24 Şubat 2010 Çarşamba

KENDİNE ÇIKMAYACAK HİÇ BİR YOLCULUĞA ÇIKMA!

Bu sabah kahvesinde sizi güzel bir yolculuğa çıkarmak niyetindeyim, şöyle sık ağaçlıklı ve yemyeşil bir orman yolu bu. İçinden küçük köpüklü bir dere akıyor şırıl şırıl, hafif bir meltem sıcacık esiyor saçlarınızın içinden. Bazı yerlerde ağaçların altındaki yosunlara takılıp mantarlara bakıyorsunuz hayretle nasıl oldu bunlar diye, yem taşıyan karıncaları izliyor ve bunca yükü nasıl yüklendiklerini düşünüyorsunuz. Sakin ve huzurlu bir ormanı size çağırdım bu sabah. Böyle bir yolda kim yürümek istemez?

Ya da şöyle deli dalgaların sahile vurduğu bir kumsal, kumların üstündeki kabuklarla oluşmuş muhteşem renk cümbüşü ve sıcacık kumlara ayaklarınızı basarken omuzlarınızın ufuktaki güneşin sıcaklığını hissetiğini düşleyin...



Peki çamur içinde, bol çukurlu, kaldırımı olmayan ve aşırı kalabalık ayrıca da kokan bir Beyoğlu sokağına ne dersiniz?

“Öff buda nerden çıktı?” demeyin, bu da benim bu gün kendime seçtiğim yol. Deli bir koşuşturmayla (!) atladım metroya ve hızla durakları saydım geçerken. Yolun sonunda beni bekleyene kavuşmak için heyecan ve mutluluk içindeydim. Biliyorum bu yolculuk kolay değil, atlatmam gereken çok parametre var ama ben bunları göze aldım, kimseler umurumda değil. Bir arkadaşımın dediği gibi “siyah kurdeleli beyaz gülün kurdelesi ortadan gerçekten kalktı mı ?” ; sorarak ilerliyorum bu yolculuğa.

Bu yola çıkmam nerdeyse 2 senemi aldı. Kolay mı sandınız bulunduğunuz rahat koltuklardan gevşemiş poponuzu kaldırmak, sadece şikayet ederek gerçek yola hiç çıkmadığınızı fark etmek?



Evet ben bugün kendimde, derin izler bırakacağını bildiğim bu yolculuğa çıkaracak cesareti buldum...Ne demişler kendinize çıkmayacak hiç bir yolculuğa çıkmayın ve ben 2 senede hem kafamı hem de bedenimi bu yolculuğa hazırladım ve bu görsel şölen doğal olarak benim hakkım....



Kalbim deli gibi çarpıyor, korkmuyor değilim. Büyük bir karar, sonuçta ömür boyu seninle olacağına karar verdiğin bir şey bu, onu taşımaya herkese göstermeye , görecek olanlara sebebini anlatmaya ya da sessiz kalma hakkına saygı duyulmasına, bakışlara, anlamlara ve dedikodulara kulak asmamaya kadar gidecek bir karar bu.

Her şeyden önemlisi hayatlarından sorumlu olduğum 2 oğlumun düşüncelerinde ne mertebeye ulaşacağım bu yolculuktan döndüğümde? Bu da ayrı bir heyecan benim için.

Onlar ne düşünecek diye değil, beni “Ben” olduğum için bu kararı almama saygı duymalarını içten dilediğim içindir heyecanım.



Bir yolculuğa çıkarken ihtiyacınız olan şeyler, güven, o yolda olabilecekleri öngörmek, mümkünse paylaşacak bir dost ve sonuçlarına katlanacak bir yürek ve bütün bunları yazacak cesaret.



Eee bende hepsi olduğuna göre hadi çıkalım açık alınla....



Vardık buluşma noktasına. Tanımadığım bir oda dolusu insan vardı burada, herkes kendine ait bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyordu. Ne kadar hoş bir görüntüydü anlatamam. Herkesin yüzünde derin bir gülümseme yer etmiş, herkes emin.



10dk sonra, sol bileğimde ömür boyu benim olacak “DÖVME” ile Beyoğlu’nun kalabalık sokağına geri döndüm.

Güvenli...

Alerji olabileceğimi öngörerek ....

Sonucunda çekeceğim acılara katlanacağım yüreğimle....

Yanımda paylaştığım dostumla ....

Çıktığım bu yolculuktan geri dönüyorum, kendime çıkan bu yolculuğun sarhoşluğuyla...



Bende derin izler bırakan bu yolculukta bana eşlik edene teşekkürler, o ki hayatımdaki birçok ilkte benimleydi. Önayak olan, “hayat” denilen oluşuma ayrıca teşekkürler...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Sevişen Beyin!

Başlık sizi şaşırtabilir ama bilimsel olarak kesin doğru olduğunu hepimiz biliyoruz, buradaki kilit konu beynimiz sevişirken biz nerdeyiz...
Cumartesi akşamı hasbel kadar uzun zamandır İstanbul gecelerinde olmadığımızdan olsa gerek gidelim bakalım gecelerde bir değişiklik var mı diye çıktık yola ve çok popüler bir mekanda eğlenmeye karar verdik.
Tüm imkansızlıklara rağmen buluşmayı da başarıp bir bar stand’ın önünde bulduk kendimizi.Bir sürü bomboş rahat koltuklar olmasına rağmen oraların kimlere ayrıldığı hemen kendini belli ediyordu ki onlar biz değildikJ
Eskiyle karşılaştırdığım da değişen tek şey kapıdan çok kolaylıkla içeri girmemiz oldu...
Saatler ilerledikçe kalabalıklaşan mekanda çok güzel bir ortam vardı. Sevdiğimiz müzikler çalıyor, biz yerimizde hafif nostalji havasında kıpırdıyorduk.Belki birbirimizi duyamıyorduk konuşurken ama olsun kaliteli müziğin gürültüsü rahatsız etmezmiş...
Derken saat oldukça ilerleyince ortama katılan tipler bayağı bir değişmeye başladı,böyle derken kötü ve seviyesiz manasında değil yanlış anlaşılmasın son derece kültürlü, eğitimli olduğunu düşündüğüm ve oda dolusu güzellikle dolmaya başladı hafif dumanlı ortam.- nedense bu yerde sigara yasağı unutulmuş çünkü herkes içiyordu-.Ama ortamı garip yapan insanların duruşları, bakışları ve giydikleriydi.
İzlediğiniz hayvan belgesellerini düşünün.Balta girmemiş ormanlarda eş bulmak için yapılan gövde gösterilerini veya kurları bir hatırlayın.Dişi veya erkek hayvanlar kendini beğendirmek için neler yapıyorsa, gerçekten oradaki koca mekanda aslında insanlar da aynısını yapıyordu.Şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim.Kiminde bar önünde elinde şarap kadehi, tüm sanat tarihi bilgisini konuştururken, komik esprileri ardı ardına sıralarken,kiminde gecenin en ateşli dansını yaparken aslında çevrelerindeki kadınlara/erkeklere üremek için en uygun çift olduklarını beyan ediyorlardı.Ortam zaten kendinden gelişiyor ve bu mesajı alan kadınlar/erkekler gerekli sinyali verdikten sonra oyunu kuralına göre oynamaya başlıyorlar.Kuralın ne olduğunu sormayın....
İşte binlerce yıllık eş bulma ve sevişebilmek uğruna beynin bize yaptığı numaralar bunlar. Bu saydıklarımızın yanında oda dolusu insanların hayatlarında sanat,müzik,spor,nezaket, liderlik gibi pratik uyum yeteneklerini de mevcut.Hepsi tahsilli dediğimiz çemberden , sonrasında geriye uyumlu eşi bulup sevişmek kalıyor.Teoride bu kadar basit görünen bu meselenin pratiği , zekanın uygun eş bulmaktaki rolüne kitleniyor.
Bu paragrafın tamamını farkındalığım arttığından mıdır nedir ertesi sabahki IK gazetesinde GeoffreyMiller’ın yazdığı “Sevişen Beyin” adlı eserin genel özetinde okuyunca anladım ki ben uzun zamandır başka bir ormanda yaşıyormuşum ki benim ormanımda herkes ve herşey, düzen ve kontrol altında, oluşabilecek her türlü şehvet ve sorun yaratacak her türlü duygu bertaraf edilmiş.
Zeka dedikleri şeyi yeni nesil çok bilinçli kullanıyor ve içini de inanılmaz kaliteli şeylerle dolduruyor.Geziyor, paylaşıyor, araştırıyor, okuyor ve herşeyden önemlisi evlenmeyi geciktiriyor.
Hepsinin sonunda istediği bu olsa da bunun en doğrusuyla olmasını talep etmek gibi bir eğilimleri olduğu düşünülürse Facebook’taki “arkadaş” sayısının da bunu sağladığını bildiğinden takılıyor.
Ben ormanımda mutluyum sanıyorum ama arada bir başka bir ormanı ziyarete gitme cesaretinide sergilediğim için tebrikleri kabul ediyorum...Ya sizler başka ormanlar için ne diyorsunuz merak etmiyor değilim!

17 Şubat 2010 Çarşamba

Bir Şarkı Duyar Bağlanırsın!

Radyolar İstanbul trafiğini çekilebilir hale getiren tek unsurdur.Bu deli şehrin hiçbirşeyine tahammül edilmediği gibi en çıldırtıcı yanı trafiği ve trafikte gereksiz yere öldürülen vakit olduğunu düşünüyorum, katılmayanlarında görüşlerini bekliyorum lütfen.
Başka ülkelerde şöyle bir sektör olduğunu duydum, kasetten ders çalışma, kitap okuma, roman dinleme , kişisel gelişim seminerleri gibi.Buradan yaratıcı iş arayanlara haber veriyorum, paraya para demeyebilirsiniz...Ama benim bugünkü konum trafik yada büyük şehir değil, çalan şarkılar ve bağlanma hali.Herkesin anıları yığınla , günümüzün en cok izlenen türk filmi ünvanına sahip ISSIZ ADAM ın beni ağlatan tek sahnesi bence adamın kadının tokasını yere düştüğünü gördüğündeki tepkisi.Yani bir toka buldu ve bağlandı.Hatıralar böyle birsey beyine kayıtlı ama kalbimize dokunur.Bir şarkı duyarsın bağlanırsın beynin yardımıyla kalbe dokunma halidir.
Bir anda nasıl da canlanır eskiler, ister nostalji deyin ister keyif,tabii ki hepsi güzel anılar olmayabilir ama hala orada durduklarına göre bizim için bir şekilde değerli olduklarını düşünmeden de edemiyorum.
Şöyle bir kontrol ettim kendimi ve her şarkının, kokunun, rengin ve daha sayacak çok şeylerin bizi bağladığını gördüm.Acı verseler bile.
Mesela dolabımda hala 87 yılından kalma bir otelin pantolon askısı var ve her ona pantolon astığımda o gün yaşadıklarımı hatırlar gülümserim.Bazen ağlatanlarda oluyor , bir kurumuş çiçek, şampanya mantarı, mendil, peçete.Yakınlarda yaptığım bir iş seyahatinde bir restaurant’tan kendimi hiç yapmamama rağmen kibrit kutusu aldığımı fark ettim çünkü “O “ toplardı sanki bende toplamaya devam edersen bağlanacaktım.
Ve geçenlerde de radyoda çalan şarkıyla bana böyle oldu, trafiğin en yoğun olduğu saatte en popüler Djin çaldığı 80lerin bir şarkısının cover hale gelmiş şekliyle “Forever young” şarkısıyla bağlandım kaldım.Bu şarkı beni hemen o yıllarımdaki en saf,en mutlu ama bunu en anlayamadığım döneme geri döndürdü .Nasıl bir dönem şu 80’ler hem ekonomiye hem de ruhumuza iyi geliyor ki adına cdler dolusu şarkı doldurulup, her mekanda partisi yapılıyor.Nedir o dönemi bu kadar unutulmaz yapan.Nasıl o dönemde meşhur olan herşey ,bu gün de popülerliğini koruyabiliyor.
Bu şarkıyı derneğin derme çatma binasında dinlerken, hepimiz çığlıklarla bağırıyorduk ne anlama geldiğini gerçekten bilmediğimiz sözlerini;
”Forever young, I want to be forever young, Do you really want to live forever !” Tabii ki o günkü gençlik heycanıyla hepimiz forever yaşamak ve genç kalmak istiyorduk.Zaten gençtik ama nerde onu o anda anlayacak kafa bizde.Boşuna dememişler bugün kü aklım olsaydı diye...Nasıl bir şey olurdu hep genç kalmak ve hep yaşamak...
Küçük bir hikayemi paylaşayım bu noktada.
Adam bir kadına aşık olmus ve onun için en değerli şeyinden vazgeçmek durumunda, ve vaz geçtiği onu ömür boyu üzmemek, bunun için kendisinin yok olmasını ona yaşatmamak.Onun için diliyor hep genç kalıp yaşamaya devam edeceğim diye, kadın yaşlanır ve adam hep genç kalır.Kadın onun gençliğini kıskanır ve ondan bunun intikamını almak için bir gece uykuda onu öldürür.İronik bir hikaye ama öyle işte.
Bu durumda aklıma ilk gelen şey siz ömür boyu genç kalıp yaşamak istermiydiniz oldu?

14 Şubat 2010 Pazar

AŞKIN 3 HALİ!

Evet bu gün büyük bir gün...Kime göre tartışılır ama tüm dünyada extra sevgi bağları kurulan bugünde doğan sinerji bile yeterli.
Bildiğiniz gibi bugün 14 Şubat yani nam-ı diğer SEVGİLİLER GÜNÜ.
Ben de sevgilisiz olan bu 2. sevgililer günü için birkaç satır karalamak istedim , biliyorum sevgilisiz olunca hadime düşmüyor yazmak diyebilirsiniz ama bir zamanların hatırına yazıyorum sizlerde beni affedinJ
Bu gün öncelikle kendine bir ekonmik dalga yarattığı için tebrik edilesi bir gün.Alışveriş merkezlerindeki kalabalıklığı size anlatamam, heryer biraz kırmızı biraz beyaz çok çok kalpli....
Yani bu günün simgesi KALP...Meşhur organımız kendisine bunca yükün yüklendiğinin farkında mı diyede sorup dururum zaman zaman.
Bende bunle ilgili AŞK’ın 3halini yazayım dedim...
İlk önce KATI ile başlayalım.Kırılmaz bükülmez, erirse şekil değiştiren madde
Aşkın katı hali nasıl olur derseniz.Hani ilk tanışırsınız.İlk bakışlar ve titreyişler çarpıntılar ve heycan selleriyle dolu saniyeler.İşte katı hali bu yani elle tutulur gözle görülür, kokusu vardır, tadı vardır.Ağırlığı vardır yani 5 duyu bunu iyice kavrar.Kavrar ama duyularımıza güven olmadığı apaçık olarak bilim adamları tarafından ortaya konmuştur.Patates ve elmayı burnunuz kapalıyken ayırtedemezseniz.Bu sebepten aşkın katı hali bence en güzel halidir.
Gerçeklerden uzak, hayali bir his yani.
Derken tanışıklık ilerler, istekler ve beklentilerle bezenen AŞK ne hale gelir.Vıcık Vıcık bir durum.Herkesin eli herkesin cebinde, duygular kurcalanır, bipleyen telefona mesajlar gelir merak kediyi bile öldürür.Anlaşılmak için gözyaşları dökülür,anlaşılmıyor diye akşamları içmeye gidilir, istekler sıralanmadan anlaşılsın istenir, herşey deşifre edilir.İşte AŞKın SIVI hali böyle bir durum.
Katıdan daha uzun bir süreç bu.Bardak ölçülebilen bir sıvı ile doldurulmuştur.Artık rengi yoktur, ağırlığı hala mevcut olmasına rağmen tadı bir hoş olmuştur.bazen keyif verir ,bazende acı gelir.Onsuz kalamazsın çünkü sıvısız yaşayamazsın.Bardak arada çatlasa bile sorun yok çünkü onu yamayacak çok ama çok madde var.Bu maddelerin çok olduğunu bilmekte bardağı zedelemeyi kolaylaştırır.
Yavaş yavaş çatlaklardan akar sıvı dışarıya, bazen yeni bir kaba dolar bazen de heba olur uçar gider.
En zor olanı ise AŞKın GAZ halidir.Gaz bulunduğu yeri tamamen doluran ama gözle görülmeyen , tadılamayan, ağırlığı ölçülemeyen bir maddedir.Aşkın ne yazıkki en acı hali budur.Bu hal genelde ömür boyu sürer.Onun varlığını her an her saniye hissedersin ama göremezsin.Dokunmazsın, acı çekersin bir yandan, diger taraftanda orda olduğunu bilmenin ve her boşluğu doldurduğunu hissetmiş olmanın rahatlığını yaşatırsın kalpcağızına.Zaman zaman dokunasın gelir, garip hareketler yaparsın havada elerinle hissetmek için onu, beklersin bir deli rüzgar esse, bir kuş uçsa kanatlarından estirse o esintiyi kalbin çarpar heycan duyarsın, birden gözlerin yaşarır, onun tuzlu tadını hatırlarsın.Güneşe bakar gülümsersin bilirsin bütün gazların orada toplandığını huzur duyarsın, Aya bakar hüzünlenirsin bilirsin orada hiç gaz olmadığını istemezsin orada olmak ama içten içte birgün havasız kalacağın bir yer olduğunuda anımsayarak...
Gaz hali bitmez aşkın siz iysimi katı halini oldukça uzatın ki sıvı ya geçiş sevgiyle olsun...
Nice nice sevgililer gününe...
Evliler diyebilirski biz sevgili değiliz diye saygım sonsuz ...

12 Şubat 2010 Cuma

Benim hakkımda 3 şey?

Geçenlerde bir akşam kızlar Kız! başımıza şöyle keyifli vur patlasın çal oynasın tadında bir yemek yaptık.Zamansızlıktan oluşamayan bu toplantı 6 ay gibi bir ertelemeden sonrada gelince coşku çok büyük oldu.
Hani aşık gibi pencerede sevgili bekler misali bizde şu görüşmeye bekledikçe içimizdeki coşku arttı tabii, sonuçtaki buluşma patlaması da ee doğal olarak keyif tavan yaptı.
Yemek bahane, sohbet şahane havasında yemeğe tuz tadı, rakıya buz atımı gibi lezzetliydi.
Kızlar toplanırda dedikodu ve kahkaha sesleri olmaz mı! Oldu tabii, ama ilginç bir dedikodu konusu belirledik çünkü malzeme kendimiz olduk.Birbirimize sorduk “Benim hakkımdaki 3 olumlu-3olumsuz” diye...
Bunu konuşabilecek dostları olması insanın nasıl bir keyiftir ve nasıl bir güvendir.O sofrada onlarla ekmek tuz paylaşmak ve onunkinde gözün olmadan ve kendinden eksildiğini düşünmeden durabilmek ne keyifli.
Dost acı söyler, biber olur ama mercimek çorbası da acı biberle ne güzel yenir değil mi???Bizde mercimek çorbasına yakışan biber inceliğiyle konuştuk kendimizi.
Son zamanlarda hepimiz kendimiz olup maskesiz yaşamanın insan için ne büyük erdem olduğunda hem fikiriz.Yoruyor maskeler bizi, Birilerine iyi görünmek fikri hepimizi sıkıyor.Neysek oyuz tüm cıplaklığımızla oturabileceğimiz koltukların salonlarında yaşamak istiyoruz hayatlarımızı.Önyargı sahibi olmak istemiyoruz ama öngörülü olarak...Zarar vereceğini bildiğin bitkiyi yemek sadece aptallıktır diyerek.
Bakın hangi konulara değindik ...
Sınır – sız olur mu?
Cesaret nereye kadar?zarar verir mi?
Korku ile yüzleşirsek yok olur mu?
Güç yorar mı insanı?
Duygusallık başa bela mı?
Alınganlık gerekli mi?
Kıskançlık yıpratıcı mı?
Güven duymadan yaşanır mı?
Kontrol olmalı mı?

Şimdi sorarım sizlere bunları maskesiz konuşabileceğiniz kaç kisiniz var hayatınızda? Sayıyı söylerken dikkat edin, fazla söylerseniz maskeler ortaya çıkabilir aman dikkat.
Az söylerseniz yalnızsınız demektir.
Doğru sayıda durduğunu düşündüğünüz insanlara değer vermek lazım, hüzünlüyken onların ellerini tutmak gerekir, mutluyken uzaktan gülümsemek yeterli olacaktır nasılsa yanlarında çok insan vardır o anda.Başarılarını tebrik etmek lazım çünkü kıskançlıktan çok az elini sikan olacaktır.Gözyaşlarını görebilmek lazım elimizdeki mendilli onunla paylaşmak için onun söylemesini beklemeden...Yalan söylediğini düşündüğümde gidip sorabilmem lazım ne yaptım sana ki bana gerçeği söylemekten kaçtın aynasıyla birlikte...Ayna! siz baktığınızda size bakan bir yüz gösterir sırlı tarafın sayesinde ama bazen bakandan farklı bir yüz görürsün, korkar, dehşete düşersin ama unutmamak lazım ki 2’side benim.Arkadaşlarımda bu durumda aynanın gerisindekiler oluyor yani BEN!

10 Şubat 2010 Çarşamba

KAYIPLAR BEDENSELMiDiR?

Daha yeni blog açmışsın, “nedir derdin bunca ağır bir konuyu ekrana taşımaya !” diyor aklım.
Aldım kadehimi elime oturdum salonun loş köşesine, elimde sevgililer gününde bana aldığı labtop.Birlikte döşediğimiz salonun en rahat koltuğuna çöktüm ama ne çöküş.Kalbim hızla atıyor , nabzımdan dışarı fırlayacak sanki.Gözyaşları aramayın onlar tükeneli çok oldu.Sonraları fark ettim ki insan yaş akıtmadan da ağlayabiliyormuş.Kalpten....
Konu biraz agir olmus olabilir ama bu aralar bunun o kadar tersine bir düşünce icindeyim ki yazmasam olmayacak.
Kalbim daralacak, bu konuda boyle dusunenlere tersini ispat edemezsem.
Her okuduğum kitaptan kendime pay çıkarmayı çok severim, eski bir dostum “Sen kitapların içine giriyorsun. ” der ve doğrudur.Dostlar sizi iyi tanırsa böyle itici güçlere dönüşürler. Bu yorumuda benim için çok doğru.O satırları yazanın ruh halini düşünüp empati yapar oluyorum hem yazarla, hem de özene bezene yarattığı kahramanla...
İşte gene okuduğum bir kitap bana bunu yaşattı.

Kayip Gül;bir pasaj;
“Bu sahilde annesiyle kimbilir kac kez yürümüştü.Burada onunla bir kez daha yürümek için neler vermezdi.Sadece bir kez daha!Acaba bu yürüyüşlerin anlamını bilmek için annesini kaybetmesi mi gerekirdi...”

İşte beni tetikleyen cümle.İnsan kendine bir soru sorabiliyorsa muhakkak cevabı ondadır diye düşünenlerden olduğumdan başladım soruyu irdelemeye ve kitabın ilerleyen sayfalarında bakın neyle karşılaştım;
“Görmek için sadece gözlerimi kullansaydım karanlıkta kaybolurdum.”

Yokluk halini açıklayalım, Kaliteli kaynak olarak Türk Dil Kurumu derki, Yok olma, bulunmama durumu.
Bu tanıma göre bir insan bulunmuyorsa yoktur.. Peki bulunmama nedir, kayıp veya hissetmeme durumlarını bulunmama kapsamına koyarsak sadece dokunamadığımız biri için yokluk tanımı verilebilir mi????
Onun yokluğunu, burada olmama durumunu irdeliyorum hem de onun varlığını her geçen gün artarak hissederken. Bu demektir benim kaybım bana sadece bedensel.
Çünkü eğer varlığını bu kadar derinden hissedebiliyorsam nasıl bir yok o benim için.
Her saniye gözlerimle onun odada dolaştığını hissederken ,saçım kuaförlüyken bana iltifat ettiğini duyarken , yataktaki sıcaklığına her gece sarılırken nasıl bir yok olur o benim için.
Kayıp edenler bilirler, hayattaki en büyük travmaymış.En büyük mutsuzluk kaynağıymış.En gerçek haliyle binlerce mutlu an sayarken ortak noktada buluşmak bunca zorken kayıp söz konusu oldu mu ne yaşa, ne cinsiyete, ne de dine dile ülkeye bakmadan kayıtsız bir hüzün yaşatır beynimiz bize.
Anılar taze iken çok acıtır, anılar olgunlaşmaya başladıkça tabiiki daha az düşünür olursun kaybını ama her an sana onu hatırlatan olaylar dünyasında yaşar bulursun kendini.
Klasik cümleler sarfediliyor olsa da , ah burada yürümüştük, ah bunu birlikte satın almiştık, ah o terlik, ah o örtü, ah o dizi gibi en basite kadar iner bu bağlantı.Hatıranın boyutu önemsiz olur ama hepsinin acısı aynıdır.

Ben de baktım ki canlı gibi davrandığım bir kaybım var.Bedeni olmayan ama kalbi sıcacık yanımda duran...
Sevgi herşeyin temeli, asıl acı olan yaşarken kayıp etmek ve ne yazıkki etrafım bunlarla dolu.
Bir dursalar balon olup bedenlerinden azıcık yükselip bakabilseler asağıya, hayat çok kısa sızlanmayla uyanmak için.
Sevmek lazım sevmeye değer gördüklerimizi, sevmeyenlere de takılmamak lazım ama yapacak bir şey varsa da yapmak lazım.
Herşeyin olmasının bir sebebi vardır.Bazen 2.şans düşer bahçemize, sarılmak gerek o ikinci şanslara,bu hayatınızı alt üst etse bile, Elif’in dediği gibi nerden bileceksin hayatının altının üstünden daha iyi olmadığını. Doğarken kimse hayatın kolay olacağını fısıldamıyor kulağımıza ama inananıyorum ki herşey yaşamaya veya birinin kalbinde yaşatılmaya değer...

5 Şubat 2010 Cuma

ZamANi mi yasiyoruz yoksa zamANla mi yarisiyoruz?

Aksamlari iyi uyuyamayanlar bilir birkaç yöntem vardır yeniden uykuya dalmak için, şekerli birşey yemek, muz yemek, ılık süt içmek daha çoğaltabilirsiniz ama en zor yapılanı aklınıza önceden yüklediğ0iniz bir güzel anıyı geri çağırmaktır.Geri çağırıp gözünüzün önünde o harika görüntüyü oluşturduğunuz anda vücudunuzun size yapacağı en güzel iyilik sizi alfa seviyesine getirip yavaş yavaş gözlerinizi arkaya doğru kaydırarak rahat bir uyku moduna sokmak olacaktır.Bu an dünyanın hiçbirşeyiyle karşılaştırılamayacak kadar değerli bir andır.Rahat bir uykunun verdiği huzur bedelsizdir.Geriye kalan herşey visayla ödenir ;reklama girdi biraz ama neyse...
Anın keyfi ne yazık ki max 4saat sürüyor.Bazen uçuyorsun, bazen delice sapıkça şeyler yapıyorsun, hiç olmayacak yerlerde olmayacak kişilerle sohpet ediyorsun, fobiler ve hobilerle uğraşıyorsun, belki aldatıyorsun yada aldatıldığını görüyorsun.Şimdi bu noktada şöyle bir şey sormak istiyorum kendime bu anda mı kalmalıyım yoksa zamanla yarışarak çalan saatle birlikte zamanımı kovalamalıyım.
Son zamanlarda tek ebeveyn olarak zamanla yarışma hali içinde olduğum düşünülürse inanın ki yatakta uykuda o güzelim manzarayla kalmak için çok şeyler vermek isterdim.- Manzaranın nersi olduğunu bilenler gülümsemiştir şimdi-
Durumlara bakıyorum herkes koşuyor, deliler gibi koşuyor, zaman zamanda durup ağlayp sızlanıyoruz.Sürekli bir mutsuzluk sürekli bir gerginlik.Iki kişi konuşunca arasındakı hatır sorma hali bile “ ee ne olsun koşturuyoruz işte” şeklinde oluyor.
Sanki koşulmasa işler olmayacak, dünya dönmeyecek zaman duracak,ödümü kopuyor nedir hepimizin .Diğer taraftanda herkesin ağzında sakin bir yerde yaşamak istiyorum.EE nedir derdimiz sakin yer neden bu kadar cazip.Cazip çünkü orada anı yaşıyoruz, vücudumuz dingin keyfimiz gıcır.Yalnızsak canımızın istediği gibi hareket ediyoruz, şarap kadehi, rakı kadehi, bira şişesi, belki kitap, belki sudoku belkide kafamızdaki fikirlerin tuvali.Nasilsa ana madde serbest, yaratıcılık tavan yapmış.Satıp paraya dönme şansı ve telaşıda yok.
Eğer yanlız değilsek yanımızdakilerle iyi ilişkiler içinde olacak kadar rahat hareket ediyoruz.Sıksık şehirdeyken şikayet edilsede vıcık vıcık sarılıyoruz.Rahat rahat tartışıyoruz komşu sorunu yok nasilsa.
Çığlık atmanın ne kadar keyifli olduğunu herkes bilir tek sebebi içimizle yüzleşebilmek.Yalnızken istersek çıplak bile gezebiliriz.Işte onun için anın keyfini sürebiliyoruz.Rahatız sorun yok...kalpler panik atakta değil, ruhlar dingin, akıl başta veya değil sorun değil çünkü zaten an bitecek herşey unutulacak, unutulmasada sorun yok çünkü saliseler sonra yeni an başlayacak ve oda bir önceki kadar adrenalin dolu olacak.
Oysa tersi durumdakilere bir bakalım , koşuyoruz zamanla yarışıyoruz, gözümüz saatte değil belki ama gün doğuyor, gün batıyor ne farkeder ki , o iş bitmeli, bu müşteri aranmalı, yemek pişmeli, cocuğa ilaç verilmeli , teknoloji takip edilmeli, en az 10 mesaj çekilmeli, bankaya para yatmalı, bankadan para çekilmeli, eş dost aranmalı, aileyle sohpet ayarlanmalı, dizi seyretmek için geceyi boş bırakmalı, arabanın bakımı yapılmalı, tiyatro bileti alınmalı, cumartesi akşamki yemek için rezervasyon yapılmalı, msnde 2-3 dk sohpet edilmeli, bloga yazı yazılmalı.AY yarış halinde olmak pek bir zor!!!!
Babaannem 96 yaşında.Geçenlerde onunla yaptığım keyifli bir çay sofrasında bana bakıp gülümsedi ve şöyle dedi”Sanki zaman durdu...sadece yemek ve uyumak, ne arayan var, ne dedikodu, ne de dizilerin sonunu merak ediyorum, günler öylece geçiyor işte.”
Bilmem bizlere bir ışık oldu mu onun bu sözleri...
Durum analizi için kıssadan hisse- şansınız yok zamanla yarışacaksınız, keyif alıp zamanı yaşamaya çalışarak...:)

3 Şubat 2010 Çarşamba

İlk yazım...

çoktan var aklımda birkaç satırda ben yazayım şimdi bu durum çok popüler diye.Denedim açtım bir blog'da ben...Hemde çok zor olmadı..
İlk yazacağım konuda bu olsun o zaman ; " DENEDİM O KADAR DA ZOR DEĞİLMİŞ"
Hayatta insanlar hep beklerler ellerine birşeyler geçsin şunuda yapayım diye ama o istedikleri şeyin ellerine geçmesi öyle vakit alırki aradaki detaylar unutulur hatta neden bu benim için bu kadar önemli idi diye sormaya kadar gelir bazen.
Bazen de tam tersi olur, herşey önündedir ama sen ona dokunmaya korkarsın, kartondan evmiş gibi darmadağın olur diye korkarsın, beceremem "beceriksiz" derler diye korkarsın, yeterince iyi yapamazsan "aman hiç özenmemiş" olursun, örnekleri çoğaltmak sizlere kalsın diye kesiyorum.
benimde hayatımda bir adam vardı herşeyimi çözen, her an yardımıma koşan lazım olduğunda beni hemen pelerin altı yapıp koruyan...AMA artık O yok!
İş düştü başa, denemeliyim herşeyi artık bir başıma ve DENİYORUM...ne yazıkki yazmak istediğim gibi o kadar da kolay değilmiş ama en azından deniyorum...
Sizlerinde bu tarz dokunamadığınız noktalar,olaylar varsa DENEYİN, emin olun hiç denemememin verdiği histen 1 adım önde olacağınız için sizi ilk tebrik eden egonuz olacaktır.Ben o kadar yapamazsın demiştim ama yaptı be diye..

Yeni basliyorum...