14 Haziran 2014 Cumartesi

YAPICI İÇ SES




Zaman blog yazısı zamanıdır.
Yaz nihayet gelmişken yazlık bir yazı yazamadığım için üzgünüm:( 
Bir sonrakin de yazacağım, söz...

Facebook'a günde bir iki kere vakit ayırıp güzel paylaşımları, bana katkısı olacak yazıları okurum, etkilendiklerimi de beni takip edenlerle, kendi yorumumu ekleyerek paylaşmayı seviyorum. Bu bazen bir fotograf, bazen bir şiir yada hikaye olabiliyor. Videolari seyretmeye vaktim olmadigindan, cok az video paylastığımıda fark ettim.
Plansız bir iş toplantısına İstanbul trafiğinin açık olması sayesinde erken varıp, mail kutumdaki okunmamış e-mailleri okumak yerine, sakinleşmek icin Facebookta biraz gezinirken hiçte tesadüf olmayan, çokta güzel bir yazıyla karşılaştım.

Doç. Dr. Şafak Nakajima'nin “Yaşamımız boyunca en çok kimle konuşuruz, hiç düşündünüz mü?” adlı yazısı...
Yazı gece-gündüz ruh haline aldırmadan karşımızdakiyle yaptığımız bir sohpeti anlatıyor ama karşımızdaki herhangi biri degil, O, Kendimiz!


Bazen sakinleştirdiğimiz: ''Telaşlanma! Sakin ol! Bu günkü sunumunu başarıyla yapacaksın!''
Kimi zaman tavsiyede bulunduğumuz: ''Daha sade giyinmelisin! Koyu renkler seç; aşırı dikkat çekici olma!''
Nadiren de kutladığımız: ''Bravo! Bak herkes sana nasıl da hayran kaldı! Şahanesin!''
Ne yazık ki, bu konuşmalarımızda en sık rastlanan tema, eleştiridir: ''Berbat görünüyorsun!  Senden bir şey olmaz! Herkes seninle dalga geçecek!''

Işte tam da bu cümleden sonra bloga yazma kararı aldım çünkü çok keyifle bitirilen bir günün sonunda mutlu olarak oradan ayrılmışken, yastığa kafamı koyduğumda başlayan ölümcül eleştirilerle kendimi ne kadar hırpalayıp, mutsuzlaştırdığımı fark ettim.


Kendimizle sohbetin eleştiri dozu, çoğumuzun kaldıramayacağı kadar yüksektir.
Konuşma sürdükçe içimizde kaygı ve korku, utanç ve suçluluk duyguları doğmaya başlar.
Ve söylenenler, bizi motive etmek yerine, hayattan zevk alamaz hale getirir. Özgüvenimizi yerle bir eder. İyi olan hiçbir şeye hakkımız olmadığına inanmaya başlarız.





Safak hn yazısında eleştirilerin iç seslerle oluştuğunu yazmış. Bu bana Pencere adlı kitabımdaki sesi hatırlattı. Bir kaç çesit sese de dikkat çekmiş.

• Mükemmeliyetçi iç ses:
Gerçekleştirilmesi imkânsız düzeyde bir kusursuzluk ölçüsü. 
Bu ölçü çoğu kez, önemli bulduğumuz başkaları tarafından belirlenmiştir. Her şeyi hiç kusursuz yapmamızı ister ve yapamadığımız zamanlarda, eleştirinin dozunu arttırır. Hoşgörüsüz ve yıkıcıdır. Bizi daha iyi olmaya yönlendirmeye çalışır ama  giderek bir şey yapmaya korkar oluruz.


Suçluluk hissettiren iç ses:
Çoğu kez geçmişte yaptığımız davranışları, kurduğumuz ilişkileri ve seçimlerimizi, aile ve toplumun değerleriyle yargılar. Acımasız yargısıyla bizde, suçluluk duygusu ve utanç yaratır.

• Yıkıcı iç ses:
İnsan olarak değerimizi hedef alır. Bize varoluşumuzu sorgulatır. Yaşamaya bile hakkımız olmadığını hissettirir. Kaynağı çocukluk ve ilk gençlik yıllarındadır. Sevilmemiş, değer verilmemiş ve onaylanmamış bireyler, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde, bu kötü deneyimleri bilinç dışı yollardan iç ses haline getirir, kendilerini sevmez, onaylamaz, yaşamaya layık görmez ve "yok olmak" isterler.

Cesaret kırıcı iç ses:
Toplumun belirlediği sınırların ötesine geçmeye kalkıştığımızda, bu iç ses bizi geri çeker. Başaramayacağımızı, toplumun bizi reddedeceğini, her şeyi riske atacağımızı kulağımıza fısıldayarak. Bu ses, başkaldıran, yeni ufuklar arayan, yaşamı keşfetmek isteyen özgür ruhumuzu hedef alır.
Onu parçalamayı, yavaş yavaş öldürmeyi amaçlar.

Safak hn y
ıkıcı iç seslerimizle nasıl başedeceğimiz sorusunu soracağımızı bildiğinden, bir de kurtulma
formülü yazmış.

Kurtulma formülü ilk adım:
Başa çıkmada ilk yapmamız gereken şey, onları fark etmek. Onlardan etkileniyor, hayatlarımızı berbat etmelerine izin veriyoruz ama onları yeterince iyi tanımıyoruz.

Kurtulma formülü ikinci adım:
Sizi üzen, yoran, hayattan bezdiren iç seslerimizi tanimaktan geciyor. Onları biz kendimiz yaratıyoruz.  unutmamak lazim!
O seslerin her birinin bir amacı ve kendilerine özgü ajandaları var. Bağımsızlar.İster dikkate alın, ister dinlemeyin.
Size söylediklerinin işinize yaradığı fikrindeyseniz dinleyin ama  mantıklı olup olmadığını sorgulayın!

Kurtulma formülü üçüncü adım:
Bir kâğıdı ortadan bir çizgiyle ikiye bölüp, bir tarafına iç sesinizin söylediklerini tek tek yazın!
Söylenen doğru mu, bu günün değerlerini yansıtıyor mu yoksa geçmişe mi takılı kalmış, özgürlüğünüzü, gelişiminizi engelliyor mu?
Bu soruların cevaplarını iyice irdeleyin!
Ve çizginin diğer tarafına da, o söylemlere karşı düşünerek ve araştırarak geliştirdiğiniz kendi tezlerinizi yazın!
Onlardan öğrenebileceğiniz şeyleri öğrenin ve: ''Artık sus! Sana ihtiyacım yok! Kendim için en doğru olanın ne olduğunu biliyorum!'' diyerek onları susturun!

Kurtulma formülü dördüncü adım:
İçinizin kuytu odalarından birine gizlenmiş olan, ''yapıcı'' iç sesinizi bulup çıkarın!
Sevgi, şefkat dolu, size değer veren, yıkıcı etkilerden koruyan, hatalarınızı fark etmenize ve düzeltmenize yardımcı olan, cesaretlendiren,yaralarınızı saran, akılcı yollar gösteren iç sesinizi, kalbinizin ortasına yerleştirin!
Ve kulağınızı ondan ayırmayın! diyerek noktalamis yazısını.

Hemen aldim elime kalem kagit, aynı yukarıda verilen yöntemle kendi kurtulma planımı yazdım.
...
...
...

Yeni hikayemde bu yazıdan faydalanacağım kesin, zira yapıcı iç sesini duyabilen insanın mutlu olduğunu, hayattan keyif aldığını,  yıkıcı iç seslerle dolu egonun da insanı küçültüp yerle bir ettiğini yazmayı deniyorum. Dilerim yapıcı iç sesim bana ihtiyacım olan desteği verecek ve bende en kısa zamanda yeni kitabımla kütüphanelerinizde olacağım. 

Sizlere de yapıcı iç sesinizi keşfetme imkanı sağlayacak dialoglar dilerim.
İyi yazlar...