Ve en nihayetinde evrende asayiş berkemal mi diye bir ayağımı dışarı atayım dedim korkuyla da olsa sebep güzeldi.
Birlikte kahveleri içtik, oğlanlar kavun, karpuz kesti bize. Servis yaptı herkes kendine ve kahkahlarla devam eden sohbetimiz cesaretle dışarda bir akşam yemeğine dönüştü.
Tek ayakkabımı ayağıma giyerken yüreğimde bir sancı...
Yakın bir mekana onların
arabasıyla gittik. En yakına kadar yaklaştırabildiler arabayı, zorlansamda yavaş
yavaş yardım alarak kısa mesafedeki restauranttan içeri girdim. Kapıya en yakın
masaya oturdum. Gerçektende aşırı mutlu olmuştum. Açık hava ve dört duvardan
dışarı çıkabilmiş olmanın hissi paha biçilmezdi ta ki tuvalet zamanı gelene
kadar. Evime dönüş yolu uzun olmadığı için bu işi eve bırakmaya niyetlendim ama bir şeyi unutmuşum ki tek ayak üzerinde
çişiniz varken zıplayınca tatsız durumlar oluşuyormuş.
İkinci bir sokak denemesini Cumartesi günü gün batışında TelAviv Namal'de yapmaya karar verdim. Arabayı kullanan otoparkın engelli bölümüne park etti aracı. Yavaş hareketlerle bedenimi çıkardım. Yavaş hareketlerle yakındaki bir banka oturdum. Sağım solum, önüm arkam nefes. Koşan, yürüyen, sarılan, öpüşen, çocuklarını kovalayan, köpeklerini kucaklayan, müzik dinleyen, müzik yapan... Her türlüsü vardı etrafımda. Rüzgarı yüzümde hissederken evren yaşanılası güzel bir yer dedim içimden ve aniden lezzetli krikrakların torbasındaki kırmızı kurdeleyi alıp plastik robot ayağıma bağlayıverdim. Ayağım kırıldığından beri ilk kez denizi, gün batımını seyretmemin anısına. Hemen bağ kuruldu aramızda, adını koyuverdim oracıkta ROBİ.
Ve Lucy Lüset Yaeş’in
"Cepte Bilmek" yazısının tam yeridir diye ekliyorum.
Cepte bilmek yerine
cebimde ne olduğunu bilmek... Hayatımızda o kadar çok şeyi cepte bilip,
görmezden gelip, değerinin farkına varmadan yaşıyoruz ki... Şükrettiklerimizi
sıralarken listemiz iki üç tane şeyi geçmiyor. "Sağlığımız yerinde olsun,
çocuklarım..."la başlayıp bir iki şey ekleyebiliyoruz. Sanki ezbere
tekrarladıklarımız... Farkında mısın cebindekilerin, bir karıştır bakalım neler
var... Hayatına baktığında, o kadar çok şey var ki o listeye ekleyebileceğin. İlla
da onları kaybetmeyi mi bekliyorsun farkına varmak için... Ya da birinin
kaybını görünce bir iki gün sürüyor şükrün, sonra yine devam... Bugün, seni
hayatını tekrar gözden geçirmeye davet ediyorum... Bedenine, evine, hayatındaki
insanlara, doğaya bir bak ve nelere sahip olduğunun farkına var... Şükür listeni otomatikten çıkar bilinçle
oluştur. Cebindekileri dök ortaya... Listenin her gün artması dileğiyle... Sevgiyle
Kal❤️
Saçtım döktüm
listemi. Şükürlerime, bir ayak kemiği kırılmasıyla ne kadar cepte olan şeylerimin eklendiğine şaşırdım. Bir adım atabilmeye şükretmeyi hatırladım.
Derken en büyük sınav iş toplatısı tarafından geldi. Yapabilirim diye bir başıma çantam, laptopum, değnekler, Robi ve ben çıktık yola. Yaptım da bu paylaşımımda okuyacaklarınız hayatınızda duyarlı olmanız için bir çağrı niteliğindedir.
Toplantı binasındaki görevli, taksilerin içeri alınmadığını iletti nazikçe. Taksici koltuk değneklerimi göstermesine rağmen kabul ettiremedik. Taksici beni indirdi allahtan bank vardı oturdum. Bankta oturan bir başkası vardı, beni koltuk değnekleriyle görünce değil yardım etmek kafasını bile kaldırmadı. Derken misafirim geldi, beni kapıda görünce hemen indi taksiden daha dur inme diyene kadar. Kapıdan bina girişi 200mt. Hava sıcak. Görevli’nin umuru değil.
Şans bizden yana, içeri girme izni olan bir araba geldi. İş ortağım hemen beni içeri sokması için ricada bulundu ancak görevli adımın kapıda kayıtlı olmadığı için bu şekildede içeri giremeyeceğimi söyledi. Şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemez halde yarım yamalak İbranice'mle görevliye, 'Sence burada toplantım olmasa, bu kırık bacakla neden kapınıza gelmiş olabilirim?' dedim. Adam nazikçe 'Bana haber verilmedi,' dedi. Görev adamı olmak, bana Küçük Prens’teki ışıkları söndüren adamı hatırlattı. Asla sorgulamayan ve sadece uygulayan. Kısacası bizi içeri sokacak adamın müdahalesiyle otoparktan içeri girebildik.
Giriş 9 basamak ama ihtiyacı olanların kullanması için yanda bir düz rampa vardı. Oldukça uzun bir mesafeyi 6dk gibi bir zamanda, kah zıplayarak, kah basarak ter içinde alıp giriş lobisine vardım. Bir başka görevliden hiç sempati ve güleryüz görmeden asansöre bindim ve en nihayetinde toplantının olacağı kata vardım.
Toplantımız 9 nolu odada, koridor bir hayli uzun. Allahtan klima var. Şükür
edilesi bir durum yalan yok. Sağımdan solumdan geçenler tek bir söz söylemeden
yürüdüler. Odaya vardığımızda toplantıyı yapacak müdürle ilk defa tanışıyordum.
Halimi görünce 'Keşke gelmeseydin bu halde, zahmet olmuştur,' deyince tutamadım
kendimi ve bastım kahkahayı.
Bu ana kadar
farkettiklerinizi bir düşünün. Ben ikinci bölüme geçeyim.
Toplantımız başarıyla sonlandı, dönüş için bir araç ayarlandı, kapıya getirildim ve öğlen yemeği için yakındaki bir restauranta gitmeye karar verdik misafirimle. Kalbur üstü bir sushi yeri seçtik, sonuçta misafire falafel yedirmeyecektik ayak üstü. Böyle jestler iş dünyasında önemli o yüzden her mekanda Business Menü var.
Kapıda bizi bıcır iki hostes kız karşıladı ancak koca cam kapıyı elimde koltuk değnekleri olduğunu görmelerine rağmen açmak için popişlerini kaldırmadılar bile. Şükür ki içeri girince en yakın masaya oturtuldum. Yemekler lezzetli, servis harikaydı ta ki sıra tuvalet anına gelene kadar. Hafif rampalı bir alandan bir hayli eforla kah zıplayıp kah yürüyerek alana vardım ki ben şok yanımdaki iş arkadaşım – erkek – daha şok.
Her yer neon ışıklı, oratada koca bir akvaryum ve karanlık bir dekorasyonun içindeyiz. Mimarı tebrik ettim, iki ayaklı normal insanlardan başka kimseyi düşünmediği için. Daracık alandan kadınlar tarafına arkadaşımın yardımıyla geçtim ve o ne! DEV gibi tahta bir kapı, sanırsın kale kapısı. Üstelik içe açılıyor. Nefis, zaten sıçramaktan üzerime yapmak üzereyim , arkadaşım kapıyı açtı ama ya o içerde ya kapı. O sağa geçer, ben değneklerle sola derken ha yaptım altıma ha yapacağım, attım kendimi içeri, derken tuvalete giren kapı o başka ağır, minnak bir alan. Kendimi içeri sokana, değnekleri bir tarafa yaslayana, tek ayakla çökene kadar vukuatsız deliği isabet ettim şükür.
Arkadaş ana kapıda bekledi beni, zira elimde değneklerle o kapının açılması imkansızdı. Yemek bittikten
sonra herkes mekanı terk etti, ben oğlumu bekledim beni gelip alsın diye. 15dk
sonra aradılar geliyoruz hazırlan diye. Yerimden kalktım sandalyeler her
tarafta, değnekle onu sağa oynat, bunu sola. Arkamda dev bir saksı, sandalye
geri gitmez, ileri itemiyorum amasa var. Tarifsiz bir karmaşa ve etrafta gelip geçen
garsonlar, insanlar. Duyarsız ve farkındalıksız. Hallettim. Zor oldu ne yalan söyleyeyim.
Dengede olmak kolay değil. Derken çıkışa doğru yürürken masamıza bakan cici
garson kız yüzünde geniş bir gülümseme ile, 'Masayla işiniz bitti mi?' dedi. Yardım ister
misiniz dediğini duymayı hayal ettim. Camlı kapıya doğru garsonu cevapsız bırakarak
yürüdüm ve aynı bıcır hotes kızlar yerlerinden kalkıp cam kapıyı açmadan uğurladılar
beni.
Oğlum kapıyı açtı,
lap topumu omuzumdan aldı, arabaya eşlik etti ve günü sakinlikle bitirdim.
Diyeceğim o ki,
engelli yaşam hele ki süreklilik arz eden engelliyseniz çevreden ilgi, sevgi ve
dayanışma bekliyor. İnternetteki sayfalarında engellilere uygundur yazmakla
öyle olunmuyor. Dahası biraz daha duyarlı yaşamamız gerekiyor.
Dilerim bu
yazımdan sonra hepiniz çevrenize biraz daha sevgiyle bakar Lüset’in dediği gibi
şükür listenizi uzatırsınız.
3. bölümde görüşmek
üzere, sağlıkla kalın ama cepte keklik halinde olmayın.