29 Aralık 2011 Perşembe

Evet 365gün’ün sonuna geldik. Oysa şu bilgisayarımın tuşlarına sanki bu sene için yeni basmaya başladığımı hatırlıyorum. Zaman Einstein’ın dediği gibi güzel yaşanınca hızlan geçiyor.


Doğrudur çünkü ben bu sene çok keyifle yaşadım! Laf yok, yaradana, evrene, aileme, çocuklarıma, dostlara ve BANA şükürler olsun!

Hersene yaptığım gibi günlüğümü elime alıp gözyaşlarımı ve kederlerimi ayıkladım içinden- zaten pekte yokmuş ama olsun gene de olanları arka plana bırakıp - güzelleri sizinle paylaşıyorum.

40 oldum bu sene ben 40!

20’ler bittiğinde sevinçten zıplamıştım. OH! artık durulurum, gereksiz bekleyişler, karar vermeler, soru işaretleri bitecek diye.

30’ların bittiğini hatırlamıyorum, ikiz çocukla çalışan ve bol sorumlulukları olan bir anneydim. Farketmeden geldi, ÇOK ACITTI ve geçti gitti.

40 olduğumu ömrümce unutmayacağım sanırım. Her yönden! Gene bekleyişler, karar vermeler ve soru işaretleri olacak ama bu sefer 20x2 olduğumdan olsa gerek sakinim ve heyecanla olacakları bekliyorum galiba...

40 olacağız diye bir dostumla “40 İYİ ŞEY LİSTESİ” yapmaya karar vermiştik. Bilmem onun ki bitti mi? ama benimki bitti. İşte size 40 İYİ ŞEY LİSTEM! Söz verdiğim gibi yazıyorum...

1) Yeni yıla girmeden önce 365 yaşanan günü bloguma yazma cesareti.

2) Kızlarla Cağaloğlu hamamında kese ve kahkaha... Teşekkürler Linet, Belgin, Lisa, Etel,Süzet,Nilhan

3) Gün ortasında iş kırıp Frida Kahlo sergisi – Teşekkürler Linet ve son anda eklenen Rozi

4) Kuzen toplantısı- Teşekkürler Stella, Ceki,İlona,Suzi, Vedat, Jacko, Tuna

5) Yeni araba almak – Teşekkürler BABOŞ’um desteğine ve herzaman arkamda olduğun için!

6) Yazarlık atelyesi hediyesini hayatıma katmak – Teşekkürler Rozi

7) Annemle kış gününde sahilde kahve keyfi

8) 10.000mt’den gün batımı – Teşekkürler Tanrım

9) Eski hemde çok eski iş arakadaşlarımla uzak bir ülkede kahve molası – Teşekkürler Mor, Varda

10) Eski bir dostumun halen beni sevip değer verdiğini görmek, hissetmek ötesi yaşamak

11) Okulda sanat terapisi

12) Rekor buble denemesinde 154 kişiden biri olmak

13) Hommade Pasta keyfi @Venturero

14) ..................................................

15) Süpriz +40 partisi hazırlandığını bilmek – Teşekkürler Louis, Lisa, Nurit, Linet vs vs vs

16) Sonsuzluk ve ötesi yüzüğü – Teşekkürler Mom ve Baboş, beni anlayıp elimden tuttuğunuz için

17) Gün ortası iş kırıp masaja gitmek – Teşekkürler Nihal

18) Derin mavide erimek ve boşluk hissi. Teşekkürler........

19) 40 yaşına havada girmek ve bütün sene yolculukta geçmesi için niyet etmek. Yükseklerde bulutlara bakıp gözlerinle dans etme keyfi. Thanks to MY BOSS

20) Yeni kurulan dostluklar araya mesafeler girmiş olsada- Thnx to Judith

21) Göklerde doğum günü pastası ve Şampanya! VE bunun THY ikramı olmadığını bilmek. Teşekkürler Lisa

22) 40 kırmızı balon. Teşekkürler Nurit ve aşkım oğluşlarım Eytan’ım- Meir’im

23) Süpriz partide süpriz klip seyretmek ve istediğin hediyeyi alabilmek. Teşekkürler tüm katılan ve katılamayanlara

24) Seksi olduğumu hissetmek için 15pond kırmızı fiyonklu ayakkabılar. Teşekkürler İlona

25) At binmek ve deniz üstü sohpeti. Teşekkürler Nihal

26) Kimbilir kaçıncı kere kurulan, ayarlanmak için çaba sarfedilen ve hep yüzümü güldüren Dost sofrası- Teşekkürler Sibel - Niso

27) Oğlumun Çanakkale’den VALİDEM’e diye aldığı Hürrem yüzüğü

28) Reflections . Teşekkürler Memo

29) Bonjovi konseri ve çığlık çığlığa “ALWAYS” – Teşekkürler Melis

30) Saroz’da değişimin aksini suda görmek

31) Her çocuk annesinden şikayet eder, gitmeyenin yerine tiyatroya giderler. Enka ve Düğün.Teşekkürler Esti

32) MFÖ ve “Yandım, Yandım....” seneler sonra ilk defa LIVE!

33) Family Tatil@ASOS- Teşekkürler tüm ailem hepiniz ÇOK ÖZELsiniz

34) Hediye valizle, hediye tatil@Büyükada

35) Orfeus PART 2

36) Bir karar aldım ve uyguladım. 2.Dövmem.

37) Evde annemden süpriz masaj

38) Limmud tüm gün keyif ve farklılık

39) Aniden ve planlamadan Viyana bileti , meşhur operada mükemmel bale keyfi, meşhur pastahanelerde pasta keyfi

 
40) "Tanrım beni baştan yarat!" sloganına uygun 8kilo



Buda Senenin +1Piyangosu... Kimbilir belki de yeni sene listemin” 41 kere Maşallah” 1.si

41) YADA 1 ) Elbise fermuarı yüzünden alınan karar. Teşekkürler Bardavitler

Gördüğünüz gibi herkesten ve her yerden iyi şeylerle donanmış 365günü geride bırakıyorum. Tutamayacağım hiçbir sözü vermedim , gördüğüm o ki bu senenin motosu farklı olacak.



Bu görsele ekleyeceğim tek detay “ Tüm sevdiklerimle!” olacaktır.






2012’DE Burcum diyor ki;

TÜKETİN Fıstık – Anlayamadım canlısını mı cansız olanını mı?

DİKKAT EDİN Hafıza kayıpları , ne diyeyim kendinizi sıksık hatırlatın bana neme lazım.

KAÇININ Olumsuzluk, aman uzak dursun benden!

KADER BAĞLARI: Terazi, Kova- Tanıyanınız varsa haber versin lütfen :)

GÜÇ KAZANMAK İÇİN: Ekip çalışmaları, Anlaşılan bol projeli olacak :)

SPORUNUZ: Hava paraşütü – tamamen sapıtmış burcum!Ama vardır bir keramet…

ANAHTAR KELiME: “Ben Düşünürüm, dans iki kişiyle yapılır” yorumsuz…

SİMGE KİŞİLİĞİNİZ: Johnny Depp – Ölürüm …

RENGi: Bütün iddiasız renkler – Mesela kırmızı!

YÖNÜM: Daha çok kültür, ruhsal konular ve entellektüel bilgilere doğru


SEYAHAT: Londra,Verduşum sana bağlıyız!



365 gün boyunca koştur sonra 10’dan geriye sayarak bırak gitsin koca seneyi, haksızlık değil mi?

Tabii ki yenilerle de yaşamaya alışmak şart ama geriden gelenleri atmamak lazım, üstünde çalışıp yeniye adapte etmek lazım.

Dün akşam nefis bir yılbaşı konseri dinledim. Çaykovski’nin huzurlu ve keyif veren bestelerinin arasında 365 günümü yeniden yaşadım ve birşey dikkatimi çekti. Tüm müzik aletleri başlı başına harika olabilir ama onu yöneten sahneye çıktığında neyin ne zaman çalacağına işaret etmeye başlayınca insan büyüleniyor çıkan sonuçtan. İşte hayat böyle, içimizde ve dışımızda bir çok güzellikler var, biz hayatımızın yöneticisi olarak neyi ne zaman çalacağımızı işaret edersek sonuç büyüleyici olacaktır.

Hadi hepimize kolay gelsin. Happy and Happy New Year!

17 Aralık 2011 Cumartesi

KAFAMIN DİKİNE :)

           Bir insan düşünün hayatı boyunca kafasının dikine gitmiş, kimsenin ve hiçbir felsefik sözcüğün arkasına takılmamış, daha da ötesi takılanları eleştirmiş.



Ne demektir kafasının dikine gitmek; kendi düşünce ve görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğüdünü, uyarısını dinlememek…


İşte bu kişi aynen tanıma uygun yaşayan, davranan, konuşan biri…


Aklına estiğinde uçmuş, canı istediğinde dalmış, adrenalini en yüksek seviyeden yaşama cesareti göstermiş, evini hayvan doldurmuş kendine yer kalmamış.
Çöl toprakları evimde olsun demiş 7 cihan gezip kumları şişelemiş, illa ki bir kuş kafesim olacak demiş dünyanın öbür ucundan bulmuş getirmiş.
Ülkemin ayak basılmadık toprağı kalmasın demiş, herhafta sonu yollara düşmüş. O kazak benim olacak! diye en yakın dostunu sinir bile etmiş.
Kafama taktığımı yaparım( ! ) demiş, 20'sinde ayrı eve çıkmış.
Koleji bitirip universiteye devam etmemis.
Kimse engel olamaz demiŞ, bankalara borcuna rağmen dünyayı gezmiş.
Yetmemis " Kolleksiyoncu'yum" diye milleti delirtip bir şişe için herkesi peşinden sürüklemiş!


Anlayacağınız kafasınınn dikinden hiç vazgeçmemiş...


O kadar dikine gitti ki bu sefer, sınırları zorlayıp başımıza hatta ülkeme yetmemiş dünyaya “Kolleksiyoner” kesildi benim kadim dostum …


Evinde adım atacak yer kalmamış, marketten raflar alınıp ev bir Cola dünyasına dönmüş. Sadece kırmızıya olan deli tutkusundan mıdır, birşeyi şiddetle isteyip elde etme yapısından mı yoksa herkesin dediği gibi çılgınlığından mıdır bilemem ama bu basit obje onu bugünlere taşıdı.


Kendine kart basmış, uğrunda uykusuz kalıp bir şişe daha sahibi olacam diye kilometreler yapmış. Ayrıca kollesiyonculuğun ne demek olduğunu bildiğinden
vaz geçmeden, tüm sızlanmalarıma katlanarak benim ülke bebekleri kolleksiyonuma madden, manen yardım etmektedir.











          Neden mi yazıyorum onu çünkü insan inandığı birşey uğruna vaktini, kalbini ve aklını verirse sonuç = BAŞARI.



Hani hepimizin başarılı insan tartışması vardır ya, üniversite bitirmiş, çok kazanan, popüler kelimelerinin arkasına sıraladığımız, o bunların hiçbiri değilken bile başarılı…


Oğullarıma bakıp hayal kuruyorum, şöyle olsunlar, böyle olsunlar diye ama son zamanlarda onlara bakıp yüzünüzü gülümseten şeyler yapın diyorum…


Ben galiba değişiyorum! Ve bu kadim dostum benim her değişimimde yanımdaydı onun için yazıyorum.


Koş canikom koş…Bundan sonra ki sergin Amerika’da olsun inşallah…Başarılar!



Not: Evinde şişeleri görmek isteyenler 1TL karşılığında randevu alarak gidebilir diye bildiriyorum ama bilmem kendisini evde bulabilme şansınız olur mu?


3 Aralık 2011 Cumartesi

3.MEKTUP



        "Her hakiki aşk hikâyesi umulmadık dönüşümlere yol açar.
Aşk bir milat demektir. Şayet “aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı insan olarak kalmışsak, yeterince  sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir."
Aşk- Eli Şafak


         Herkeste farklı duygular uyandıran bu best seller kitap, benim bu özel gün ki halime tercüman oldu.
Derim ya herzaman kitap insanın en iyi dostudur!

Herkese nasip olmayan ama özenilecek bir durum da olmayan hallerimden 3.sü bu gün.
3 koca sene, 1095 gün, 26280saat, 1.576.800 dakikadır bu hayat çarkını döndürüyor sensiz.


          Böyle zor saatler ancak insan sevdiklerine sıkıca sarılınca atlatılabiliyor. Canım çocuklarım, herşeylerim... Bu hayat sizleri direksiz bıraktıysa da emin olun bir sürü direk yarattı arkanızda. Her an size destek olacak bir sürü direkle inşaa edeceğiniz hayatınızın yıkılması mümkün değil.

         Bu seneye kadar seni sevenlerle toplanır, seni konuşur, seni anar, bir kaç damla göz yaşına kahkaha katardık. Bu sene biraz farklı olacak. Sadece biz, bir özel yemek tertipledik. Hiç ağlamayıp sadece anılara geri dönerek gülme kararı aldık. Düşündük ki, ehli keyif insanı, yemeğe düşkün, gezmeye ve keşfetmeye hayran birini bu sene bir başka analım.Bizi bulacağınız yeri biliyorsunuz...





         Yüreğimden kopan bir şiiri paylaşıyorum, belki sizlerde benim şiirime birkaç cümle eklersiniz ve duygular paylaşarak katlanır. Buda bu sene ki anma şeklimiz olur.
İyi ki varsınız...


Sessizlikte doğdu güneş bu sabah
Sıcacık masmavi gökyüzünde parlarken
Umut bulut olmuş küme küme tepemde


Bedenim sessiz bu sabah,
Soğuk ve donuk
Sessizlikte yanıyor yürek


Bahçem ıslak bu sabah
Her çiçek dalında salınırken
Rüzgar acıtıyor


Yürüyorum sessizlikte bu sabah
Mermer bahçesinde salına salına
Gönlüm ferah


Toprak açılsa bu sabah
Ben sen olsam
Sen güneşte parlasan


İki damla yaş bu sabah
Her gözde
Her gönülde…

.......................
.......................
.......................
Yaşamın doğası değişim iken; İnsan doğası değişime direnç gösteriyor. Ve ne kadar ironik ki bizi mahvedeceğinden korktuğumuz zor zamanlar aslında bizi kırarak olmamız gereken şeye dönüştüren gerçek zamanlar oluyor.


E.Lesser


Herkesin hayatına dokundun, herkeste senden bir parça canlı bugün ve ben sadece seni sevdiğimden kendimi değiştiriyorum.
BU DÜNYA DA HAYATIMA KATTIĞIN ANILARLA YAŞAMAYA MECBURUM...
ADIMLAR ZOR OLSA DA YÜRÜMEYE MECBURUM.                                                






21 Kasım 2011 Pazartesi

ÇOK SES, TEK HEDEF!


     Dolu dolu bir Pazar günü yaşattım kendime. Bu yolculuğa her sene bu zamanda çıkarım ve inan ki her seferinde başka bir “BEN” olarak evime dönerim.

Çoktan seçmeli bir ortamda, gönlünüze, aklınıza ve bedeninize uyum sağlayacak en iyi sonucu bulmak pekte kolay bir seçim değil. Deneyenler benimle aynı fikirde olacaklardır. Yakın cevabı seçmek bazen cevabı bilseniz de zor oluyor. Her sene başka bir yöne kendimi ittiğimden, bu sene felsefik çalışmaları bir yana bırakıp onun yerine keyif katmayı seçtim. Bu seferde bu ekip beni yanıltmadı ve seçmekte zorlansam da sonuca çabuk ulaşacağım 4 workshop kararını verdim.

Saat dilimleri arasında tanıdık yüzler, eski arkadaşlıklar, telaşla yer arayan bedenler, yanlış yöne inip çıkan asansör, kafeteryada yemek, bisküvi, kek, meyva, kahve, limonata...

Her sene koyulan başlık bu sene çok heyecan vericiydi benim için. ÇOK SES,TEK HEDEF! Herkes farklı anlamlar yüklemecektir. Bazıları fark bile etmeyecektir belki bu başlığa ama benim için anlamı; Kalabalık ortamlarda herkes farklı düşünme özgürlüğüne sahiptir. Ama konuşulanlar, söylenenler yada yorumlananlar ne olursa olsun hepsi tek bir hedefe odaklanır ; İnsanlık için en iyisine. Bu fikirle kendim iyi olursam etrafımdaki herkesi iyi edebilirim mantığını güderek ilk workshopa attım kendimi.

11.00-13.35 Hayatınıza oyun katın.

Başlık bile mükemmeldi. 17 seçim arasından tek istediğime sahip oldum ve sınıftan içeri daldım. Beni karşılayan yaşça benden oldukça küçük 3 bayan, benden oldukça yaşlı bir bayan. Anlayacağınız erkekler hayatlarına oyun katmak istemiyor ya da oyun oynamayı çocukça sanıyorlar. Bakalım ilerleyen saatlerde görsel değişiklik olacakmı diye merakla beklerken sınıftan içeri giren ilk erkeğe bakıp gülümsedim. ( Sonradan öğrendim ki kendisi bu sınıfa workshop’u hazırlayan zatın babasıymış...) Her odayı bir yöneten var ve bu odanın yöneticisi dinamik, farklı bir. Koç lisesinden mezun olup Amerika’ya okumaya gidip bitiremeden dönüp Koç Üniversitesinden mezun ama bakın hobisini neye döndürmüş. Darısı tüm hobi severlere. En bilinen kutu oyunu MONOPOLY, sözcüğü Türkçe karşılığıyla Tekel anlamına geliyor.1929'da Charles Darrow tarafından bulunan oyunun Hasbro'ya göre patenti 1935 yılında alınmış olup, yaklaşık 750 milyon kişi tarafından oynanmıştır. Bu rakam Monopoly'i dünya tarihinde en çok oynanan ticari masa oyunu yapmaktadır. Bilinen kutu oyunlarından sıkılıp daha engin arayışlara girmişler ama ne yazık ki ülkemizde tek kutu oyunu sahibi HASBRO’nun seçenekleri onlara yetmemiş ve Amerika’da okurken bunu geliştirip burada onlara destek veren bir cafede kutu oyununu geliştirmeyi başarmışlar. Yolunuz düşerse ve biraz oyun katmak isterseniz hayatınıza buyrun Kuka Cafe’ye. Perşembeleri akşamları tüm oyunlar sizi bekler. http://tr-tr.facebook.com/KukaKafe. Ilk oyun DİXİT. En kısa zamanda edineceğim bir oyun. Daha sonra Settlers of CATAN ve daha nicelerinide deneyimlemek isterdim ama 1 saat kalıp kaçacağım bu odadan saatin nasıl geçtiğini bile anlamadan 2 saat sonra yenilenmiş ve çocuklaşmış bir ruhla acıkmış karnımı susturmaya gittim.

Yeni saat dilimi ve yeni bir seçim. Dedim ya bu sene felsefe kenara gelsin eğlence ruhuma... Bir film seyretme kararı ladım. Değişik bir ses duymaya ve başka hayatları incelemeyi sevdiğimden seçim yapmam kolay oldu.



14.30-15.40 Film Gösterimi “ My Sweet Canary”

Filmin açılış şarkısı Rampi, Rampi. http://www.youtube.com/watch?v=LxPvrrFUKOA

Dinleyin eminim hepiniz çocukluğunuza, anneannelerinizin dönemine döneceksiniz. Ben döndüm ve kirpiklerimin arasında iki damla anı yakaldım canım anneanneme ithafen.

Bugün miadını doldurmuş olan REMBETİKO müzik türüne uzun yıllar sonra şapka çıkarmamıza vesile olan bir belgesel : "Sarı Kanaryam" (My Sweet Canary) 11 Mart'ta başlayan Selanik Belgesel Festivali'nin açılışında gösterilip ayakta alkışlanan bu enerji dolu belgesel, fakir bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğan ve Yunanistan'a göç ettikten sonra efsane mertebesine ulaşan rembetiko sanatçısı Roza Eskenazi'yi anlatıyor. Daha fazla bili isteyenlere http://tr.wikipedia.org/wiki/Roza_Eskenazi

Rembetikonun bu taçsız kraliçesinin yaşam öyküsü, hüzünlü anıların hakkını verdiği gibi sık sık gözyaşlarını da tetikliyor. Belgeselde, Türkiye, İsrail ve Yunanistan'dan birer müzisyen, muhteşem sesi ve kemanesiyle İstanbul'dan katılan Mehtap Demir; yol arkadaşları Tomer Katz ve Martha D. Lewis. Eskenazi'nin izinde İstanbul-Selanik-Atina hattında ortak bir yolculuğa çıkıyor. Filmin yönetmeni Roy Sher'in oluşturduğu ekip, yoksul bir ailenin çocuğuyken şans eseri keşfedilip kulüplerde şarkı söylemeye başlayan ve yıldızı hızla parlayan Roza'nın, geçen yüzyılı boydan boya kat ederek göçlerin, mübadelenin, Nazi kıyımının içinden geçen uzun yaşamının izini sürüyor. Bu öyküde, "alt sınıfların" müziği olarak rembetikonun neden hep azınlıklar arasında kök saldığının, da ipuçlarını yakalıyoruz.

Harika bir müzik şöleni yaşattım kendime. Ne kadar zengin bir coğrafyanın çocuklarıyız bizler. Bunu yeni nesile anlatmam gerektiği bilinciyle ve farkındalığım bir kat daha artmış olarak odadan çıktığımda beni tanıyanların şaşıracağı bir hisle doldum. Yünan müziği, udun tınısı ve kemanın çığlığına eklenen kıvrak oryantal hava hoşuma gitti. Belki yakında bir tavernaya gitmeliyim… Bir kadeh rakı elimde YASU demeliyim Değişmek güzel!

Koşturarak koridorları, merdivenleri, kümelenmiş heyecanla sohpet edenleri aşıp yeni saat workshop odama dalıverdim. Oldukça kalabalık bir oda. Beklemiyordum, çok sevindim. Seçimim gene müzik ve gene hüzünden yanaydı.

15.55-17.30 Jazz

Tarihini bilmem, sanatçılarını tanımam, konserleri takip etmem ama anketlerde sevdiğiniz müzik türüne herzaman bu dört harfli ismi kendimi bildim bileli yazmışımdır. Bu durumda biraz hazır bilgi çok hoş olabilir diyerek harika bir sohpete bırakıverdim kendimi. Çok alımlı bir bayan konuşmacıyı pür dikkat dinleyen yaş ortalaması 40 olan bir topluluk arasındayım.Seda Binbaşgil, üniversite döneminde Amerika’da cazın beşiği New Orleans’taki kluplerde caz dinlemiş ve kişisel bir arşiv oluşturmuş. Arkasından da Açık Radyo’da “Esintiler” isimli bir programın 15.senesinde. Boğaziçi Üniversitesi ve Simya Galeri’de dersleri halen devam etmektedir. İlgilenenler kaçırmasın, tabii bende…

Caz, ilk kez ABD'de, 1900'lerin başında gelişmeye başlamış bir müzik türü. Bu müziğin dünya ile tanışması ise 1917 yılında Dixieland Jazz Band'in ilk plaklarının piyasaya çıkmasıyla olmuştur. Cazın kökeni Eski Afrika - ruhani törenler, blues ve ragtime - ve batı dünyası geleneklerinden - Avrupa ordu bandoları- gelir. 19. yüzyıl'ın başında oluşmasından sonra caz stilleri yayılmaya, müzik akımlarını etkilemeye başlamıştır. Caz kelimesinin kökeninin o dönemin argosundan geldiği düşünülmektedir. Önerilen anlamlar enerjik, ruhani ve titreşimlidir.

Hayatıma giren ilk Jazz bir filmle oldu. The JazzSinger. Siyahilerin egemen dünyası olan bu müzik türünün ne kadar engin bir geçmişe ait olduğunu tahmin ediyordum ama bunu detaylarıyla duymak çok keyifliydi. Protesto amacı güden bu müzik türünün zaman içinde beyazların dünyasından pay almasına şaşırmamalı. Azınlıklar kendilerini ifade etmek için herzaman sanata başvurmuşlardır hele bu müzik olupta geniş kitlelere duyrulunca yandaş toplamak oldukça kolay olmuş. Azınlıkları herzaman başka bir azınlık desteklemiş tarih boyunca, Jazz’da bundan nasibini alan bir sanatmış. Klüplerin dumanlı havasında çalan piyano, kontrbass, gitar yada saksafon zaman içinde konserlerde çıt çıkarılmadan dinlenen bir ortama dönüşmüş. İlk N.Y ziyaretimde gitmezsen olmaz dedikleri “Blue Note” dumanlı karanlık Jazz klübü tıpkı filmlerde gördüğüm mekanlara benziyordu. Sonradan öğrendim ki bir sürü meşhur Jazz sanatçısı çıraklık dönemlerinde bu sahneden seslenmiş onu sevip ilah yapacak sanat severlere. Birde Nazi Almanya’sı döneminde cdoğaçlama olduğundan ve kontrol edilemeyen müzik türü diye yasaklanan Jazz, sevenleri tarafındanbenimsenince arasına propaganda eklenip topluma ulaştırılması istenen haberlerin duyurulduğu bir araç olduğunuda öğrendim. Tabii ki Sting ve Chris Botti hayranı olarak eve varır varmaz CD’yi takıp dinledim. Kalbimin ritmini dinliyorum, acı ve hüzün doludum…Dinlemek isteyenlere; http://www.youtube.com/watch?v=DpYYJgvgDmo

http://www.youtube.com/watch?v=yxR3TGvzv3E


Biraz da güncel takılmak gerekir diyerek, son seansımı gene çok alımlı bir hanımdan yana kullandım.

17.20-18.30 Farklılıklar içinde Harmoni

Prof. Dr. Nilüfer Narlı, ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesinde Felsefe ve Sosyoloji bölümlerini birincilikle bitirmiş, daha sonra Malezya’da Siyaset Sosyolojisi dalında doktora eğitimi almış.

Çarpıcı bir başlık ve gündemde çok olan bir olgu farklılıklar. Herkes kendinden olmayanı kendine benzetmeye, diğer bir değişle “ Ötekileştirmeye” çalışarak geçiriyor. Oysa farklılıklarımızla bir arada yaşayabilsek ortaya çıkacak harmoninin güzelliğyle ne yollar kat edebiliriz kimbilir.

Bir düşünür şöyle demiş; “ Hepimiz memeli ırkından geldiğimizi hatırlarsak belki daha güzel bir dünyamız olur.” Ne dersiniz düşündürücü değil mi? Jerzy Kosinkski’nin Boyalı Kuş adlı eserini okuyun diye tavsiye aldım ve hemen not ettim ilk fırsatta…

Türkiye’de bir araştırma yapılmış, kimi komşu olarak istemezsiniz diye ve 72% oyla eşcinsel komşu 1.sırada yer alırken, 2. Sırayı gayri Müslim bir komşu almış. Ne kadar çarpıcı ve düşünmemiz gereken bir noktadayız. Ön yargılarla dolu bir toplumda empati yeteneği olmayan insanlar arasındayız. Allahtan Adana’da “ Benim komşum eşcinsel.” kampanyası başlatılmış. Hoşgörülü ve vicdanlı gençler yetiştirmek yerine, ötekileştirmenin, ayrımcılığın hayatın bir ‘normal’i olarak kabul edilmesine göz yuman anlayışın karşısında olmayı deniyorlar. Ne mutlu bize ki ötekileştirmeden kabul etme yolunda bir adım atabilmişiz. Darısı diğer konulara inşallah… İnsan olma paydasında buluşup, farklı kültürlerimizle zenginleşmeyi hedeflemeliyiz diye bitirdim günümü.

Zihnim, bedenim ve ruhum dopdolu arabama atlayıp sabahtan beri kendi hallerine bıraktığım yavrularımın yanına farklı bir BEN olarak döndüm…

Bu güne katılan 1000'den fazla insan var. Herkes farklı bir workshop’a katıldı. Keşke birileride bana girdiği diğer odalardan alıntılar yazsa da zenginleşsem diyorum. Kimbilir belki de gerçekleşir.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Bir karar aldım ve UYGULADIM!

24 Eylül 2011
saat 11:45
Bir karar aldım
Ve uyguladım.
Benden başka kimse bilmeden
Kimseye sormadan
Kimsenin fikrini dinlemeden
Doğruluğunu kontrol etmeden
Sadece kendim için
En doğru olduğunu bilerek
Bir karar aldım
Ve uyguladım.
Bedenime yeni bir şey daha ekledim
Acıyla harmanladım
Gözyaşıyla suladım
Yüreğimden kopardım
Bedenime kazıdım
Bir karar aldım
Ve uyguladım
Aklımı resmettim
Toprakla havayı birleştirdim
Kök saldım bu dünyaya
Herşeyin iyi olacağını bilerek
Onları doğurduğum toprağa döneceğimi bilerek
Onlarsız olamayacağımı bilerek
Başıma onu taç ederek
Bir karar aldım
Ve uyguladım
Nokta koymadım
3 noktayla bıraktım
İçimden geçenleri sonlandırmadan
Geleceğe havale ettim
Herşeyin gene dolanıp beni bulacağını bilerek
Bir karar aldım
Ve uyguladım
Oku kendime doğrulttum
Acısını hissederek
Batırmadım
Değdirdim
Dönüp dolaşıp bana batacağını bilerek
Bir karar aldım
Ve uyguladım
Hoşgeldin hayatıma
Hoşgeldin bedenime
Hoşgeldin ruhuma
Bunu bilerek
Bir karar aldım
Ve uyguladım.

8 Eylül 2011 Perşembe

SU'yla BULUŞMAK!




Bu ruh halinin semptomları;

 Bazen sorumluluk ve görevlerin getirdiği stres ruhumuzu yorar.

 Kalabalık, gürültü, koşuşturma ve şehir üstümüze üstümüze gelir.

 Sürekli ayaktayızdır, bedenimiz elektrik ve gerilim yüklenmiştir


Bu ruh halinin etkileşimleri;

 Biraz yatay düzleme geçip, ruhu dinlendirmek gerekir.

 Daha yavaş akan bir zamana geçerek, içimizdeki huzuru yeniden keşfetmemiz gerekir.

 Suyun berraklığında arınmaya, ferahlığında hafiflemeye, diriliğinde tazelenmeye sakinleştiriciliğinde dinçleşmeye ihtiyacımız vardır,

 İhtiyacımız olan suyla buluşup canlanmak, yeniden doğmaktır.




Bu sefer 18 kişiyiz.

Yaşlar geçen seneye göre 1 yukarıda ama gönül yaşı aynı yerde kalmış. Geçen sene masada konuşup kararlaştırmıştık tarihi. Ne mutlu ki gelemeyenlerin yerine yeni katılanlarla derin mavi gene hayatımızda.

Bu sefer değişik başlangıç yaptım ve 7gün birlikte olacağım insanlar hakkındaki fikirlerimi onceden yazdım. Dönüşte acaba düşüncelerimde yanıldım mı diye kendimi kontrol etmek istedim. Acaba ben bu insanları tanımışmıyım bunca geçen zaman da, yoksa tanır gibi mi yaşamışım. 18 kişiden bana yakın 6 büyük var.

Onlarla neredeyse 20seneden fazla geçmişim var. Ömrümün yarısı. Yanılırsam yazdıklarımda hayal kırıklığı olur herhalde. Üzülürüm ama olmadı çünkü ben arkadaşlığımı her ortamda denemiş ve kazanmışım.

Tabii bu arada kendimdeki değişiklikleride önceden yazdım. İğneyi onlara, çuvaldızı kendime. Kendimi de iyi tanıyormuşum hayal kırıklığına uğramadım.

Bu derin mavi garip bir yer. İnsan denizde olunca zaman kavramını yitirimiş. Çok doğru. Zamanın olmadığı bir ortamı yaşamak çok keyifli . Gün sadece 2 ana bağımlı. Karanlık ve aydınlık. Başka hiçbir seçicilik yok.


3 kıyafet hemde en konforlusundan, yalın ayak, 3 kişisel malzeme ( dişfırçası ve diş macunu, tuvalet kağıdı ) tıka basa yemek, boşluğa saatlerce bakabilmek, anı yaşamak…



     Anladım ki tüketim toplumu hepimizi deli bir girdabın içinde öğütüp, parçalıyor.  Alışveriş bir şehir hastalığı, su üstünde de bizi buldu ama frenlemeyi bildik.









Cep telefonsuz yada teknolojisiz kalamadık ancak bu aletler sadece sosyal medyada bizi takip edebilsinler diye kullanıldı desem yalan olmaz zira herkes ailesiyle birlikte olduğundan merak, tedirginlik ve kaygıların yaşanmadığı bir teknolojik kullanımda herkesi şaşırttı.( tabii hiç iş telefonu yapılamadı malum bayram zamanında sudaydık )






Bir oyun oynadık vakit geçsin diye şarap, rakı, bira, whiskey kadehleri ellerimizde. Herkesin olumlu yönünü 1dk’lık bir sohpete sığıştırdık.

“Aman beni 1dk anlatamazlar ben mükemmelim” deyip güldük ve sonuçta gerçekten de mükemmel olduğumuzu fark ettik.
Sevilip değer verildiğinde, güneş gibi ışıl ışıl parladık. Şehirde nedense hep olumsuz yönlerimize parmak basıldığından olsa gerek, hiçkimse 4 gece boyunca su koyvermeden birbirini dinledi.

Fark ettik ki hayatımızda birşeyi hiç bilmiyormuşuz. İLK YARDIM. Gerektiği anda herkes panik yaşadı. İlk fırsatta bir kursa gitme kararı aldık. Hayatımızda kazalar hiç olmasın ama başı sıkışan birinin hayatına dokunmanın ne kadar değerli bir meziyet olduğunu su üstünde farkettik.

Su üstünde telaş yok. Durgun ve sakin.



 
Şehirin kaosu yok !......


Ama yemek kalmazda aç kalırsam paniği var. Hem de günde 3 öğün. Sanki azıcık açlık fena mı olurdu, yada güvenmiyormuyuz birileri de bizi düşünür bir lokmada bana ayırır diye. Şehir kurtlar sofrası tabi kaptın, kaptın yoksa açsın…alışkanlıklar içimize yerleşmiş, su üstünde bunu farkettik. 

Tabiat herşeyin üstünde, sen ne kadar ona hükmetmeye kalksan da çaban boşuna. Su üstünde arılarla savaşırken, koca kayaları  denizin bilinmezliğinde öylesine durur gördüğümüzde anladık.  
 












Kitap en iyi dost. Çok dostum olsun diyen ben, 2 kitapla çıktım yola. Neden derseniz bu sene çok dinleyip az konuşma kararı aldığımdan mı, ortam beni gererde kitapsız kalırım korkusundan mı, 1. Kitap beni sarmazsa kitapsız kalmayayım diye mi…. okudum tabii ki, hemde keyifle ama tahminimden çok daha az. Okuduğum kitaptaki bölümde şöyle diyordu;
* Yaş ve yenilgi… Bu ikisinin herkese değil sadece öğrenmeye açık insanlara yararı vardır.
Ne mutlu ki bu 18 kişininde birbirine öğreteceği çok şey vardı.

Su’yla buluşmaya çıkmadan önce yazdım sloganımı;

“ YENİ HAYAT, TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT!”

Buna erişmek için çok ciddi yaptırımlara maruz kalacağını bilen bedenim, zihnimdem yardım istemiş olsa gerek ki karaya adım atar atmaz ciddi bir KARA ÇARPMASI sendromuyla iki büklüm günlerce yatakta inledim. Ayaktayım ve devam çünkü insan bedenini suyla arındırınca, geriye sadece huzur ve inanç kalıyor. Deneyin göreceksiniz.

Sessizliğin bu kadar keyifli olduğunu, suyun bu kadar mavi olduğunu, güneşin sıcaklığına ne kadar ihtiyacımız olduğunu, kayaların ne kadar sert ama suyla un ufak edildiğini, rüzgarın gücünü, başkasına güvenmenin keyfini, akışa ayak uydurmanın tarifsiz güzelliğini yaşayacaksınız.

Tek bir yerde…. DERİN MAVİ’de!

Darısı seneye…
NOT: Blog'u okuma bedeli 2TL.dir...

*Merak edenlere kitabın adı Şair’in Romanı – Murathan Mungan







24 Ağustos 2011 Çarşamba

Sonsuzlukla Dialoglar -1-





Aklım karışık bu gece varlığımı sorguluyorum. Temeli DNA'lar mı yoksa T-nrı mı?


O’mu yarattı DNA’ları yoksa big bang mi?

O ‘mu yaptı Big bangi yoksa evrendeki enerjiler mi?

Enerji O’mu yoksa O ‘mu enerji...

Sorular sonsuzlukta öylece asılı kaldılar yerçekimi de yok, sözcükler birbirine değmiyor.


Dialog başladı.
Ben ve Sonsuzluk arasında...



B: Sessizlikte keramet var mıdır?

S: Sanırım kendini dinlemen için önemli bir faktör, yoksa sesin senin için bir anlamı olmazdı.

B: Açılan yaralara bant yapışınca yara geçer mi?

S: Sanırım görmeyince, ona dokunamayınca ve derinde olunca kurumaya yüz tutuyor yaralar.





B: Adilleri, gençleri, güçlüleri, hayata sevdalıları alıp götüren biri varsa ona isyan etmek doğru mudur?


S: Çekenleri kurtaran, acıyla yaşayanlara huzur verebilen, imkansız gibi olan mucizeleri yaratılabilenlere isyan ettin mi hiç? Unutma, onlar gittikten sonra önüne ne ufuklar açılacağını asla bilemezsin.





B: Terkedilmiş evleri neden müge çiçekleri ve beyaz tavşanlar sarmaz, hep çalılar ve yılanlar zapteder?

by Nihal Harmanlı Kaçkarlar...
S: Doğa herşeyin üstündedir, eğer orada yaşam enerjisi varsa herşeyin en güzeline sahip olacaktı. Enerji umuttur ve yok olduğunda en ağır cezaya mahkumsundur.



B: Ağlayınca acı hafifler mi?

S:  Hafiflemese de geçmişi yıkar, geleceğe temiz bir yol açar.

B: Benim göremediğim neyi görüyorsun?

S: Yeterince bakabilirsen sende görebilirsin.Cesaret et ve eğerle başlayan cümlelere esir olma!

Eğer onu yapmasaydım, eğer buraya gitmeseydim......

Eğerler trajedi yaşayan kişinin ömür boyu sırtında taşıyacağı taş yüklü bir çantadır. Kurtulursan görebilirsin.

                                                                                                                                                                                      
 

B: Deniz kıyısında yürüyorum, ve ayak izlerimden başka iz yok. Kimse yürümüyor yanımda, kimse izlemiyor beni?


S: Kendi izlerinin derinliğine bak, kucağımdasın ve ikimiz birden çok ağırız. Seni asla terketmedim unutma!




B: Toprağın altındaki çirkin kurtcuklar bile zamanı geldiğinde kanatlı uçan böceklere dönüşebiliyorsa ben neler olabilirim?

S: Zamanı geldiğinde ki bunu bir tek SEN bileceksin, dönüşüm dünyanın yasası olduğundan dönüşeceksin daha güzel bir surete.

B:Durup dalgınlaşırsam?

S: Yenilirsin.

B: Baharda dönüşmek kolay. Heryer ışıldırken, azıcık yağmur düşse gökkuşağı olur ama ya güneş çekilip karanlık buz gibi parmaklarıyla üzerimize inince dönüşmek zor oluyor. Tekrar gökkuşağının renklerini yansıtan küreye dönüşmem için ne kadar zaman gereklidir?

S: Bizim bilebildiğimiz bir zaman ölçeği yok bunun için, herbir kırıntı yeniden şekil almalı. Işık senin dostun, arkadaşın, panzehirin olsun. Kışın dondurucu soğuğunu delen kuş seslerini takip et. Onların yürekleri aşk ateşiyle dolu. Katıl sevda şarkılarına, bir tonda sen ekle.

B: Öyleyse neden katılmaktan ürküyoruz kuşların şarkılarına?

S: Çünkü derinlerdeki karanlığın gizemine kapılıp, ışığı unutuyoruz.

B: Zihnimde bir kitaplık oluşturabilir miyim?

S: Yapmazsan, dünya uyumaktan, yemekten, sevişmekten ve ölmekten ibaret olur zaten.

B: Peki neden sadece insanlar düşünüyor?

S:  Çünkü bütün hayvanlar bilgelik ırmağında yaşıyorlar, düşünüp bulması gereken sadece bizleriz!

B: Hayatın akışı beni değiştirebilir mi?
S: Koyunlar herzaman kapalı yerde uyurlar, neden gökyüzündeki yıldızların altında uyumayı istemezler çünkü tilkilerin, çakalların dişlerinden korkarlar. Eğer onunda dişleri sağlam olursa emin ol gökyüzündeki yıldızların altından cok keyif alacaktır.







Sorular denizi, göle dönüşünce duruldu ve yosunların arasında kendi yüzümü gördüm. Pek çok şey anlamaya çalışan, şaşkın bakışlarıma yakalandım. Sonsuzlukla dialoğum bitecek diye tedirgin oldum, ama O bana ;

S: Korkma, bir başka zamanda yeniden birlikte olacağız!dedi...

"Bu satırlara yazmama ilham veren Susanna Tamaro'nun yeni kitabı "Sonsuza Kadar" ve harika tercümanı Eren Cendey'e teşekkürler..."