19 Ekim 2018 Cuma

Sanma ki yanlızsın






Uçmayı dilemiştim. 1 ayda bu sekizinci uçak koltuğu. Yoruldum mu ne?
Her seferinde okurum diye alıp, okumadığım kitaplarla hareket ediyorum ama bu sefer ucuş süresi 4 saate yaklaşınca “ee hadi al bir kitap,” dedim. Giderken Nohut Oda’yı bitirdim. Çarpıcı kısacık öykülerin sonları bana kaldı hep. Yazar beni hikayelerin sonlarında hep havada bıraktı ve hep kendimce tamamladım hikayelerin sonlarını. Tıpkı gerçek hayattaki gibi. 
Okumayı istediğim Mitch Albom’un yeni kitabı “The next person you meet in heaven” aranıp aranıp bulunamadı. Tam bir hayal kırıklığı içindeyken ansızın elime Elif Şafak’ın “Sanma ki yalnızsın” adlı kitabı geçti. Dönüş yolunda okunmaya başlandı.
Sizce de kitabın başlığı müthiş değil mi? Her şey sadece sana olur sanırsın ama bilmek lazım ki asla yalnız değiliz. Her açıdan hem de.
 İçinde bulunduğum yalnızlık halime cevap verir mi? diye düşünmedim bile çünkü kesin cevapların içinde olacağından eminim.






Yaşadığın yeri değiştirdikten sonra en müthiş his ailene ve arkadaşlarına yeniden sarılabilmek. Şükür gideli 4 ay oldu ben her hafta sarılma rekoru kırmak üzereyim. Yalnızlık söylemleri de nereden çıktı? diye sorabilirsiniz bana. Cevabım hazır, içsel benimkisi.
Neredeyim ben? halinin garip halleri. Ev tanımının  içndeki yalnızlık. Masum yalnızlık.
Ve dediğim gibi, Elif’ciğim hemen cevabı 10.000mt’deyken ben yapiıştırdı. 
Ben kendi tüylerimi yolan kuş türüymüşüm. Bu dünyanın tüm hengamesinin arasında derdi meselesi kendiyle olan bir türmüşüm. Başkasına zarar vermeyen, onu bunu didiklemeyen ama kendine sabotajlar düzenlemekte üstüne olmayan tür. Ardından diğer açılım geliyor Elif’ten gene; Kadınların kendini kanatma kabiliyetleri başlığı altında… Eğitim seviyesi, yaşam seviyesi, siyasi fikri ya da kılık kiyafeti ne olursa olsun her kesimden hatta dünyanın her yerinden kadının ortak paydası nedir? diye soruyor.
Cevap KKKK.
Kadınlarin Kendilerini Kanatma Kabiliyetleri.
Elimizde cımbız, bulup çıkartıyoruz kusurlarımızı, eksiklerimizi. Yaralarımıza büyuteçle bakmakta yok üstümüze. Başkasının tenkidine ihtiyacımız yok çünkü daha beterini kendimiz
e söylemekte müthiş başarılıyız. Nedendir bir türlü yetemeyişimiz, yetinemeyişimiz? Beklentilerimiz ve gerçekleştiremediklerimiz, mevcutlar ve olmasını arzu ettiklerimiz arasında kapanmayan bir mesafe duruyor; dipsiz kuyu misali. Bundandır boşluğa düşmemiz diyor.
Yeter yani bu kadar didiklemesek kendimizi?
Ardından bir Gustav Flaubert patlatıyor; Mutluluğun mümkün olduğunu sanmıyorum ama huzur/sükünet, evet, işte o mümkün.
Versek kendimize bir gıdım huzur be ya...
Allah için verenler beni bulsun, cok lazımsınız bana tam bu anda.








Derken ardından yazarlara veriştiriyor. Mini bir yazar olsamda doğru yerden geliyor cevap;
Romancılar etten kemikten, duygusal zeka ve hassas bir yürekten, derine kök salmış kompleksler ve hudut tanımayan bencillikten, sürekli bir arayış, ölümsüzlük sevdasi ve huzursuz bir hayal gücünden muteşlekkil tuhaf varlıklardır.
Küçümen tanrılar gibi romancılar.
Kağıt üzerinde hayatlar çizer, karakterler yaratırlar. Talepkarlar. Takdir ve övgü beklerler gizlice. Etrafimındakiler onlara hayran olsun istez, bunun nafile bir istek olduğunu bile bile. Evrenin merkezindeler ya, beklerler. Bekleyisleri hiç bitmez. Düşleri ve onlara güç veren engin hayal güçleri hem zehir hemde pan zehirleri. Hic tatmin olmaz, yetinmezler.
Oh be… Bunu okuyunca bir huzur gelir gibi oldu bana, sanki huzursuzluğumun kaynağını buldum.
Yazma becerimi suçlayacağım.

Ama asıl suçluyu az sonra gene Elif’in satırlarda. Tembellik hakkına karşı durmakta gizliymiş herşey. Çehov “Bizi çalışmak kurtarır,” demiş ya.  İyi halt etmiş. Hammallık, angarya, ter dökmek, emek vermek, didinmek, ha bire dişin tırnağınla kazıya kazıya çabalamak.  Boş durmamak, hareket etmek, hep ama hep didinmek, kendinden ötesini merak etmek, hudutları aşmaya gayret etmek ...

Durum net.  Bu muyuz yani? 
Gel gelelim Paul Lafargue dermiş ki: İnsanın kendini unutup kendini çalışma çarkına adamasının korkunçluğuna ve yaratacağı mutsuzluğa düşmektense tembellik hakkını kullanması uygundur.
Kardeşim bu felsefeyi benimsediğini her an dile getirirken, ben acaba nasıl bu yola doğru seyir alırım? diye soruyorum kendime.
Tabii ki tembellik= parasız kalmak. 
Maddi eksiklik =  isteklerine hayallerine ulaşamamak, seyahat edememek, modayı takip edip giyinememek, restaurantlarda yemek yiyememek, liste uzar gider. Peki çalışıp didinirken bunları yapmaya zaman var mı? Hadi zaman bulduk diyelim, yaptık diye mutlu muyuz?
10.000 mtrede gün vakti başlayıp gece yarısı son bulan yolculuğumdan sonra, yarın çalışmama kararı alıyorum.
Vicdan yapıyorum, yarım gün çalışayım diyorum...
Kulaklığımda Türk Hava Yollarının yeni uygulamasından bir audio book var. ‘Sade’ adlı kitabı dinliyorum. Tam zamanında...
Çabalamadan, huzurlu bir yaşamı hak ediyoruz, diyor yazar.
Belki kendime 50yaş hediyesi bunu veririm. 
3 senem var anca hazırlanırım. 
Ne dersiniz güzel bir hedef değil mi?