28 Temmuz 2011 Perşembe

İNCİR REÇELİ

Aytaç Ağırlar senaryo ve yönetmen



Sezai Paracıklıoğlu, Melike Güner


Tebrikler…


Film ne yazık ki reyting kurbanı oldu ama bence son derece farklı bir bakış açısıyla yapılmış, değişik bir senaryo. Ne olursa olsun emeğe saygı duyulmalı!




Daha önce de yazmıştım bir şarkı duyar bağlanırsın, bir cümle okur kalırsın seneler öncesi aklına gelir önünde beliririr acıtır, hatta bir dokunurlar anlamazlar anında ağlarsın.

İşte bana incir reçeli öyle oldu.

İçimde reçel kıvamında bir tat bıraktı, hatırladıkça yeme hissini tetikleyen, çok yersen içini bayan kusturan üstüne bir bardak soğuk su içtiren cinsten.

Tek replik,

"Ben ölümden bahsetmiyorum ki, ölümsüz olmak istiyorum"

Birşey yüreğimi acıttı. Ölümsüzlük nasıl olabilir ki...???? İnsanlar laboratuarlara, doktorlara ve araştırmalara milyon dolarlar yatırırken ve bulunamamışken bu basit kız nasıl ölümsüz olacaktı ki?






İşte filmin en çarpıcı sahnesinden replikler;

• Herkes gibi davranarak yaşanan kısa bir ömür… Bana nefes alan hiçbirseyi sevme hakkı vermediler, bende incir reçelini sevdim. İncir reçeli sendin…

• Yapacağın güzel şeyleri düşün, beni unut demiyeceğim çünkü ben seni unutamazdım. Sakın hayata küsme. Ben yaptığın herşeyde yanında olacağım.

• Dışarıda hikayelerini anlatmanı bekleyen binlerce hayat var. Hepsi de benim gibi anlaşılmayı bekliyor. Yaz aşkım hiç durmadan yaz! Birbirlerini anlat onlara. Birbirlerine değerek, dokunarak yaşayabilmenin güzelliklerini anlat. Birbirlerine karışamayan, yaşam savaşı içinde yaşamayı yaşatmayı unuttuklarını anlat. Sevişmeyi anlat onlara. En zor anlarda bile hiç ayrılmamacasına tek vücut olabilmeyi anlat.

• Yalnız yürümek zor, kolayını anlat. Söz veriyorum herşey çok güzel olacak. Ben sana karıştım aşkım. Artık daha güçlüsün. Birgün şöförün aniden camı açabileceğini anlat.

Ölümsüzlük= Tabii ki yazarak. İnsan yazdıkça içindeki her duyguyu ve hücreyi ölümsüzleştiriyor. İnsan işte, öleceğini bilmeden yaşayan varlık herşeyi kendine dert eden, mutluluğu bulmak için tonlarca para saçan, ilaç sektörünü devleştiren insanın tek isteği ölümsüz olmak.

Ünlü bir aktris en verimli yaşında ölmek istediğini söyler psikoloğuna. Hayretle neden diye sorunca , ”Tekrar genç olarak dirilmek için!” der.

Estetiklerle zamanı ötelemeye calışan binlerce varlik var evrende. Ne ilginç bir çoğu sadece başkalarını mutlu etmek için kendilerini yeniliyorlar. Her yaptığımız gibi bu durum da doğa kurallarını hiçe sayıyor.

Amy Winehouse, 27 yaşında tam bir ölümsüz. Kimse onu alkol ve uyusturucuyla anmayacak. Herkes yazdığı ve yorumladığı şarkılarla anacak.
dinlemek isteyenlere...

Yazınca özgürleşiyor insan, kalbindekileri yük gibi taşımaktansa korkmadan uçurumdan atıveriyor. Zorlukları alt edebiliyor, hayatı da dibine kadar acı ve sevgiyle harmanlıyor. Sorguluyor, cevaplarına anlam arıyor. Bulmak için çırpınıyor. Bulamazsa yazmaya devam ediyor.

Blogum adımdan da anlaşılacağı gibi “  Yazmak Keyifli  ”  okuyunca beğeniyorsanız, her birinizin bir duygusunu ölümsüzleştirdiğimdendir. Maharet bende değil okuyanlarda çünkü okuyanın yoksa neye yararsın. Elif Şafak’ın dediği gibi;

“Ben aslında bu yazımı bir kişi için yazdım ama nedense herkes kendini "O" sanıyor...”



20 Temmuz 2011 Çarşamba

KIYMETLİM...

      Pazar haftanın en huzurlu olması beklenen günü. Dolayısiyle bende aldım gazetemi, kahvemi birkaç saat sonra ortalığı kavuran güneşe inat sabah serinliğinin keyfine bakıyorum balkonda. Pazar gazetesini severim, bazen sıra sıra çok güzel konular çıkartır karşınıza, kafanızı kurcalayan, yüreğinize dokunan. Ben de her Pazar sabahı acaba ne bulacağım diye heyecanla çeviririm sayfaları.


Gene buldum işte bir kafa karıştıran satır ve zihnim isyanda!

Yazının başlığında diyor ki; “ Kalbi kapalı kadının rahmide mi kapalıdır?”

Tartışma konusu için sizi aklınızla ve dostlarınızla başbaşa bırakacağım zira benim yazım yazarın son cümlesinden oluştu diyebilirim.

“Herkes kendi karmaşıklığında kendini muayene etmeli…”

Baktım bu cümle bana uydu. Devamına geçenlerde okuduğum bir yazıyı ekledim, kafamdakine cuk oturdu!

          Kimseye çok bağlanmamak lazım, vakti gelince herkes gidecek.

          Yanındayken kıymet bilmek lazım, bir gün herkes geldiği yere dönecek.

          Gereksiz yere kalp kırmamak lazım, ömür dediğin kısa, öyle gelip geçecek.

          Kavgayla geçen zamana yazık, o vakitler geri gelmeyecek.

İnsan bu dörtlüğün üstüne şöyle bir kıpırdanmak istiyor. Eminim hepimizin yanından bir sevdiceğimiz uzaklara gitmiştir.
İnsan olsun, hayvan olsun, çiçek olsun…
Üzülür bu beden her gidişe. Bu gidişten sonra insan nedense daha bir bağlanır yaşama, bakışını, duruşunu yeniler değişim başlar. Kıymetli olur herşey.
Dörtlükler devam eder…

  

        

          Parayı baş tacı etmemek lazım, onurun paranla ölçülmeyecek.

          Tutumlulukla cimriliği karıştırmamak lazım, dostların yoksa o para kimle yenecek?

          Malın mülkün derdine, hayatı kaçırmamak lazım!

          Sahip olduklarını götüremezsin yanında, senden sonra başkaları yiyecek.

Dönüp baktım kalbime, bakalım kıymetlim para mı, yoksa parayı tükettiğim zaman ve dostlar mı? Neyi kazanmak için üzüyorum kendimi?



          En azından bir kere deli gibi aşık olmak lazım, yoksa kalp sevmeyi nasıl öğrenecek?

          Hiç ağlamadıysan bir gidenin ardından, gözlerin ıslanmayı nereden bilecek?

         Güzel anılar biriktirmek lazım, torunların senden ne dinleyecek?

         Bol bol resim çektirmek lazım, yoksa o günler nasıl yad edilecek?

Babannem'in doğum günü
Sanırım en sevdiğim dörtlük bu oldu. Yad edilesi günlere dönmenin hüznü kadar gururu ve keyfi de vardır. Şimdilerde gidiyorum babaannemin kalkamayan 99 senelik tükenmekte olan bedenin yanına ve dinliyorum eskileri bir kaç damla yaşla…

Aşk desen çocukluk, gençlik derler neden ki? İnsan doğduğundan ölümüne kadar aşık olmalı yoksa bu benin nesi kıymetli?



          İnsan dediğinin acı çekmesi lazım, yoksa düşkünün halini nereden bilecek?

          Şöyle okkalı bir tokat patlatmalı hayat suratına; yoksa kim, haddini nasıl bilecek?

         Geçirip tırnaklarını yaşama, sımsıkı tutunmak lazım; dertler nasılsa bir gün geçecek.

         Önemli olan dik durmayı öğrenmektir çünkü birileri seni itecek.

Bu dörtlük beni acıttı ama otuzdan kırka dönünce baktım ki acının da şekli değişmiş, ne de olsa kalbim kıymetli…



          Mutlaka bir şeye inanmak lazım, kim ruhun boşluğunu doldurabilecek?

          İster Tanrı de adına, ister fizik, ister felsefe; en kötü anında seni o inanç ayakta tutabilecek.

          Hepsinden önce insan olduğunu unutmamak lazım!

Uzun zamandır gün batımını kendime hedef almıştım, gün batsada sonra yeniden doğar, karanlıklar hep aydınlık olur diye avutmuşum kendimi.
Bir baktım ki bu günlerde rüzgar en yakın dostum.
Karşısında durulası, sağlam basmak lazım.
Aynı zamanda serbest olmalısın ki uçursun seni yükseklere. Yükseldikçe şeytanlardan kurtulup yeni melekler görebilesin. Her yükselişte kalbim aynı kelimeleri sıralıyor, şükürler olsun!







          Bu dünya yalnız senin değil, başkalarının da yaşam hakkı var.

          Bitkiymiş, hayvanmış, havaymış, denizmiş kucaklamak lazım; gün gelip onlar sana can verecek.

          Bir de şu kalp var ya şu kalp, ona sevmeyi öğretmek lazım!

         Öğretemezsen eğer, bu evren senin üstüne koca bir çarpı koyup geçecek…

Son dörtlük bana en kıymetlimin kalbim olduğunu fısıldıyor.
Onu camdan kavanozlara saklamadan büyütmek lazım, herşeyi sabırla öğrenmesini beklemek lazım. Bir tutam acı, bol bol sevgi koymak lazım. Yalnız kalmasın diye yanına hep birini oturtmak lazım. Çarpı koyulmadan yaşamak için kendini kıymetli saymak lazım!


Yoksa olacaklar O cümlede saklı…
bu resim Ertuğrul Özkök'ün yazısının resmidir.Yazının tamamını okumak isteyenler;
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=18271114&yazarid=10&tarih=2011-07-17

8 Temmuz 2011 Cuma

293KM.

          


              Genç kız elinde cep telefonu, toz toprak içindeki denize paralel yolun kenarına çömelmiş, sert bir üslupla telefonun diğer ucunda erkek arkadaşı olduğu tonlamasından belli şahsı paylıyordu.


“ Gelme sen, gelme tabii! Ne olacak. Ben burada tek başıma kalayım bütün haftasonu, patlayayım sıkıntıdan. Saroz işte ne olsun 18 senedir hiç değişmedi ki!”

Kız cümlenin ilk bölümüne vurgu yaparken, ben cümlenin sonuna takıldım kaldım anlayacağınız.

Burası Güneyli koyu, öylesine bir koy. Bakkalı, çakkalı, manavı, esnafı belli bir sayfiye yeri.

Yazlığa gelenleri belli, lokantasındaki balığın cinsi belli.(Sardalye)

Köylüsü şehire hasret, işi olmayana dert, erkek haline kahvehane bol, kadın kısmına yük çok bir koy burası.

Etrafta oteli bol olmayan, olan oteli de lüks olmayan, kumu taşlık bir koy burası.

Seyyar kitapçısı olan, öğretmenden yazlık büfe işletmesi, birbirine rekabet yaratabilen, teknelerin motoru çalınabilen hırsız bir koy burası. Yurdum insanı iş başında!


Denizi deli soğuk, su içinde balıkları görebileceğin kadar duru, kumlara kendini gömen, yediğinin çöpünü yere atan, midyecisi, simitçisi, mısırcısı olan bu koy da benimde kafama her estiğinde davetsiz gidebileceğim bir ev var.

2 katlı, bahçeli.

Bu ev bir aileye ait. 3 kişilik bir aile. Ama ev asla 3 kşsiyle kalmıyor. Ekmeği, tuzu paylaşmaya her daim sofraya eklenen keyifli dostlarla dolu. Herbiri sezon açılmadan gün kapma yarışında!

Buranın kapısının açılması için şifre basit, ne eşşek yüküyle hediye, ne de övgü dolu sözler.

Sadece ve sadece yüreği sevgi ile dolu olmak, hayattan keyif almayı istemek yeterli. İşte o zaman o demir kapı hemencecik açılır ve buyur edilirsiniz içeriye. Ben, çocuklarım ve kayıplarımla uzun senelerdir o evin misafiriyim.

Genç kızımızın dediği gibi Saroz aynı Saroz belki ama ben her geldiğimde kendime katacak yeni bir şeyler buluyorum.

Burada zaman yok sanki. Açlık tokluk hissini kaybediyor insan. Ayık yada sarhoşsun. İçkiden sarhoş değilsen, düşünce sarhoşusun çünkü her gün batımında tartışacak, konuşacak hatta atışacak bir çok konu var burada.

Buraya gelmeyi seviyorum, soğuk suyun bedenimde yarattığı ürpertiyi, güneşin beni kavurmasını, ayağımı yakan kumları. Sinekleri sevemiyorum ama çaresiz varlar. Batan güneşi izlemeyi, denizle birleşip yok olurken yarattığı karanlıktan korkmayı ama sabaha doğacağını bilmek bana haz veriyor.

Yemeklerin lezzetine, etraftaki gürültü kirliliği eklenince sadece gülebiliyoruz. Mısır 1,5tl, dondurma 1,5tl. Hepsi şehirde bulamadığımız lezette, yapay değil gerçek.

Evde calisan bir teyze var, yaşı bir hayli varmış gibi. Pek kollayanı yok, ev sahibi “Bey” herkese gönlü açık , takmış ona emekli maaşı bağlayacak.

Bu teyze köyde yaşar. Çoluk, çocuk, torun tombalak kimi köyde, kimi şehirde. Çok yalnız, hüzünlü, yavaş yavaş hareket ediyor ama sabırla herşeyin üstesinden geliyor. Köy kadını. Bahçeye özeni ayrı, çiçeklerden bir şaheser yaratmış bu yaz. Evin enerjisi toprağa akmış, biberler, maydonozlar, domatesler, salatalıklar, güllerin kokusu ve renkleri cabası. Bu evden huzur fışkırıyor!













Akşam onu eve bırakırken girdik Başbakanımızın yollarını onarmadığı köye. Arabanın içi toz duman. Yolda eşşek, inek, koyun, kuzu, keçi, koç, tavuk, horoz, hindi, kopek, kedi. Ne ararsan var, öylesine pis, öylesine kendi halinde. Ağaçların yeşili ve ıhlamurun kokusu…





Yavrulayan koyun ve kuzusu...




Komşunun koyunu yeni kuzulamış, oğlanlar şaşkın, bir insan yavrusu görmüşler bugüne kadar. Komşunun hindisini “gulu gulu, kabaramazsın kel fatma, annen güzel sen çirkin” tekerlemesiyle deli eden bir annenin çocukları bunlar. Tekerlemeyi duyan hindi kabarıp sünerken uzaklaşalım diye biçimsiz yaşlı teyze taş attı, hoştt diye. Güldük.

Ağaçlar dut dolmuş, dallar sarkmış. Komşular toplandı ellerinde koca sopa, oğlanlar ürktü. Yok kovalamayacaklar, çarşaf açacaklar düşsün de yiyelim diye. Oğlanlar rahatladı, şehirde pinyataya vurdukları gibi patlattılar ağacın sert dallarına. Yüzlerindeki gülümseme çarşafın ucundan tuttuğum için ne yazık ki objektiflere yansımadı ama hemen arkasından oğlumun söylediği cümle kalıcı oldu. Ağaçtan olunca tadı başka oluyormuş, anne ya!Pazardakiler ekşiydi.

Sevgi dolu yüreklerini de torbalara doldurup dutları bize verdiler.





Taşlar boyandı, kabuklardan rüzgar gülleri yapıldı, şaraplar, rakılar içilip kahkahalar yankılandı boşlukta. Kendi pişirdikleri makarnaların lezzetiyle, gülümseme gün boyu onlarla beraberdi.



Evin sahibi BEY'in yaratıcı gücünün son noktası...

Kumdan kalemiz!



makarna öncesi...


makarna sonrası...






çılgın gün batımı


Bu Saroz’da böyle sona erdi!
İnanırsan bir yerin kalbine huzur verdiğine, yağmur, çamur dinlemez gidersin 293km.

Seneye görüşmek üzere…




NOT1; Ev sahibi eşsiz dostlarıma teşekkürler...

NOT2; Resimlerin çoğu Meir'in  bütün sene çalışmalarının karşılığında Dedesinin aldığı Olympus marka fotograf makinasıyla çekilmiştir. Eytan'ın " üstün başarısı" adına alınan makina henüz eline ulaşmadığından bir sonraki blog yazısının resimleri kendisine rezerve edilmiştir.DUYURULUR!