31 Aralık 2023 Pazar

ÜZÜNTÜ ÜZERİMDE

 


Bütün gün haber dinlediğimiz bir dönemden geçiyoruz ülke olarak. Her haber ölüm, yıkım ve savaş üzerine. 

Şaşkınız, yorgunuz, kırgınız, üzgünüz. Onca cevapsız soru zihnimde at koştururken bir yazı çıkıyor karşıma,  İrlanda dilinde bir duygudan bahsettiğinizde 'Üzgünüm' demezlermis 'Üzüntü üzerimde – Ta' Bron Orm' derlermiş. İşte tam aradığım hal buydu. O yüzden 2023 yıl sonu yazımı üzülerek bu duygu üzerine yazmaya ve sizlerle paylaşmak istedim. Bu seneki yılbaşı yazım ne yazık ki bu sekilde ☹

 110 rehine serbest ama 141 tanesi hala teröristlerin elinde. 


Bazılarının ölüm 
haberleri yürekleri parçalıyor. United Nations’ın bu konudaki desteğinin oldukça düşük olmasının üzüntüsü bir yana havada derin bir yas hali mevcut. Sokakta insanların yüzlerinden derin üzüntü okunuyor. Çaresizlik içinde kayıplara göz yaşı döküp, Neden rehinler bırakılmıyor? Neden nefret hep üstün geliyor? Neden kötülük kazanırmış gibi gözüküyor? Neden her sabah uyandığımızda ölüm haberleri alıyoruz? Neden olanlara birilerini inandırmak zorunda bırakılıyoruz? Neden sadece Yahudi olduğumuz için tüm dünya tarafından aşağılanıp, şiddet görüyoruz? Neden Red Cross bir ilaç dahi temin edip rehinelere teslim edemiyor, onları göremiyor? ve 82 gündür bizden baska onların evlerine dönmesini isteyenler neden birlik olamıyor? Bizler gece gündüz evlerine dönmeleri icin dua ederken neden onların posterlerini duvarlardan söküyorlar?



Her sene bütün yıl olanların muhasebesini yapan ben, bu sene ne yazık ki eksi bir milyonla kapatıyorum yılı.  İnsanlık adına zor bir zaman diliminin bu seneye eklenmiş olması gerçekten kelimelerin yetersizliği yüzünden ifadesi çok zor benim için. 6 Şubat’ta Türkiye’deki depremle başlayan 2023,

 büyüdüğüm ama dünyanın kirlendiğini hissettiğim yıl olarak anılarıma eklenecek. İçinde acıyı, birlik heyecanını, Türkiye’de ki istenmeyen seçim sonucunu ekleyerek zamanı Ekim ayına ulaştırdığında İsraelide 1400 kişinin bir günde teröristlerce katledilmesi adeta  bir kabus gibi benim, aslında tüm  dünyanın üzerine çöktü. Şubat’tan bu yana derin sancıda olan yüreğim, hiç tanımadığı bir duyguyla karşı karşıya kalıverdi.


Savaşta olma hali.

Ukrayna savaşı hala devam ederken benim bu satırları yazıyor olmam, sizleri yazımın devamını okurken düşünce yolculuklarına çıkartması en büyük dileğim.

Sarsıcı ve çok sorgulayıcı bu dönemden geçerken, filmlerde izlediğimiz savaş ortamından çok farklı bir alan icinde buldum kendimi. Düşen askerlerin cenazeleri, evlerine dönemeyen rehine ailelerinin yanında benim acım çok yüzeysel olsa bile toplum olarak ağır bir travmanın içinden geçiyoruz. Hislerim bana geçmişteki yas dönemimi anımsattığı için son sürat ona bağlandım. Duygularım tarafından yönetilmeye başladım. Tüm olanların kaosu tarafından ele geçirildigim de farkındaydım ama yas içinden çıkılması zor bir yerdir.  "Öfkeliyim", "Kırgınım" "Üzgünüm" dedim ve duygu balonlarına sarılıverdim. Dış dünyaya, aileme, dostlarıma, sevdiklerime kendimi ve duygularımı kapadım. Sadece kendi içime bir kapı açtım, içi yas ve kırgınlık dolu, kişisel sarılmalar ve sohbetler. Bildiğim hiç bir yöntemle sakinleyemeyen, kendini iyileştiremeyen, sürekli kanayan bir yaram vardı. Acısını tarif edemediğim, sözcüklerin yetersizleştiği. Hissettiğim duygu olaydaki en önemli etken olurken, 82 gün sonra okuduğum bu yazı  sayesinde kendime adeta bir çıkış kapısı buldum.


Ben üzgün değilim, sadece bir süre üzüntü üzerimde olacak.

Garip bir huzur kapladı içimi. Huzurlu hissettiğimi farkettim. Başka bir zaman başka bir şeyin üzerimde olacağını bilmek ve bunun farkında olmanın iyi bir şey olduğu fikri nedense yüreğimde bir rahatlama yarattı.  O yüzden üzerimdeki üzüntü haline değişik çıkış yolları bulmaya meyil ettim bu aralar. Sıradışı bir Stella’yı tanımaktaydım.

Sessiz ve hareketsiz. Çok kitap okuyan, daha az dizi izleyen. Daha az iletisim kuran. Iş ve aile dışında pek ortaya çıkamayan.  Az uyuyup, gün doğumunu seyreden. Tek başına uzun yürüyüşler yapan, organize edilen yardım çalışmalarına maddi manevi destek veren. Rehine aillerin konuşmalarını dinleyen. Mahalledeki asker cenazelerine katılan. Siren çaldığında yere yatan, sığınak odasına giren. Siyasetle ilgililenen, yeni öğrendiği lisanda haberleri dinleyip anlamlandırmaya çalışan. Boşlukta salınan, gülünce de vicdan yapan. Sonrasında BU DA GEÇER diyen.

Kendimi yargılamadan ya da duygularımı değiştirme zorunluluğu olmadan hissetmeye izin vermekle başladım acımla yüzleşmeye. Travmalarla dolu olan bir toplumun, az travmalı bir üyesi olan ben, kendimi hırpalamak yerine kendimi  beslemeye başladım.  “Sorun degil. Devam et ve üzül. Sonsuza kadar burada olmayacaksın ama şimdilik üzgün hissetmekte 'yanlış' değilsin, sen sadece insansın,” diyebilmenin gücüne ulaştım.


Her şeyi yıkmak isteyen öfkemle uzun sohbetler yapıyorum. Bu evrende artık sadece cinsiyet, yaş ve isim olan insan kümelerini neden yarattığımıza karşı öfkemle arka odada konuşuyorum. Bir parçam olduğunu bilse de öfkem, zamanı geldiğinde sessizliğe gömüleceğini o da biliyor. 

Bu devr-i daimin içinde  yaşamlarımızdaki olağan rutinlerin değerini farkediyorum. Korona zamanından çok daha değerli bir farkındalık bu. Bu gün görüp yarın göremeyecek olmanın değerli anları. Bu gün sarılıp yarın dualarımızda olmak zorunda olan.

Aynada kendi karanlıklarımı tanıyorum. Biliyorum hiç bir duygunun kalıcı olmadığını ve belki de bu dönemdeki tek sakinleştirici ilacın bu olduğunu.

Yaşama ara vermem gerekliliğini anlayan ailem ve dostlarım olduğuna şükür ediyorum. Onların görünmez ellerinin beni yaşama bağladığını hissetmekten mutluyum ve de dünyayı benim gözlerimden görememelerini anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Sonuçta ateş düştüğü yerde olacaktı her zamanki gibi. Yaşamda herkes kendi yarasını saracaktı.


Uykusuz gecelerin bir başka ilacı kitaplar, diziler, filmler. Ekranlarda yüreğimin kaldırmakta zorlandığı ama duymak zorunda olduğum haberlerden uzaklaşmanın yollarından biri olarak dizi seçimimi fantazi dünyasından seçip, hayran olduğum masal dünyasına kaçıyorum sık sık.  Alice Harikalar Diyarını seçiyorum kendime. Sanki yaşadığımız evrenin bir küçük yansıması havasında.

Alice’in MadHatter’a dediği gibi, “Bugün üzgün olduğunu, kızgın olduğunu, endişeli olduğunu veya yas tuttuğunu kabul etmekte sorun yok. Her zaman gülümsemek zorunda değilsin. Yine herşey doğal akışına dönecek nasılsa. O yuzden güzel bir çay partisine ne dersin?”

Fantazi dünya her zaman içinde kendi cevaplarını saklar. Bizler olduğumuz kişileriz. Düşündüğümüz ve hissettiğimiz duygular geçici. Onlara anlam yüklemezsek , sadece bir esintinin onları alıp götüreceğini bilirsek, o duygunun haline gelmezsek, onun varlığını sadece kabul edersek, yakında farklı bir duygunun üzerimize geleceğini anlarız.

Evet bugün üzüntü benim üzerimde. Ama aşık olduğumuz o ilk günlerdeki gibi coşkulu olduğumuzda da kendimize hatırtlatmamız gerektiği gibi: " Bu da geçecek, şimdilik tadını çıkarın.”

Duygularınıza hoş geldiniz. Bir süre onlarla oturun ve onları tanıyın. Her birinin bize öğreteceği bir şey var. Her birinin bize göstereceği bir şey var. Ve çoğu zamanda sihirli bir değişimi ardında peri tozu gibi üzerimize serperler.


2024’te bu peri tozlarının peşine düşeceğimi biliyorum. Yaşama karşı duruşumun hayatımda belki hiç olmadığı kadar yüzeysel olacağını düşünüyorum. Anlarımın kıymetini bileceğim, sevdiklerime sarılmanın lüksünü, köklerimin travmalarını, suskunluğumun çığlıklarını duyacağım 365 yeni günüm var önümde. İnsanların neden savaştığını anlamak için vereceğim değerli vaktim olacak. Iyilik peşinde koşmaktan nefesim tükenecek. Hırsın yakıcılığını, politikanın yalancılığını, halkın acizliğini okuyacağım nice kitaplarım olacak. Bilmediğim bir ülkede uyanmalarım, kendi evimde köklenmelerim, güneşte cildimi yakmalarımın, kumsalda yürümelerimin, tuzlu suda arınmalarım, sevdiklerime her zamankinden daha fazla zaman ayıracağım, çocuklarımla sofra başında uzun sohbetlerimin olacağı 2024 hoş geliyor.

✡️Yahudi kimliğimle evet bugün 😪üzüntü benim üzerimde. Ama bu da geçecek.


Koşullarını okumadan önümüze serilen 525,600 dakikamız kutlu olsun. Ne olursa olsun gülümseyeceğimiz ve içine güzellikler, kahkahalar eklemek dileğiyle,

16 Kasım 2023 Perşembe

Toprağın Altını ve Üstünü Düşünmek

 




 40 gündür kendime yazıyorum ama Çağan Irmak’ın yeni Netflix dizisin başlangıcında bu konuyla ilgili duyduklarım, sözlerimi sizinle paylaşmama ilham verdi.

Önce toprağın altından başlamak istedim.
Ilk aklıma gelen fidan.
Ekeriz ve büyümesi icin sularız. Merakla bekleriz emeklerimizin karşılığını. Altında ne olduğunu göremeyiz sadece umutla bekleriz. Inancımız tam ve emeklerimizin boşa gitmeyeceğini içten biliriz ama bir yandan kurtulamadığımız bir “acaba” vardır, ya tutmazsa diye. Küçüktür bu korku çünkü inanç ondan büyüktür.
Çıkınca fidan toprağın üstüne, bir şenliktir. Bütün inaçların boy göstermesi, evrene bir meydan okumadır adeta. Içten içe zaferdir. Artık biliriz ki şimdi daha büyük bir emek lazım onu canlı ve diri tutup meyvasını yemek için. Çabalar katlanmış, korkularda büyümüştür. Olsun, zafer hala senindir.



Gün gelir geçer, hasat vakti gelir. O minicik umut, koca bir sepete dönüşmüştür. Payını alırsın çabanın. Dallar eğilir, senin olan sana gelir. Bu artik zafer değildir.
Paylaşımdır. Hazzın bundandır. Nice kişilerin eline ulaşmıştır emeğin. Gururdur bu. Derken gün olur bilirsin toprak olacaktır ağacın. Altından çıktığı gibi üste, geri girecektir toprağa. Içinde belki bir kurt yaşayacaktır, cürük diyeceksin ona. Ölmüş zannedeceksin ama o meyve bir kurdun hayat membası olmuştur. Bu kurtta meyveyi yiyip toprağa girecek ve toprağa gübre olacaktır. Bu meyvenin çekirdeğinden yeni bir agaç doğacaktır bilirsin. Yani tabiat devridaim içinde.

Küçük  kızın dediği gibi; O zaman ölmekliğin sırf insana çaresi yok.


Toprağın altının asıl bize gösterdiği şey ölüm. Bitti denilen o karanlık korkutucu alan. Sessiz, donuk ve yalnız alan. Kokuşmuşluğun bittiği, sükunetin başladığı o bilinmez karanlık. Bitti derken neyin bittiğini bilmediğimiz o yerden çıkıp üstüne taşlar yapıp, altındakine ağladığımız toprağın üstüne bakalım.



Toprağın üstü karmaşık. Ikilik, ayrımcılık, savaş, ölüm, yanında doğum, yaşam, paylaşım, nefes. Sınırlar, fikir ayrılıkları, güvenlik, barınmak, ekonomik çıkarlar, politik ikilikler, beslenme kavgalarının yanında mucizeler, buluşlar, keşifler ve başarılarla donanmış ağır bir dualite. Siyahın beyazdan, güçlünün güçsüzden, toleranslının anlayışsızdan, inançlının bağnazdan ayrı tutulduğu, sevmenin yerine kakmanın, birlikteliğin yerine ayrımcılığın, barışın yerine hep savaşın olduğu toprağın üstünde insanı toprağa  gömüyoruz ama ondan bir insan daha yeşertemediğimizi bilmemize rağmen yaşamı ödüllendiremiyoruz nefesle.  




7 Ekim’de yaşadığım Israel’de olanları medyadan biliyorsunuz. HAMAS TERÖR ÖRGÜTÜ hunharca Yahudi yerleşkesindeki insanları evinde, eğlencesinde, ailelerinin gözü önünde korkunç bir vahşetle sabahın altısında katlediverdi. Bebeklerin başları kesildi, yakıldılar. Kadınlara tecavüz edildi, kaçırıldılar. Büyükannelere tokat atıldı, sopalarla dövüldüler, ölü insan bedenlerini yerlerde sürüdüler. Yetmedi bunları kamerya kayıt edip ifşa ettiler sosyal medyada sanki bir zafer gibi. Kendinin haklı bulduğunu savunma derdi içinde olan insan kendini ifade etmek icin GENE vahşeti secti. GENE  vahsetin arkası karanlık bir döneme açıldı. Içi bomboş, içi kan, kin, nefret doldu. Içi ölüm ve içinde devridaimden eser yok. Yakıcı, yıkıcı ve öfkeli. Bu boşlukta, utançla daha yüzyılı bile tamamlamamış soykırım tekrarından doğan bir savaşa evet dedi insan çünkü toprağı gelişim icin degil savaş yeri olarak gördüğü için vaz geçemiyor yıkımdan. Yerin altındaki toprağı unutup hep üstündeki toprağı kana buluyor. Eğitilmek istemiyor, nefretinden eksilmemek için. Sevgiden, emekten eksik büyütüyor kendini toprağın altını unutarak. Bilmiyor mu topraktan insan yeşermeyecek, kayıplar geri gelmeyecek, davalar kanla cözülmeyecek. Bilmiyorlar mı birinin canını acıtarak bu evrende huzur olmayacak. Bilmiyorlar mı bir kelebek kanat çırpınca, başka bir yerde tsunami olacak. Nefret körüklenecek, biri birine din, dil, ırk için kurşun sıkacak. Geçmiş hep tekrar edecek ve nefret ile toprağın üstü hep barut kokusuyla dolacak.

Israel bir çöldü 1948’de. Aranızda bir coğunuz bu ülkeyi gezdiniz, gördünüz. Insanları sıcakkanlı, mutlu. Aile kavramı değerli. Şehirler düzenli, eğitim yerinde. Parklar, bahçeler, endüstri ve teknolojik olarak her daim ilerde. Hiç düşündünüz mü neden bir grup terrorist kurulduğundan beri bu topraklardaki insanlara zarar vermek için yeminler ediyor. Barış olmasın diye bitmeyen öfkeyle her gün roket atıyor. Ama bu o vahşetin yerindeki insanların kaderi değil. Onlar terrorist bir örgütü, HAMAS’ı kendilerini yönetsin diye bilinçli oylama ile seçtiler. Istediler bu öfke ve nefret büyüsün. Toprak kan olsun, bitmesin ve herkes bu kanlı toprağın başında ağlasın. Toprağın altından yetişmiş ekili tarlaların hepsini savaş alanına çevirmeyi kendilerine kader bildiler toprağın üstünü yönettiklerini sananlar yüzünden.


Israel'de her ailede ya bir Holokost kayıbı, ya kurtulanı ya da bunca yıldır bitemeyen savaşlarda, terrör saldırılarında ölmüş birisi vardır. Sizin ailenizde bu acıları çekenler olmasa bile acıyı hissedersiniz derinden insan olarak.  Hiç kimse 240 rehinenin halen orda olduğunu bilerek başını huzurla yastığa koyamaz. Koymamali çünkü biz, kendine emek vermiş ruhlar insanın insana yaptığı her şeyden sorumluyuz.

Çünkü biz, toprağın altıyla üstünü dengede tutmak için emek sarfeden ve onun için ömrümüzü tüketenleriz.

Çünkü bizler, öfkeyle bu evrende bir yere varılmayacağını bilenler olarak bunu durdurmayı da kendimize görev bilecek güçteyiz.

Bir dava için bilerek ve seçerek insan canını katletmeyi kendilerine destür seçenlerin hanelerinin asla yeşeremeyeceğini bilenleriz. Oraların devridaminin tıkanıp, ölüm boşluğunda kaybolacağını onlara gösterebilecek, söyleyebilecek cesaretimiz olsun. Toprağın altı için ağlayacağımız günler azalsın, üstü yemyeşil olsun.

https://stories.bringthemhomenow.net/

 40gündür hiç bir paylaşıma yorum yapamadığımın farkındalığı siz dostlarımın gözlerinde bir anlam bulur. Belki bu paylaşımlarımdan ya da içinde bulunduğum karanlık ruh halimden sıkılmış, anlamsız buluyor olabilirsiniz. Belki bazılarınız abartı bulup içten içe söylenmiş olabilirsiniz. Belki bazılarınız beni umutlandırarak gülümsememi sağlamış olabilirsiniz. Belki bazılarınız medyadan uzaklaşarak gerçeklerden kaçmak istemiş olabilirsiniz. Belki ama belki biriniz merak edip araştırıp okumuş olabilirsiniz. Ben rehineler ile ilgili dünyada tek bir adım atılmadıkça bu ruh halinden çıkabileceğimi sanmıyorum. O yüzden beni  böyle görmeyeceğiniz günlerin yakın olduğunu dilemekten başka söz kalmıyor.