28 Ekim 2014 Salı

Kaleidoskop



    Ben duyunca, görünce aklıma, yüreğime düşünce duramam yazarım. Zaten hepiniz biliyorsunuz yazıyorum. Bazen nefes almadan, bazen  arabayı sağ şeridin kenarına çeki, bazen uçak koltuğunda, kimi zaman günün en karanlık anında, bazen de gün ışırken. İlham kapımı ne zaman çalar bilmem ama sükürler olsun ki çalıyor.


       
Bir arkadaşım facebooka kendi fotosunu koymus ama öyle herhangi bir foto değil bir kaleidoskoptan bakarken ortaya çıkan fotosuydu bu. Etkilenmemek mümkün değildi, aldım kağıt kalem başladım...
















Kaleidoskop "Antik Yunanca'da; kalos, eidos ve skope kelimelerinden türemiş bir kelimedir. Kalos-güzel, eidos-şekil, skope ise bakmak görmek anlamına gelir. Yani kaleidoskop, "güzel formların görülmesi" demektir.


Hepimiz çocukken en az bir kez bu oyuncağı elimize alıp oynamışızdır. Gözümüzü kısıp minicik delikten içeri bakarken önüne koyduğumuz şeklin değişip, binlerce aynı şekile dönüştüğünü, renklendiğini ve çevirdikce farklı şekillerle karşımıza çıktığını heyecanla seyretmişsizdir.
Ben o bir sürü aynı insandan oluşan görüntüden çok etkilendim.
Neydi beni etkileyen?
Aynı benden bir sürü görmek...
Rengarenk çeşitli ve her biri kendine benzeyen yanındakine hiç benzemeyen benler.
Tam gerçek hayatın açılımı gibiydi bu görsel bana.
Içimden şunu dile getirdim;
BİR ÇOK BEN



Gerçektende hepimizin içine bakarsak bir sürü “ben” görürüz. Her birinin tadı başka.
Kimi hüzünlü, kimi çözümcü, kimi çılgın, kimi akıllı, kimi alıngan, kimi çocuk ruhlu, kimi seksi belki biraz serseri, kimi mutsuz, kimi keyifli, huzurlu, yaratıcı.
Hepsi benim...
Hepsi benden bir başka renk
Nasil diyebilirim ki o ben değilim?
Nasil diyebilirim ki onun yaptıklarından sorumlu degilim?
Nasil diyebilirim ki o gerçek diğeri değil?

Her çevirdiğimde başka şekillere bürünen ben, her seferinde daha renkli ve daha farklıyım.

Ancak karanlığa doğru tutunca kaleideskopu benden hiç bir renk gözükmüyor. Sadece ışık vurunca benler dans ediyor ayrı ayrı.

Yaşamımızda da içimize asla karanlıkta bakmamak gerek ki kendimizden, yaptıklarımızdan yansıyan güzel formları kaçırmayalım
İnanıyorum ki karanlıklarda yaşanacak bir hayat boşuna geçirilmiş anların toplamıdır. Mezar taşımıza tam yaşadığımız gün sayısı yazmak adına bu kadarcık fedakarlık fena olmaz hani.

 
Şimdi bakalım o minnacık delikten ve seslenelim her bir bene “İyi ki varsın, sensiz bu görüntü bu kadar renkli olamazdı.”

20 Ekim 2014 Pazartesi

Bildiğin OT


Hiç yenilmemiş insanlar vardır.

Onlar hiç savaşmamış olanlardır!


Hayat ne hoş yol ayrımları çıkarır karşımıza. Hangi işe yatırım yapsam, hangi teklifi değerlendirsem, hangi insanı kendime eş seçsem, hangi bölümü okusam, hangi yoldan gitsem?
Liste uzar gider.

Bu listede bir kazanan birde kaybeden vardır. Zira her kapışmada bir taraf vardır. Ancak hayat kapışmalarinda taraf yok kanımca. Hakkımızda ne doğru ve ne olması gerekirse öyle oluyor. Elden gelen, seçtiğimizle bize eklenecek mutluluk. Kaderci deyin, evrenin torpili deyin, ilahi adalet deyin, evrenin mimari deyin, ne derseniz deyin ama bu döngüde bir dokunuş olduğu kesin. Belki algılarımız yetersiz, belki de sadece bir ilüzyonu yaşıyoruz.

Etrafıma bakıyorum da hergün bir sürü ölü insan görüyorum. Üstün güçlerim filan yok benim, gördüğüm sadece yaşamdan vazgeçmiş ruhlar. Yaşam büyümektir. Büyümekte sancılıdır. Yaşamı seçmek demek, acıya hoş geldin demektir. Acıdan kaçmak için uçlarda yaşayan bir dolu insan var. Uçları yaşayanlar ya gönül gözlerini kapatıyorlar yada bağımlı oluyorlar, sigara, alkol vs. İroni ise tam bu noktada karşılıyor onları, acıdan kaçarken daha büyük bir acıya düşüyorlar. Hayatımıza eklenen acıları kendimize ufak bir yara olarak eklersek, bunu minnet ve mutluluk kaynağı gibi görebilir, öfke ve acıdan uzaklaşabilirsek yaşamda izlerle yürümeye devam edebiliriz. Aksi durumda ÖLÜLER DÜNYASINA HOŞGELDİN pankartı Halloween günü gibi karşımıza çıkacaktır.

Şimdi arkanıza yaslanın, 10 dk bir düşünelim geçmişi, zira gelecek hala yaşanmadı, öngörüler gereksiz.

 Bir çok savaşa girdiniz şu ana kadar. 
Büyük çoğunluğunu da kazanılmış zaferlerle hanenize yazdınız ama  hala kendinize göre başarısız, beceriksiz ya da yetersiziz.
Vazgeçtiklerinizi düşünün, pişmanlık var mı avucunuzda? Varsa hiç zorlamadan dönüp yapıştırın kocaman bir özürü ve hızlıca toparlayın dökülenleri. Hiç bir zaman geç değildir. Atasözümüz ne der 1 sıfırdan fazladır. Geç olsun, güç olmasın.
Huzur varsa elinizde, kutlamak lazım savaştan galip çıkmışız diye. Sakladığımız o şarabı doldurup kadehimize, adımıza şerefe.

Aldığımız yaralar bedenlerimizde tabii ki de iz bırakacaktır. Onlar bizim zaferlerimiz. Her biri
bize verilmiş birer armağan. Evet belki kolay kazanılmadılar ama her seferinde kazançlı çıktığımızı da itiraf etmek erdemdir.
Arada bir yenildiysem ne olduda yenildim diye sormak iyidir, karşınıza çıkan cevap ise şaşırtıcı olabilir, " Yenilmeyi mi istedim?" 
Çünkü bazen yenilerek bedenimize işlediğimiz o derin yara bizi bir çok yeni yaradan koruyacaktır.

Şöyle bir hayal ettim, Bir gün karşıma bir yürek çıksa, pürüzsüz cildiyle, güçlü atışlarıyla etkilemeye kalksa beni. Düşer miyim bu tuzağa?
Tek bir çizik bile yoksa neyle ispat edecek yaşadığını. Yaraları yoksa, alkışlamak mı gerekir... 
Yoksa bu sanal alemden bir düşüş mü? 


Star wars filmindeki meşhur ışın kılıcını bilirsiniz hepiniz. Yoda bununla dahi hareketler yapar ve asla kendini yaralamaz. Ancak çırak Skywalker ilk harekette omuzuna darbe alır. Yoda ona şöyle seslenir: 
"Ne kadar yaran olursa, o kadar öğreniyorsun demektir. Mutluyum!"


Kendimi her halimle seviyorum diyebilmenin keyfi tarifsiz değil mi sizce de.
Yara almaktan kaçmaktansa yaraları sarabilme gücümüze inanıp, karanlıklara dalalım, sonrası ...