklandığımız da karşımızda beliren boşluktan aşağı düşmeyeceğimizi, tersine yeniden doğacağımızı, güvencesizliğin bilgeliğini her kalp atışında hiç durmadan hatırlatsın.

Değerli olanları hızlıca tüketmeden, sakinlikle ve keyif alarak yaşamayı, korkularımızı ivme yapacağımız bir yıl olsun.

Dünya hali dünyada kalsın, 2020’de siz kendinizi tatile çıkarın.
Mutlu yıllar herkese…



14 Kasım 2019 Perşembe

GEÇİŞ



Hayat size sürprizlerini hazırlar, özenle paketler ve postalar.
Posta kutusunu açıp, görüp, almak elimizde.

             
Hayatımın 10senelik bir dönemini kapattım. 

Yeni bir ülkeye geçişime imkan sağlayan bu durum, anlaşılan benim için zamanını tamamlamış olmalı ki binlerce keyifli, stressli, mutlu, zafer dolu anlarımı bana ekleyip beni özgürleştirdi.

Bu geçişe hazırdım ama her geçişte gibi olduğu ana tam olarak hazır olamıyorsun. Biraz gergin, azda olsa tedirginlik verici ve bir o kadarda hüzünle yaşandı son anlar. İnsanız ya “Bitince ne olacak?”  sorusunu sormadan duramadım. Akışa inanmama rağmen genede korku midemle bağırsaklarımın arasında dans ediyordu. Statü mü kaybettim? Standardımı mı düşüreceğim? Kendime inancımımı yitireceğim? Sorular ve boşluk… Sonra o sen şakrak kahkahasıyla iş yerindeki oda arkadaşımın sözüne kulak verdim.

Her an kendi içinde bir an saklar.

Bu anında benim içimde bambaşka bir ana hazırlandığına eminim. Henüz içi bilinmezlerle dolu olsa da, güvencesizlikteki bilgeliği denemeye hazırım. Biliyorum ki o an geldiğinde sadece gülümsüyor olacağım.

Bu geçiş anı, beni bambaşka bir geçiş anına sevk etti. Otobüse Tel Aviv’den bindik. 3 kız arkadaş, sütyen hikayesi gibi bir birimizi yukarı kaldırmak adına bu tatili planlamıştık. Hem de bu tarihin benim iş hayatımın son gününe denk geleceğini bilmeden. Tur şirketine aylar önce ödemeyi yapmış ve izin almak için patronla konuşmama gerek bile olmamıştı. Çarsamba akşamı bir kapıyı kapattım ve  Perşembe sabahı gözümü Israel-Ürdün sınır kapısında açtım. Petra’yı gezmeye gitmek üzere yola çıkmıştık.







Geçiş yerinin adı: Yitzhak Rabin Sınır kapısı.
Kral Hüseyin ve Rabin’in birlikte yarattıkları bu barış geçişi, eskiyi kapatıp yeni
bir döneme geçirdikleri yerin, benim geçiş anıma rastlamış olması sizce de cok anlamlı bir tesadüf değil mi? Ülkeden çıkarken oldukça meraklıydım. Hem bir dünya harikasını* görecek, hem de iki ülke arasındaki ilişkileri algılayabilme imkanına sahip olacaktım. Arap topraklarından Israel’e bakacaktım. Geçiş 1994 yılının Ekim ayının 26sında Washington’da, dönemin Amerika Cumhurbaşkanı Bill Clinton gözetmenliğinde imzalandı. Bu antlaşma ile Ürdün, Mısır’dan sonra Israel’le barış imzalayan ikinci Arap ülkesi oldu. Tam 25 yıldır ortalık süt liman iken tam geçişmin içine bir gerginlik giriverdi, politika bir delik bulmuştu kendine. Her yerde garip haberler okuyor ama genede gitme planımızı iptale geçirmiyorduk. Bu geçiş benim için önemliydi ve evren bunu biliyordu.

Tedirginlikle uzattım pasaportumu Ürdün sınır kapısında, yüzünü inceledim sınır memurunun. Hiçbir mimik yoktu, doğal ve olağandı. Binlerce Israel’li barıştan beri akın akın geçiyordu sınırı her gün, her mevsim, her an. Karşılıklı turlar, ortak mirasi birbirine geçiriyordu. Hem de taa Musa’dan beri...
Ilginç olan ise, daha önce hiç bir Arap ülkesine girmemiş halimin ön yargısıydı. Şekilci zihnimdekilerin büyük bir kısmının gerçeklikten uzak olduğunu bana gösteren anlar yaşadım.

Geçişten bizi İsrael’li genç bir tur rehperi karşı tarafa taşıdı ve bizi Ürdün’lü bir başka genç tur rehperine teslim etti. Geçiş tamamlanmıştı. 
Bizler Israel plakalı otobüsümüzden bir kaç saat içinde Ürdün plakalı otobüse geçmiştik bile. Bileğimizde “Tourist Jordan” yazan bileklerle Akaba’ya geçtik, oradan da Wadi Rum yani sütünlar vadisine.










Kırmızı kumlar, inanılmaz boyuttaki kayalıklar ve
büyülü çöl sessizliğinde gezindik. Kumların kırmızısına hayran kalmış bizler sürekli fotograf çekmekten yorgunuz. Bir an o tatlı çöl rüzgarına bıraktık kendimizi ve inanılmaz doğa ile dar kanyonlardan geçip Arabistanlı Lawrance’ın yaşamış olduğu alana ulaştık.












1.Dünya Savaşı sırasında Arapları, Osmanlı’ya karşı ayaklandıran İngiliz subay, arkeolog, casus ve yazar Thomas Edward Lawrence’ın lakabı Arabistanlı Lawrance. 1916-18 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yürütülen Arap Ayaklanmasında, Birleşik Krallık irtibat subayı olarak aldığı görev nedeniyle Arabistanlı Lawrence olarak tanınmıştır.

Arapların birçoğu, Osmanlı ve Avrupalı devletlerin hakimiyetine karşı verdikleri özgürlük mücadelesine önderlik etmesinden dolayı onu, Arap ulusal uyanışının öncüsü ve halk kahramanı olarak kabul ederler. Taşın üzerinde Kral Abdullah ile oyulmus resimlerine bakarken yeni bir geçiş farkettim. Krallığa geçisin simgesiydi Arabistanlı Lawrance. 






Otantik ortamda çayımızı içtik. 7 taşımı dizdim, hayran kaldığım manzaraya  karşı dileklerimi taşların yanına bırakıp, gündüzün geceye geçişine tanık olmak üzere konaklayacağımız kampa dönüş yoluna çıktım. Öyle büyülü bir andı ki yaşanan, tepeden aşağıya süzülen güneş bize mesajını vermişti.

Biten herşeye şükür et, güzel geçti de. Geçti ve bitti de. 

Şimdi sessizlik zamanıdır. Ateş yak, hikayeler dinle, yemek ye, dans et. Duaların varsa dillendir. Yıldızlara bak, düşün bu evrende yalnız değilsin. Binlerce yıldız her gün ölüp kayıp düşüyor ve bunu gören gözlerine şükret. Yenisi doğuyor her an hatırla. Geceye teslim ol. Kurtlar ulusa bile korkma, onlar seni korurlar kötülüklerden. Gökteki yıldızlara bak, onlar sana yol gösterecektir.
Yanındakileri iyi seç, onlar senin elinden tutanlar olacaktır, belki sadece bu an için,  belki de bundan sonraki geçişine kapı açacaklardır. Teşekkür et.

Minikicik, soğuk çadırımıza girdik ve uykuya teslim olduk. Sabah giyinip dünyanın seçilen yeni 7 harikasından birini görmek için erkenden yola çıktık. Büyülü gül rengi şehire,  Petra'ya kalabalık insan topluluğuyla birlikte girdik. Dar geçitler, kıvrımlı yollar, ha bitti ha bitiyor dedikçe hep yeni bir geçişin önümüze açıldığı bitmeyen ilerlemeler. İçimden insanlığın her zaman inanılmaz şeyleri başarabilme becerisini nasıl edindiği fikri geçiyordu. Sanki eski medeniyetler bizlerden daha yetenekliymiş fikrine kapılıyorum. 

İsa’dan önce 5.yy., Nebatiler. Geçip gittiler ama asla gitmediler aslında. İşte bu koca ihtişamlı tapınak önümüzdeydi. Binlerce kere digital ortamlarda ve dergilerde gördüğümüz. Canlısını görmenin müthiş hissi tarifsizdi. Rehper yere bir çizgi çizdi. Kafanızı kaldırmadan yürüyün dedi ve şimdi kaldırın dediğinde bütün haşmetiyle Petra’yı ölümsüz kılan tapınak karşımızdaydı. İlk görsel sağdan bir gıdım kendini gösterdi. Dar bir geçidin ardından. Bir parçacık... İlerledikçe daha büyük bir parçası ve sonra tamamı. 


Rastık çekilmiş gözleriyle çölün sahipleri bedevilerden alışverişler yapıldı. Dinarlarını Euro/Dolara çevirmek isteyen kadınlar, ruj var mı takas yapalım dediğinde nelerin yokluğunu çektikleri içimi burktu. Eşşekler, atlar, develer, faytonlar, köpekler. Modern Ürdün polisi, Bedevi polisi ile birlikte koruyordu tapınağı. Zaman su gibi aktı geçti. 



Hani insan insana en fazla 6 kişi uzaktaymış derler ya tam da buna uyumlu bir tesadüf ile tanıştığımız Amerika’lı dostlarımızla  başladığımız noktaya geri döndük. Geçiş tamamlanmıştı. Bir daha asla eskisi gibi olamazdım. Bilgilenmiş ve anlamıştım. Bu bilgilerin bizi yeni bir geçişe hazırlayacağı kesindi.

Israel’in bir başka güzel şehri Eilat’tayız. Havamız güzel, denizin keyfindeyken bir anda bir başka unutulmaz ana tanıklık ettik. Coral Beach dünyanın sayılı plajlarından. Hem mercanlar,  hem de renkli Kızıl Deniz balıklarının mekanı. Su üstü varlıklarıyla, su altı varlıklarının birbirlerine dokunmasını mucizevi bir şekilde deneyimledik. Minik ekmek parçaları atan adamın yanına ulaşıp, suyun içinde rengarenk balıklara dokunduk. Bereketin simgesi balıkların ayaklarımızın arasında dolaştığına şahit olmak ve o anı ölümsüzleştiren dostumun desteğine şükür ettim. Evrenin bana mesaji vardı.

Korkmadan, sabırla bekle. Bereketin seni bulacak.
Destek ile birlikte en güzel anları bana hediye edeceğini söylüyordu. Eski anların yepyeni renkli anlara dönüşeceğini, su gibi berrak ve içimi huzurla dolduracağını görmemi istiyordu.
Bu yoğun hislerle doluyken, geçişin güzelliğini idrak ettim güneş ışığının denizin üzerindeki dansında.

Tesadüf yoktur cümlesine uyumlu, tatilimizin son günü bir başka geçişi yaşattı bana. Ata’mın ölüm yıldönümünü saygı ve minnetle andığımız, ona olan aşkımızın sonsuzluğunu en derinden hissettigimiz gün, 10Kasım.
Bizi özgürlüğe, bilgiye, medeniyete geçiren bu yüce insan, bedenen aramızda olmasada varlığını her zaman hissedebilmenin güzelliğini deneyimledik. 

O anda mail kutuma bir mail düştü. İçinde bulunduğum durum için beni cesaretlendiren satırlar içeriyordu
 “Süreçten kaygıyı çıkarırsan bu geçiş hala korkutucu mu?” diye soruyordu.
Cevabı sizin bana söyleyeceğinizden eminim.
Güzel geçişlerimiz olsun.

26 Temmuz 2019 Cuma

Gobinde Mukande Udare Apare



Bir süredir yeni yaşam alanımda yenilikler deneyimliyorum. Her biri kendimi bana biraz daha tanıtıyor, biraz daha sorgulatıyor. Ülke değiştirmek her ne kadar hazırım desenizde öyle kolay bir süreç değil. Adaptasyon için hem kendinize hem de ülkeye zaman tanımanız gerekiyor. Yaşımızda çok genç olmayınca, kalıplı düşüncelerden sıyrılmak pek öyle parmak şıklatma hızında gelişmiyor.







Bu adaptasyon döneminde, doğduğum topraklarda yapmayı çok isteyipte çeşitli gereksiz bahanelerle ertelediğim yogaya hasbel kader başlamış oldum. Hem Türkiye’den gelen dostumun sesiyle, hem de inanılmaz bir tesadüfler zinciriyle hayatıma eklenen Avustralya’dan bu topraklara eklenmiş bir Kundalini hocasıyla.


Her gün yeni söz diyen Mevlana gibi, her gün yeni bir mantra ekleniyor zihnimden sıyrılıp yüreğime. Mantra sanskrit dilinde “Aklın Aracı” demekmiş. Mantra  kelimeleri genelde ilkel seslerden oluşan, binlerce yıl öncesinde bilgeler tarafından titreşim kalitesi ölçülerek seçilen sözcük gruplarıdır. Meditasyon halindeyken mantra’lar bir oyuncak gibi zihnimizi  oyalar, tekrarlarda yarattıkları titreşim ile zihnimizi düşüncelerden özgürleştirip, sessiz ve dingin olmamızı sağlar. Bu hisle bizde sakinlikte huzurla başbaşa oluruz.

SO HUM ilk mantram
SO  dişi enerji titreşimi, Kozmik Bilinci (Ruh­-Spirit), HUM eril enerji titreşimi, Bireysel Bilinci (Can-Soul) temsili. SO-HUM  Meditasyon’u sırasında oluşan titreşimlerin  ses enerjisi, nefesin içindeki yaşam enerjisi ile birleşerek, BIR olur. Dengeleniriz.
Meditasyona başlamadan önce kendimize 4 temel ruh sorusu sormak önemli; ancak  soruların cevaplarını vermemize gerek yok. Sanki balonu havaya bırakmış gibi sorularıda  evrene bırakıyoruz.
Ø  Ben kimim?
Ø  Gerçekten ne istiyorum ?
Ø   Yaşam amacım nedir?
Ø  Hayatımda sahip olduğum neler için şükretmeliyim?

Her eklenen söz dizimi bambaşka farkındalıkları yanında taşıyor. Yeni yaşam alanıma uyumlanmayı kolaylaştırdığı kesin. Ve geçenlerde nefesime eklenen mantram:

Gobinde Mukande Udare Apare
Hariang Kariang Nirname Akame

Sesli dinlemek isteyenler için Seda Bağcan’ın yorumuyla youtube ekliyorum.


Guru Gaitri Mantrası'nın bu kelimelerin hepsinin bir anlamı var. sırasıyla:
Destekleyen, Ayakta tutan, Kurtarıcı, Azat eden, Aydınlatıcı, Sonsuz, Yok edici, Yaratıcı, İsimsiz, Arzusuz.

Bunlar içimizdeki yaratıcı kaynağın sıfatları. Beynin sağını/solunu dengelememizi, kalp çakramız üzerinde çalışarak, şefkat, sabır, tolerans, bütünle bir olma duygularımızı güçlendirir. Karmik blokajlarımız ve geçmişmizden taşıdığımız bizimle birlikte gelen problemlerimiz üzerinde çalışır. Bu mantrayı söylemek auramızı temizlememize ve koruma alanımızı güçlendirmemize yardım eder.

Işte bunlardan aldığım destekle uyumlanmak ve sakinlikle yaşamda ilerlemek mümkün oluyor.
Bir başka destekte bambaşka bir alandan yoluma çıktı. Gene doğduğum topraklarda müthiş süpheyle baktığım bir yöntem olan BIOFEEDBACK konusuna burada kapı açtım.
Amanın bilemezsiniz o kapıdan neler çıktı, kapıyı tutamadım hepsi üzerime fışkırdı ancak ağırlıkla değil kolları açık kucaklayarak. Hepsi benim hallerimmiş.

Bunun adı hayatı keşfetmekmiş.
Her şey bir soru ile başladı.
Ben neden …. ?
….. burada kişisel durumları sembolize ettiği için boş bıraktım ki okuyan herkes kendi sorusunu düşünerek  okusun.

Uzaklardan taaa zihnimin en derininden gelen bu soru, beni sürekli taciz ettiği için kendimi  huzursuz ve gergin hissettiriyor.
Cevabının peşindeyim ama aslında biliyorum ki konu soru değil, onun sonucunu merak etme hali.
Bir çoğunuzun belki de denemis olduğu ama benim  aklıma bir türlü oturtamadığım bu yöntem müthiş bir bilinç oluşturdu sorum hakkında.

Titreşimlerden oluştuğumuz konusunda hepimiz hem fikiriz. O titreşimleri okuyup hafızasındaki datayla karşılaştırma yapan ve sonucu bir yazılı metine dönüştüren bu alet ile tanışmam çok sevdiğim bir dostumun bunu meslek olarak edinmesi sayesinde oldu.

Aletin adı EDUCTOR- nam-ı diğer  “Educational Doctor”

Sorum kafamda, kablolar her yerimde ve ekranda milyonlarca çıktı. Hepsi BEN ve benim hallerim. Bildiklerim ve ya bilmediklerim.
Hislerim ya da ilüzyonlarım. Cevaplarım ve travmalarım. Kimyam ve fiziğim. Biyolojim ve bedenim.
BEN bir ekran dolusu yazıya dönüştüm. Soru değerini yitirdi ve soru KENDİM oldum.

Ben kimim?

 
Korkularım, endişelerim, beklentilerim, hayallerime ulaşma becerim, kimyasal ve duygusal hallerim, kemiklerim, organlarım, sinirlerim, nöronlarım ve hücrelerim oldum.
Meğer hayatın anlamı sorunun cevabında değil,  bendeki bütünlükte gizliymiş.

Şimdi soruyu yeniden sorun kendinize, bir de SO HUM katın nefesinize, gözlerinizi kapayıp cevaba ulaşmayı isteyin. 
Benim gibi uzun zamandır sorup durupta cevaba ulaşamayanları da sevgili Eductor’ın yanına Lizet’in yorumlarına davet ederim.

Lizet Moreno Instagram sayfası: morenowellness

4 Şubat 2019 Pazartesi

Şu beş şey önemlidir:





Bu aralar içim dışımda. Belki de dışım içimde. Yani ortalık karışık. Dış güçlerle, iç düşünceler çatışma halinde. Biri diyor ‘Kalk gidelim,’ öbürü diyor ‘Daha yeni geldik arkadaşım, nereye gidiyoruz!’
Hal böyle olunca tansiyon göz yaşı şeklinde dışarı taşıyor. Göz yaşının önemi büyük zira yüreğin üzerinde birikmiş duyguları temizleyen duru bir sudur. Tuzu yakmaz tersine can verir yeşerecek yeni hislere. Büyüklerin dediği gibi, ‘Bir ağla ferahlarsın,’
Tabii hisler böyle olunca karşına çıkanlar da içinin dengesini kurasın diye sana yardımcı oluyor. Evren hep hayrımıza çalışır. 
Karşıma Sevgili Can Şen’in paylaştığı “Şu beş şey önemlidir,” yazısı çıktı.
Bana iyi geldi, sorular sordurdu, cevapları bulmama yardım etti, içimi ferahlattı.
Paylaşmasam olmazdı dedim ve sizlerin yüreklerine teslim ettim.
Güle güle ferahlayın…

Şu beş şey önemlidir:

BEŞ: En güçlü olduğunuzu zannettiğiniz yanlarınız genellikle en zayıf olduğunuz alanlardır. Bir yanınız güçlenirken çoğu zaman diğer yanlarınızı zayıflatırsınız. Ardından tüm olaylarda, refleks olarak güçlü yanınızı kullanır, onunla tepki verirsiniz. Oysa güçlü yan her kullanıldığında bir diğer yan kullanılmadığı için zayıflar. Her şeye şefkat ile tepki vermeye alışmış birisi bazen adil olmaktan ödün verir. Her şeye adil olmakla tepki veren birisi ise şefkatten... Her şeye mantıkla yaklaşan bir insan duygularını, her şeye duygularıyla yaklaşan bir insan mantığını zayıflatır. Gücüyle övünürken aslında bunun ne kadar büyük bir zayıflığa dönüştüğünü anlamaz.

Zayıflık her zaman üzeri örtülerek giderilmeye çalışılır; bu sebeple gerçekte olduğundan da güçlü görünür. Oysa en nihayetinde örgünün tutunduğu doku hasarlıdır. Belli açılarda gelen darbelere dayanıklı olsa da doğru açıdan gelen en küçük bir darbeye dayanıksızdır. Gücünüz sandığınız şeyin zayıflığınızın kaynağı olabileceğini anlamaya çalışın.

Dünya, barındırdığı tüm acılara rağmen mutlu olunabilecek bir yerdir. Mutluluk potansiyelinin gerçek olmasına zihin hallerinin engel olduğunu unutmayın. Mutsuzluğunuzun sebebi dünya değil; yanlış anlamalarınız.

Şu beş şey önemlidir: 



DÖRT: Bir ayna bulun. En iyi ayna kendinizsiniz ama zihinsel hallerle uğraşacak bir bilginiz yoksa o zaman bir ayna bulmalısınız. Aman dikkat edin: ağzı her laf yapan, ünvanı olan kişi ayna değildir. Ayna başarı ve başarısızlık, övgü ve yergi, mutluluk ve mutsuzluk, kazanç ve kayıp karşısında kalbi oynamayandır. Eğer karşınızdaki ayna bozuksa sizi de bozuk yansıtacaktır. Önce doğru ayna bulun ve kendinizi görün. Ardından zihninizi yeterince arındırdıktan sonra kendinize ayna olacak yansız ve inançtan arınmış bir zihin geliştirin.

Şu beş şey önemlidir: 



ÜÇ: Korkmayın! Zihindeki olumsuz bir hal sizi korkutmasın. Bu halden korkmamayı öğrenin. Bu hal yalnızca bir fikir, bir inanç, bir kendi kendini iknadır. O kadar! Zihin hallerini gözlemleyip onları sonlandıramamanızın sebebi o halin kendisinden korkmanızdır. O kadar korkarsınız ki sakince durup onu gözlemlemek yerine ondan kaçarsınız. Oysa bu zihin halleri tıpkı tekerleğin direksiyonu, gölgenin insanı, yankının sesi takip etmesi gibi gibi siz nereye giderseniz sizi takip eder. Durun. Korkmaktan korkmayın. Korkunuzun içinde derin bir nefes verip durun. Gözlerinizi dışarıda kaçış bulmak için çılgınca oraya buraya yönlendirmek yerine içeriye, zihninizdeki bu hâle yönlendirin. Kendi zihninize bakın. Göreceksiniz ki bu hallerde korkacak bir şey yok çünkü bu hâl gerçek değil. Sadece zihnin bir kurgusu. Sadece kendisini sizin aracılığınızla size anlatan ve sizi ikna etmeye çalışan bir durum. Sadece var olmak için çabalayıp, diğer tüm çiçekleri öldürme pahasına bahçenizdeki besini, yani sizin dikkatinizi ve zihinsel emeğinizi kendine çeken bir zararlı ot. 

Şu beş şey önemlidir: 



İKİ: Zihindeki haller size kalıcıymış gibi gelse de geçicidir. Kalıcı olmalarının tek sebebi sizin onları beslemenizdir. Siz onları düşüncelerinizle ve inançlarınızla beslemeyi sürdürmezseniz bu haller kalıcı olmaz. Başlangıcı olan her şeyin bir sonu da olduğunu unutmamalısınız.









Şu beş şey önemlidir: 

 
BİR: İlki zihindeki hallere iman etmemek, inanmamak, ikna olmamak. İnsan zihnindeki haller tarafından yanıltılır. Alışkanlıklarının tetiklemesiyle panik hisseder ve paniklenecek bir durum var zanneder, utanç hisseder ve utanılacak bir durum var zanneder, keder hisseder ve kederlenilecek bir durum var zanneder. İlk olarak zihne inanmayı ve ona tapınmayı bırakın. Zihin halleri insanın en büyük putudur. Zihindeki haller içsel kurgulardır ve dünyada olup bitenle gerçek bir bağlantıları yoktur. Bir yorumdur. Bir inançtır. Bin kere altından geçtiğiniz köprünün çökmediğini ya da kalp krizi geçirmediğinizi görseniz de bin birinci kez gene altından geçeceğiniz köprünün çökeceğine ya da kalp krizi geçireceğinize inanmaktır. 
!!!!!!!!!! Zihindeki haller gerçek değildir.