3 Ağustos 2022 Çarşamba

Ters Köşe Müzik

 Alçısız hayatım her günü değerli. Henüz düzgün yürüyemesemde sosyalleşmek harika geldi. Soluğu müzelerde ve konserlerde aldığım doğrudur. Müzeyi yakında blogda yayınlayacağım ama konserin etkileşimi hala üzerimdeyken taze taze yazayım istedim.


Israel Opera Binası oldukça hoş bir meydanda yer alıyor. Bu geceki performans Guy Mintus Trio. Adını bile bilmediğim bir performansa bilet aldım çünkü tanıtımı ters köşeydi. Opera binasında Mozart’ı Jazz olarak dinlemek isteyenleri bekleriz diyordu. Hemen aldım bileti ve bilinmezin verdiği heyecanla koltuk değeneğimle yerimi aldım. Bu binaya ilk girişim. Koltuklar düzenli ve sahne her noktadan görülebiliyor. Yerimiz balkonda. Bilet fiyatları o kadar uçuk ki ancak balkon...

Sahnede bir davul, bir piyano ve bir de kontrbass var. Bir de köşede prenses tipi koltuk, basamaklı bir platform. Anlaşılan o ki güzel ve hareketli bir gece bizi bekliyor. Nitekim tam da öyle oldu. Hayatımın en muhteşem performaslarından birine kulaklarım ve gözlerim tabii ki de ruhum misafir oldu. İki bis ve avuçlarım patlayana kadar alkışlar sahneyi inletti.

Kim bu sanatçılar?

30 yaşlarında olan Guy Mintus Israel doğumlu piyanist ve besteci. Ailesi Iraklı, Faslı ve Polonyalı


Yahudilerin bir karması. Müzigi bizi alıp bambaşka diyarlara götürdü, özgürce birbirine akan farklı ilham nehirlerinin buluşma noktasına taşıdı dinleyenleri.  Bir rock yıldızının enerjisine ve bir caz müzisyeninin macera duygusuna sahip eğitimli bir konser piyanisti. Kendi yaşam alanı olan orta doğu bestelerini ve ritimlerini, jazz ve operayla karıştırmakla ortaya müthiş güzellikte bir ters köşe çıkarırken, tüm salon nefesini tutmuş onları dinledik.

Guy Mintus Trio, farklı kimliklerin ve etkilerin bir arada bulunabileceği ve benzersiz bir performans sergileyebileceği fikrinden doğmuş. Konuşmasında Guy Türkiye’de olduğunu söyleyince sabah sabah hemen google ettim ve bakın sanat gene iki ülkeyi birleştirmiş.


Mayıs ayında Edirne Büyük Sinagog’unda bir konser*, Offlines projesi adı altında İstanbul merkezli perküsyoncu, udist ve vokalist Yinon Muallem gerçekleştirdiği işbirliği, Aşık İkili adlı besteyi şarkıcı Defne Şahin (Almanya) ile birlikte “Benim yarim kara topraktır” Anadolu türküsünü ** ikili olarak yorumlamış. Bu iki müzisyen, 2012 yılında Manhattan Müzik Okulu'nda tanışmışlar,  Türk müzik geleneği, New York'taki modern cazdan, İstanbul'daki Akdeniz müziğine uzanan bir harman olmuş birliktelikleri. G Klarnetçi Harel Shachal, Guy Mintus ile tanışınca  iki ruh arasında açık bir müzikal sohbet  oluşuyor, Türk Makamı ile oryantal müziğini piyanoya taşıyan projeyle sonuçlanıyor.

Bir bilseniz Guy’ın operayla yolları nasıl kesişmiş, hayranlıkla karşık bir şaşkınlıkla dinledim kendisini. “ Askerdeydim. Israel Operası askerlere bedava. Toplanıp arkadaşlarla gittik. Hayatımda ilk defa dinledim ve adeta büyülendim. 18 yaşındaydım. Lisanların, kültürlerin zenginliğinde kayboldum ve o gün müzik yolculuğumun kapısı aralanmış oldu.” Bazı ülkeler uzaktan savaşır gibi gözüksede kültürünede, askerinede yatırım yapar. Gururla alkışladım.

Gecenin en müthiş performansı Verdi’nin La Donna e Mobile şarkısıydı. Onuda buraya bırakıyorum. Bir dinleyin yazdıklarımı anlayacaksınız. https://youtu.be/1hYOK9LB5cw

Ters köşe her şey zihni esnetir. Biz dün gece  opera binasında, jazz esintileri arasında arabesk ve pop müziklerini aynı ezgide dinledik. Ruhumuz yükseldi ve bir kez daha sanata özgürlük tanayan girişimcilere şapka çıkardım.

Bu güzel sanatçıyı takibe alın, belki bir gün bir konserine denk gelirsiniz.

 

*https://www.salom.com.tr/haber/122018/guy-mintus-edirnede-konser-verecek

**https://youtu.be/fciSktgzECY


 

29 Temmuz 2022 Cuma

Kırık Bacaklı Yaşam Vol4

 



7 haftanın sonunda Robi ile yollarımızı ayırdık. Onu ait olduğu kuruma iade ettim ve ben ayağıma kavuştum.

7 hafta boyunca hayal ettiğim tek an olan deniz kenarına gidip, ayaklarımı kuma basmak paha biçilmez bir histi. Ayaklarımın varlığıyla bütünleşip, denizde yüzmek ise son derece basit bir aktivite gibi görünmesine rağmen inanılmaz bir başarıydı. Suya kavustuğum an gözlerimden yaş geldi. 7 hafta boyunca bu kadar basit bir andan mahrum kalmanın zorluğunu geride bırakmış oldum. Bedenime şükür ettim kendini şifalandırabildiği için. Kendimi tebrik attim akıl sağlığımı yitirmeden 7 hafta boyunca kendime tahammül ettiğim için.


Farkındalıklar diz boyuydu ama ben sadece bir tanesini dillendireceğim. Beklentiler.

Bu süreçte başta kendim olmak üzere tüm sevdiklerimden, etrafımdakilerden bir çok beklentim oldu. Kimi karşılandı, kimi ise el sürülmeden orada kaldı. Sürecin sonunda nasıl bir izleyiciye dönüştüğümü ve beklenti yerine sadece yapılanlara teseşşkür ettiğimi fark ettim. Bu büyük bir dersti benim için.

Önceklile kendimden beklentilerim büyüktü. Sanki ayağım kırılmamış gibi davranmakla başladım sürece. Derken soğan bile kesemediğimi farkettiğimde soğanlar evime geldi. Çamaşırları asamadığımı fark ettiğimde oğlanlar gayet güzel hallettiler. Alışveriş yapamadığımda  verdiğim listeyle her şey tam istediğim boyda ve markada evime geldiler. Çok yürüyemediğimde kapının en önüne kadar getirildim, kapılarım açıldı geçişim beklendi ve daha da ötesi gidemediğim deniz kenarları arkadaşlar sayesinde ekranıma geldi, dalga sesi ve gün batışıyla. 

Demem o ki bizler güçlü kadınlar olsakta kendimizden beklentilerimizi  indirince evren onları adımıza hallediyor. Bunu farketmek müthiş bir özgürlüktü. Bunları istemenin güçsüzlük değil, tersine destek olduğunu, kendimi şımartmanında hak ( hamileyken yapmadığım kadar) olduğunu her an hatırlayacağım bir farkındalıktı yaşadığım.


Çocuklarımdan beklentilerim büyüktü. Ben söylemeden herşeyi anlasınlar
istedim. Sonra fark ettim ki söylenince herşeyi yapan, yürekleri sevgi dolu, yardımsever çocuklarım varmış. Bir dediğimin iki edilmediği haftalar boyunca aldığım özenli hizmet, yeri geldi bir karış surat, yeri geldi sabırla beklememi gerektirsede en güzel haliyle oldu, annesine bakan evlat modu değil, sevilen anne olduğumu görmek müthiş bir farkındalıktı.


Ailemden beklentilerim büyüktü. Uzaktaki ailem ve yakındaki yeni ailemin her biri bambaşka anlarıma eklendiler. Maccabiatlara gelen yeğenim ve oğlunu izlemeye gelen kardeşimle geçirdiğim bu anlar nice farkındalıkların kapılarını açtı bana. Ev ortamında nasıl keyifle zaman geçirileceğini önemli olanın pahalı restaurantlar, zengin menüler değil basit bir falafelin kahkahasında olduğunu. Ailenin bu evrendeki en rahatlatıcı kurum olduğunu. 



Uzaktan anne baba desteğini ve hepsinden ötesi her bir aile fertinin kendi yaşam döngüsü olduğunu ve bunun unutulmuş olmak demek olmadığını.


Arkadaşlarımdan beklentilerim büyüktü. Onların beni araması, sorması, ilgilenmesini istedim ve zaman içinde beni aramayan ve sormayan hiç bir dostum olmadığını farkettim ama kendilerine uygun olan anlarda ve ortamlarda. Kimi her gün aradı, geldi, kimi mesaj attı, kimi hediye aldı. Meğersem ne güzel yürekli dostlar biriktirmişim zaman içinde. Onların kendi tempolarında olmalarını da içimde kabul etmişim.


 


Patronlara gelince, iş dünyasında duyguların yerinin olmadığını ve kimsenin maaşıma geçmiş olsun hediyesi eklemeyeceğini farketmek, işimizin bütün hayatımız olmaması gerektiğini bir kez daha hatırlattı bana. 9-6 çalışmanın sıkıcılığını bozmanın elimizde olduğunu ve de en önemlisi işlerin asla bitmeyeceğini ama sınırların belirleyici olabileceğinin farketmek bundan sonraki çalışma hayatıma büyük artılar kazandıracaktır.




Tanrıdan beklentim büyüktü. Bu süreçte bana sabır vermesini ve her şeyi olanca açıklığıyla görebilmemi sağlaması adına dualar ettiğim anlarımda elimi hiç bırakmadığını gördüm. İnançlı bir ruhun huzurlu ve umutlu bir yaşam sahibi olacağını bir kez daha  anladım.

Kitaplardan beklentim büyüktü. Uzun zamandır okumaya vaktim olmadığından şikayet eden zihnim bir anda kendini kelimeleri yutarken buldu. Süreçte altını çizerek okuduğum, Azra Kohen Gör Beni, Matt Haig Gece Yarısı Kütüphanesi, Judith Lieberman Masallarla Yola Çık ve son olarak Çağrı Dörter Sezginin Sonsuzluğu. Her biri ayrı birer blog konusu olacak güzellikte cümlelerle zihnimi ve ruhumu esneten güzel yazarlar kazandırdı bana. Farkettim ki bu kitapların her biri bir dostum tarafından bana hediye edilmişler, coşkunluğum arttı.

Diziler ve filmlerden beklentilerim büyüktü. Öyle çoook boş vaktim oldu ki kaç bölüm bitirdim sayısız ama içlerinde beni en çok etkileyen 3 sezonluk  My Brillant Friend Napoliten İtalyancasıyla inanılmaz bilgiler ve duygusallıklarla eklendi yüreğime. Kız arkadaş dostluklarının bu evrende aileden bile daha önemli olduğunu hatırlattı ve kız arkadaşlardan yenilen kazıklarında en büyük hayat öğretisi olduğunu.


Çiçeklerimden beklentim büyüktü. Sulamakta zorlandığım zamanlarda köklerine güvenip solup gitmedikleri için beni çok memnun etselerde ölmeyi seçenlere karşı kendimi suçlamamayı ve elimden bu kadar geldiğini kabullenmeyi öğrettiler bana.

Yaşadığım ülkemden beklentilerim büyüktü. İşte bu konu beni en zorlayandı diyebilirim. Sisteminde kaybolduğum, lisanında zorlandığım ve de apliksayonlarında hırpalandığım her anda el uzatan sevgilimin varlığına şükür etmeyi öğretiği içinde minnetarım kendisine.

 


Özetle 7 hafta hayatımın en keyifli ve en engelli dönemiydi. 

Pekiyi 💛 aferin ile mezun ettim kendimi.

Bu dönemde blogumu okuyarak yolculuğuma eklenen herkese teşekkürler. 

Bu evrenden hepiniz için şifa diliyorum. Nasıl isterseniz öyle bir şifa seçeceğinizi de hatırlatırken, sözlerin gücünü unutmamanızı diliyorum. Zira bendeniz hareketsizlik dilerken ayağımı kırdım.

 


6 Temmuz 2022 Çarşamba

Kırık Bacaklı Yaşam VOL3

 


 


Ev halinden kısıtlı da olsa dışarı çıkacak kıvama geldim. Bu gün 4 haftadır süreli engelli haine geçme zamanımı doldurmuş bulunuyorum. Siz okuyanlar Aaa ne kadar hızlı geçmiş desenizde benden tarafta günler o kadar hızlı geçmiyor.

 

Yavaştan sokaklardayım. Meğer ne büyük nimetmiş evden cıkabilmek. Yani 2 sene koronadan dolayı günlerce evden çıkmadım belki ama şimdi dünya alem sokakta bendeniz yatak odasıyla balkon arasındaki 4 köşeli sarayımda kalakaldım.bu kalışın içi bolca Instagram, okumalar, yazmalar ve sorgulamalarla dolu. Yalan yok sıkıldım dersem. Insan kendiniyle zaman geçirmeyi bilirse böyle anlar dışarıya bağımlılıktan çok içsel dönüşüme doğru evriliyor.

 



Haliyle sağ ayaktan muzdarip çıkmak için sadece arabanın oluşu yetmiyor bir de gönüllü şöför gereksinmem var. Haftanın en sakin günü kaptım arabayı, gönüllü şöförüde  ve istikamet gün batımını seyretmek. 

Küçük Prensi’in dediği gibi 43 kez aynı sandalyede gün batımını izlerken koltuğunu az ikaydırırsan her seferinde yeni bir manzaran olur. Halim tam bu.

Yaşamdaki koltuğumu bir tık ilerlettikçe kendi halinde salınan evrenin bambaşka manzaralarına şahit oluyorum.

Içine alınganlıklar eklense de aslında hepsi birer durum ve tespit. Sıralamak gereksiz her birini ama izlemek hem ruhuma, hem yüreğime hem de bedenime, hem şifa, hem cefa, hem şükür, çokca da bilgi taşıdı. Bilmek önemli. Bildikçe çözümler artar. Bildikçe kendinle tanış olur, kullakların kendi sohbetine misafir olur. Öyle de oluyor valla.

 

Bu hafta sokak ziyaretlerimde gene toplumu izledim. 


Ülke engelli yaşamla uyumlu ama kısa süreli engelliyle pek ilişiği yok. Engelli park yerleri lokasyonlara en yakın yerlere konumlandırılmış ancak kısa süreli engellilerin bu imkanı yok. Onlar herhangi bir yere park ediyorlar. Denize inen yol bir rampa, koltuk değnekleriyle inmek mümkünsede çıkmak imkansız.  

Doktorun muayehanesinin bina girişindeki güvenlikçi amca  koltuk değnekli birinin avuç içi kadar bel çantasını kontrol amaçlı açmasını isteyebiliyor. Iki elimi bırakıp nasıl açabileceğimi sorar bir yüz ifadesine maruz kalan amca hala kayıtsızdı. 

Muayehanesine kırık ayakla giren hastasına geçmiş olsun demeyen bir doktorun karşısına oturdum.

Koltuk değnekleriyle eczanede sıra beklerken öne alınmadım. Sıramı bekledim. Bir kişi bile buyrun geçin demedi.

Arabayı oğlum kullanıyor, beni mekanın önünde indirip,önünden alıyor. Haliyle ben binene kadar zaman lazım, durum ortada ama gene de cart korna!


Zıplamalarım azaldığından ve az da olsa Robi’yi  yere basabilmeye basşadığımdan çiş sorunu ortadan kalksa da deniz kenarındayken yokuş aşağı bir yerde olan tuvalete ulaşmanın zorluğunu göze alarak 3 saat boyunca hiç bir şey içmedim.

Kırık ayakla gidemediğim Fransa’da Provance’ta  evlenen Kanserle Dans gönüllüsü can dostumun düğnüne online katıldım. Desteğin sevdiklerin sayesinde ekrandan geçebildigine şahit oldum. 


Robi’yle ( Robocop türü plastik alçımın adı) çimde yürümek  ayda yer çekimsiz bir halde yürüme hissi veriyormuş. Sanki uçuyorsun adeta. 

Ve gökyüzüne bakmak, bulutlara saklanmış mesajlari okumak paha biçilemez keyiflerdi.

 

Diyecegim o ki, sen sen ol sakın zordayım diye mız mızlanma, her anın kendi güzelliği var, kabullen durumu.

 

Tabii başına gelince duyarlılıkta peşinden gelişiyo. Süreli engelli halim sona erdiğinde hangi NGO’da hizmet verebilirim diye araştırınca güzel sayfalarla denk geldim. Hem kendim için hemde isteyenler için bir rehber olmasını dilerim.

Içlerinden birini ben tanıtayım:

Etgarim, 1995 yılında engelli IDF (Israel Defense Force) gazileri ve rehabilitasyon uzmanları tarafından, açık havada spor imkanları kullanılarak engelli insanları güçlendirme ve sosyal olarak bütünleştirme misyonuyla kurulmuş, kar amacı gütmeyen bir İsrael kuruluşudur. Etgarim'in faaliyetlerinin etkinliği araştırılmış ve kişisel güçlendirme, özgüven ve öz saygıyı güçlendirme ve yaşamın her alanında yetenekleri geliştirme aracı olduğu kanıtlanmıştır. Eşsiz ve ilham verici faaliyetleri, dünyanın her yerinden birçok arkadaşın cömertliği sayesinde mümkün olmakta. Onların aracılığı ile geçenlerde TelAviv  sahilde engellilerin denize girmeleri ve de surf yapabilmelerine destek amaçlı bir organizsyon yapılmış. Güzel olanı ise sizi seven bir dostunuzun bu postu görüp; 

Stell hemen kontak kur ve de bloguna yaz’ diyerek benimle paylaşması oldu.


Duyarlı olmaya devam, çünkü bu dünyanın buna çok ihtiyacı var.

 

http://www.ivolunteer.org.il/Eng/Index.asp?CategoryID=128


http://www.ivolunteer.org.il/Eng/Index.asp?CategoryID=124

https://www.friendshipcircle.org/blog/2015/12/22/12-special-needs-organizations-in-israel/

 

28 Haziran 2022 Salı

Kırık Bacaklı Yaşam VOL2

 

Ev halim yavaştan düzensiz bir düzene girdi. Çamaşır yıkanabildi, asılabildi. Ocakta uygun ymekler pişmeye başladı. Bilgisayar sandalyemle birlikte evin içinde dans edebilecek hareketler yapmayı öğrendim. Hangi kapıdan girilir hangisinden girilemez, hangi duvarların araları darmış hepsi öğrenildi. İsyanlar azaldı, ziyarete gelen güzen insanların getirdikleri kalori bombası olarak sevgiyle mideye indirildi. Blogumu okuyan canım arkadaşım ‘Kızcağız soğan kesemiyormuş, vallahi yazık’ deyip 1 kg soğanı doğrayıp buzluğuma koyuverdi. 
O kısırın tadı soframıza eklendi, dondurmalar yemek sonrasını keyiflendirdi, ekler pastam ve macaronlar 5 çayının dostlukları oldular. Anlayacağınız dolabım hiç birşeyden eksilmedi ama ben öğünlerden eksildim. Bu vesileyle 12-20 saatleri arasında yemek yemeye başladım.


Ve en nihayetinde evrende asayiş berkemal mi diye bir ayağımı dışarı atayım dedim korkuyla da olsa sebep güzeldi. 

Istanbul’dan arkadaşım gelecekti benim evimde kalmaya. Seneler sonra kız kıza keyif yapacaktık ama gel gör ki kısmet olamadı, bu kırıkla evde misafir ağırlamanın imkansızlığından, kendisi planını değiştirip, kaderin oyununa gülüp eşiyle geldi. TelAviv’de kaldılar ve bir akşamüstü  beni evimde ziyarete geldiler. 
Ne keyifliydi insanın evine misafir gelmesi hele birlikte neler atlattığın bir arkadaşınsa. Ama ne kadar asap bozucuymuş “Arkadaşlar sürahi ve kahve makinası orada, ne isterseniz alıp gelin,” demek. Ne kadar zor bir hismiş misafine karşı engelli olmak. Oysa sadece kısa süreli engelliyim ben. Yüreğimde bir gerginlik.

Birlikte kahveleri içtik, oğlanlar kavun, karpuz kesti bize. Servis yaptı herkes kendine ve kahkahlarla devam eden sohbetimiz cesaretle dışarda bir akşam yemeğine dönüştü. 

Tek ayakkabımı ayağıma giyerken yüreğimde bir sancı...

Yakın bir mekana onların arabasıyla gittik. En yakına kadar yaklaştırabildiler arabayı, zorlansamda yavaş yavaş yardım alarak kısa mesafedeki restauranttan içeri girdim. Kapıya en yakın masaya oturdum. Gerçektende aşırı mutlu olmuştum. Açık hava ve dört duvardan dışarı çıkabilmiş olmanın hissi paha biçilmezdi ta ki tuvalet zamanı gelene kadar. Evime dönüş yolu uzun olmadığı için bu işi eve bırakmaya niyetlendim  ama bir şeyi unutmuşum ki tek ayak üzerinde çişiniz varken zıplayınca tatsız durumlar oluşuyormuş.


İkinci bir sokak denemesini Cumartesi günü gün batışında TelAviv Namal'de yapmaya karar verdim. Arabayı kullanan otoparkın engelli bölümüne park etti aracı. Yavaş hareketlerle bedenimi çıkardım. Yavaş hareketlerle yakındaki bir banka oturdum. Sağım solum, önüm arkam nefes. Koşan, yürüyen, sarılan, öpüşen, çocuklarını kovalayan, köpeklerini kucaklayan, müzik dinleyen, müzik yapan... Her türlüsü vardı etrafımda. Rüzgarı yüzümde hissederken evren yaşanılası güzel bir yer dedim içimden ve aniden lezzetli krikrakların torbasındaki kırmızı kurdeleyi alıp plastik robot ayağıma bağlayıverdim. Ayağım kırıldığından beri ilk kez denizi, gün batımını seyretmemin anısına. Hemen bağ kuruldu aramızda, adını koyuverdim oracıkta ROBİ.

Ve Lucy Lüset Yaeş’in "Cepte Bilmek" yazısının tam yeridir diye ekliyorum.

Cepte bilmek yerine cebimde ne olduğunu bilmek... Hayatımızda o kadar çok şeyi cepte bilip, görmezden gelip, değerinin farkına varmadan yaşıyoruz ki... Şükrettiklerimizi sıralarken listemiz iki üç tane şeyi geçmiyor. "Sağlığımız yerinde olsun, çocuklarım..."la başlayıp bir iki şey ekleyebiliyoruz. Sanki ezbere tekrarladıklarımız... Farkında mısın cebindekilerin, bir karıştır bakalım neler var... Hayatına baktığında, o kadar çok şey var ki o listeye ekleyebileceğin. İlla da onları kaybetmeyi mi bekliyorsun farkına varmak için... Ya da birinin kaybını görünce bir iki gün sürüyor şükrün, sonra yine devam... Bugün, seni hayatını tekrar gözden geçirmeye davet ediyorum... Bedenine, evine, hayatındaki insanlara, doğaya bir bak ve nelere sahip olduğunun farkına var...  Şükür listeni otomatikten çıkar bilinçle oluştur. Cebindekileri dök ortaya... Listenin her gün artması dileğiyle... Sevgiyle Kal

Saçtım döktüm listemi. Şükürlerime, bir ayak kemiği kırılmasıyla ne kadar cepte olan şeylerimin eklendiğine  şaşırdım. Bir adım atabilmeye şükretmeyi hatırladım.


Derken en büyük sınav iş toplatısı tarafından geldi. Yapabilirim diye bir başıma çantam, laptopum, değnekler, Robi ve ben çıktık yola. Yaptım da bu paylaşımımda okuyacaklarınız hayatınızda duyarlı olmanız için bir çağrı niteliğindedir.

Toplantı binasındaki görevli, taksilerin içeri alınmadığını iletti nazikçe. Taksici koltuk değneklerimi göstermesine rağmen kabul ettiremedik. Taksici beni indirdi allahtan bank vardı oturdum. Bankta oturan bir başkası vardı, beni koltuk değnekleriyle görünce değil yardım etmek kafasını bile kaldırmadı. Derken misafirim geldi, beni kapıda görünce hemen indi taksiden daha dur inme diyene kadar. Kapıdan bina girişi 200mt. Hava sıcak. Görevli’nin umuru değil. 

Şans bizden yana, içeri girme izni olan bir araba geldi. İş ortağım hemen beni içeri sokması için ricada bulundu ancak görevli adımın kapıda kayıtlı olmadığı için bu şekildede içeri giremeyeceğimi söyledi. Şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemez halde yarım yamalak İbranice'mle görevliye, 'Sence burada toplantım olmasa, bu kırık bacakla neden kapınıza gelmiş olabilirim?' dedim. Adam nazikçe 'Bana haber verilmedi,' dedi. Görev adamı olmak, bana Küçük Prens’teki ışıkları söndüren adamı hatırlattı. Asla sorgulamayan ve sadece uygulayan. Kısacası bizi içeri sokacak adamın müdahalesiyle otoparktan içeri girebildik. 

Giriş 9 basamak ama ihtiyacı olanların kullanması için yanda bir düz rampa vardı. Oldukça uzun bir mesafeyi 6dk gibi bir zamanda, kah zıplayarak, kah basarak ter içinde alıp giriş lobisine vardım. Bir başka görevliden hiç sempati ve güleryüz görmeden asansöre bindim ve en nihayetinde toplantının olacağı kata vardım. 

Toplantımız 9 nolu odada, koridor bir hayli uzun. Allahtan klima var. Şükür edilesi bir durum yalan yok. Sağımdan solumdan geçenler tek bir söz söylemeden yürüdüler. Odaya vardığımızda toplantıyı yapacak müdürle ilk defa tanışıyordum. Halimi görünce 'Keşke gelmeseydin bu halde, zahmet olmuştur,' deyince tutamadım kendimi ve bastım kahkahayı.

Bu ana kadar farkettiklerinizi bir düşünün. Ben ikinci bölüme geçeyim.

Toplantımız başarıyla sonlandı, dönüş için bir araç ayarlandı, kapıya getirildim ve öğlen yemeği için yakındaki bir restauranta gitmeye karar verdik misafirimle. Kalbur üstü bir sushi yeri seçtik, sonuçta misafire falafel yedirmeyecektik ayak üstü. Böyle jestler iş dünyasında önemli o yüzden her mekanda Business Menü var. 

Kapıda bizi bıcır iki hostes kız karşıladı ancak koca cam kapıyı elimde koltuk değnekleri olduğunu görmelerine rağmen açmak için popişlerini kaldırmadılar bile. Şükür ki içeri girince en yakın masaya oturtuldum. Yemekler lezzetli, servis harikaydı ta ki sıra tuvalet anına gelene kadar. Hafif rampalı bir alandan bir hayli eforla kah zıplayıp kah yürüyerek alana vardım ki ben şok yanımdaki iş arkadaşım – erkek – daha şok. 

Her yer neon ışıklı, oratada  koca bir akvaryum ve karanlık bir dekorasyonun içindeyiz. Mimarı tebrik ettim, iki ayaklı normal insanlardan başka kimseyi düşünmediği için. Daracık alandan kadınlar tarafına arkadaşımın yardımıyla geçtim ve o ne! DEV gibi tahta bir kapı, sanırsın kale kapısı. Üstelik içe açılıyor. Nefis, zaten sıçramaktan üzerime yapmak üzereyim , arkadaşım kapıyı açtı ama ya o içerde ya kapı. O sağa geçer, ben değneklerle sola derken ha yaptım altıma ha yapacağım, attım kendimi içeri, derken tuvalete giren kapı o başka ağır, minnak bir alan. Kendimi içeri sokana, değnekleri bir tarafa yaslayana, tek ayakla çökene kadar vukuatsız deliği isabet ettim şükür. 

Arkadaş ana kapıda bekledi beni, zira elimde değneklerle o kapının açılması imkansızdı. Yemek bittikten sonra herkes mekanı terk etti, ben oğlumu bekledim beni gelip alsın diye. 15dk sonra aradılar geliyoruz hazırlan diye. Yerimden kalktım sandalyeler her tarafta, değnekle onu sağa oynat, bunu sola. Arkamda dev bir saksı, sandalye geri gitmez, ileri itemiyorum amasa var. Tarifsiz bir karmaşa ve etrafta gelip geçen garsonlar, insanlar. Duyarsız ve farkındalıksız. Hallettim. Zor oldu ne yalan söyleyeyim. Dengede olmak kolay değil. Derken çıkışa doğru yürürken masamıza bakan cici garson kız yüzünde geniş bir gülümseme ile, 'Masayla işiniz bitti mi?' dedi. Yardım ister misiniz dediğini duymayı hayal ettim. Camlı kapıya doğru garsonu cevapsız bırakarak yürüdüm ve aynı bıcır hotes kızlar yerlerinden kalkıp cam kapıyı açmadan uğurladılar beni.

Oğlum kapıyı açtı, lap topumu omuzumdan aldı, arabaya eşlik etti ve günü sakinlikle bitirdim.

Diyeceğim o ki, engelli yaşam hele ki süreklilik arz eden engelliyseniz çevreden ilgi, sevgi ve dayanışma bekliyor. İnternetteki sayfalarında engellilere uygundur yazmakla öyle olunmuyor. Dahası biraz daha duyarlı yaşamamız gerekiyor.

Dilerim bu yazımdan sonra hepiniz çevrenize biraz daha sevgiyle bakar Lüset’in dediği gibi şükür listenizi uzatırsınız.

3. bölümde görüşmek üzere, sağlıkla kalın ama cepte keklik halinde olmayın.

19 Haziran 2022 Pazar

Kırık Bacaklı Yaşam VOL1

 


Bir kaç zaman önce talihsiz bir şekilde ayağımı kırdım. Acı ve korkuyla önce alçıya sonra plastik ayakkabıya geçtim.

Yeni yaşamaya başladığım bir ülkede,  henüz lisanına ve sistemine vakıf olmadığım bir yerdeyim. Harflerini okumakta zorluk çektiğim, doktoruna ulaşamanın zor olduğu, digital sekreterlerin telefonlara cevap verdigi anların telaşındayım. Devlet hastanesinde röntgen sırasi beklerken acıyla şişmiş ayağıma bakıp ve şifa diledim. Ama evren şifamı alabilmem icin bana 6 hafta süre verdi ve hoşgelmiş kırık ayaklı engelli yaşam.

Bu benim hayatımdaki ilk kırığım, kalp kırıklıklarını saymazsanız tabii ki. Horozun uçabildiği damdan atlayıp kolumu kırmadım, salıncağın arkasında saklanırken burnumun üzerine düşen demirden burnumuda kırmadım, delta ile dağın tepesinden atlarken omuzumu da kırmadım ben ama otobüsten telaşla inerken çıt diye metatarsal kemiğimi kırdım. Kırmızı ile görünen kemik. Hayat işte ne zaman kırılacağına o karar veriyor.

Bedensel engellilerle ilgili çok sey okuyup, izlemişizdir. Belki de deneyimledik farklı gönüllü işlerimizde ama evinizde, sizin en huzurlu alanınızda engelli olmak neymiş birde benden dinleyin.


* Plastik Robocop ayağı ve koltuk değneklerim  minik bir bağış karşılığında bir yardım kuruluşundan alındı. ( Yad Sara - https://yad-sarah.net/%d7%9e%d7%95%d7%a7%d7%93-%d7%9e%d7%a6%d7%95%d7%a7%d7%94/?lang=en ) 

Güleryüzlü birilerinden acı içindeyken tatlı bir servis almanın hissi tariffiz. Yaşamda ihtiyaç duyabileceğiniz bu tarz yerlerin listesini yapın. Onlara zaman zaman minik bağışlarda bulunun. olurda engelli haline geçerseniz hızlıca ihtiyaçlarınız karşılanmış olur.


* Tuvalete gitmek hayli zorlayıcı. Dar alan. Koltuk değneklerim ve ben aynı anda zorlanıyoruz içerde durmaya. Peki ya klozete oturmak,  kaslarınıza bağlı. Tek ayağınızın üzerinde inip kalmak bir hayli performans istiyor. Sağlıklıyken spor yapmayı ihmal etmeyin! 6hafta sonunda sol tarafımdaki bütün kasların ne kadar çok geliştiğine güleceğim kesin.


* Yemek yapmak için ayakta durmak şart, oturarak yapılacak yemekleri öğrenin, başınıza gelirse lazım olur. Ben kolaylıkla yumurta yaptım. Soğan kesemedim. Mantar kesebildim. Ocakta hiç birşey karıştıramadım. Evlatlarınıza yemek yapmayı öğretin, sizin için değil tabii ki ama kendi yaşamları için, tabii ki böyle anlarda sizin içinde. Ben şanslıyım, iki oğlumda bu işi pek ala becerdiler. Birde kendinize iyi arkadaşlar edinin, bir haberle size yemek getirecek kadar sizi seven.


* Yıkanmak ruhun gıdası, temizlik imandan ama engelliyken kendinizi yıkamak çok zor. Robocop ayağımdan çıksa bile zemindeki ıslaklık çok tedirginlik verici. Kendinize yaşamda özel birini bulun yanında en zavallı halinizle bile huzurlu olacağınız.


* Evin temizliği büyük sorun. Babannem derdi ki kirlenen, dağınık ev yaşayan evdir, ama engelliyken evin içindeki yaşamın hızına yetişmek imkansız. Her şey her yerde ve siz sadece izleyicisiniz. Kendinizi yaşama teslim etmeyi öğrenin ki an geldiğinde seyircilik batmasın. Bana fena battı yalan yok.


* Çiçekleri sulamak cok zor olmadı engelliyken. Onların gelişmelerini takip etmek günlük rutinimden düşmedi ama balkondakileri sulamaya gelince işte o imkansızdı. Yaşamda ulaşabildiklerinle mutlu olmayı öğren yoksa üzüntü kaçınılmaz. Ha bir de senin kadar çiçek sever evlatlar yetiştir ki onlar istekle sulasınlar sen yapamazken. 


* Market alışverişi online veya eşinizin, evlatlarınızın desteğiyle eve girsede, onları yerine yerleştirmek hiçte kolay değil engelliyken. Yetişemediğiniz kolaylıkla tabureyle çıktığınız dolaplar imkansızlaşırken, buzdolabının buzluk bölümüne bir şey yerleştirmek mümkun değil. Rejime girmek için ideal zaman. Eşinizi, evlatlarınızı vakti zamanında hoş tuttuysanız böyle anlarda meyvelerini keyifle toplarsınız, o yüzden onların isteklerini kulak arkası etmeyin. Kişi kişiye lazım, derdi anneannem.


Dışarda bir dünya var, gündüz-gece, güneş-ay şeklinde devinen ama 4 duvarda bundan fazlası var. Hayaller, kelimeler, pırıltılı düşler, renkli sayfalar, kitaplar, ziyaretçi kuşlar - trabzanları pisleselerde iyikilerim onlar- Netflix'te diziler, Spotify’da müzikler, bedenimi incelemeler, üstünde düşündüğüm haller…


Henüz sokak deneyimim olmadı, o da bir sonraki yazıya…


31 Mayıs 2022 Salı

Ramla’da Bir Kayık

 İsrael'de Gezilmesi Gereken Yerler;

Fış Fış Kayıkçı

Uzun zaman hayatımızda olacağı kesinleşmiş Korona zamanında, dört duvar arasındayken, hangi gün neresi açık, hangi gün neresi kapalı bilmediğimiz günlerden çoook önceki bir dönemde, bir telefon ile hazır olup yeni yerler keşfettiğimiz zamanlarımız vardı. Kıymet bilinesi, üstünde düşünülesi keyifli zamanlar.


İşte o zamanların birinde Ramla’da bir kilisede harika bir konser dinlemeye gitmiştim. Soğuk bir Ocak sabahı. Noel sonrası, bahçesinde kocaman bir ağacı vardı. Çoğunluğu Yahudi bir toprakta Noel ağacı görmenin coşkusu içindeydim. Ve de buralara gelmeden önce yaşadığım çoğunluğu Müslüman ülkedeki Noel ağaçlarını özlemiştim. Yeşil kapının ardında harika bir konser dinledim. 


Müzik ne hoş bir farkındalık yaratıyor insanın ruhunda. Korodakilerin yaş ortalaması bir hayli yüksek ve hiç müzik eğitimi almadan sadece hobi olarak 26 senedir birlikte şarkı söylemeleri oldukca şaşırtıcıydı. Şef Arjantinli, pianist Rus...


Korodakilerinde herbiri bambaşka yerlerden... Bu toprak böyle. İçi dolu turşucuk sanki. Lezzetine doyum olmuyor. 

Önce “Hallelujah” sonra darbuka ardından bir Astor Piazzolla final yapmaları harikaydı.

Kilise gibi bir mekanda, her ezgiyi kendi içindeki harmonisiyle dinlemek keyiflidi...

Bir sonraki deneyimim Jazz olacaktı...


Yol üstünde girişini görmüştük ama çıkışta vaktimiz kalır mı bilemedik, o yüzden arabayla yanından geçtik, kimbilir belki diyerek. O belki, belli ki hepimizin aklında kalmış, konser bitince kapanmadan vardık mekanın kapısına.

“Pool of Arches” Kemerli Havuz..


Bu eski yeraltı sarnıcı keşfedicilerini bekliyor. 1.200 yıllık bir yeraltı harikası içinde bir kayıkta size kürek çekme fırsatını tanıyan bu keyifli mekan içinde yükselen büyük taş sütunlara hayran kalmamak imkansız.


Kemerli Havuz (aynı zamanda St. Helena Havuzu ve Keçiler Havuzu olarak da adlandırılır), 789'da Ramla sakinlerine su sağlamak için bir yeraltı sarnıcı olarak inşa edilmiş. Hıristiyan geleneğine göre, St. Helena inşaatının yapılmasını emretmiş.


Binlerce yıl süren depremlere rağmen yapı sağlam kalmış ve yeraltına inerek yüzlerce yıl geriye gidip mekanı görmek isteyenler için ortam güvenlidir. Serin, loş ışıklı alana kısa ama dik bir merdiven ile iniliyor. Karşınızda sizi O Sole Mio havasında karşılayan sarnıç tam bir fış fış kayıkçı tadında bir gezintiye davet ediyor sizi. Kayıklara binip kürekleri elinize alıncada kendinizi tutamayarak Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık diye mırıldanmaya başlıyorsunuz.


15 taş sütun arasında gezinmek sanırım 15-20 dakika sürüyor. Sarnıcın içinde taş duvarlara kazınmış yazıtları, yukarı bakarsanız, insanların su toplamak için kovalarını indireceği taşa oyulmuş kare kapaklar görebilirsiniz. Gezinti sonunda bahçeye çıktığınızda, binanın ve sarnıcın tarihini kapsayan küçük bir sergi var, gezmeyi ihmal etmeyin.


Sevmem karılaştırmaları, o mu büyük, o mu daha tarihi diye ama kendimi şanslı saydım İstanbul’da , Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılmış Yerebatan Sarayını gezdiğim icin. Demek ki mekanlar farklı olsa da, insanlık ihtiyaçlarını hep aynı yöntemlerle karşılamış.


Bu zamanda gitmeden önce muhakkak arayıp sormak lazım, malum Korona ve kimin ne yaptığı, hangi kuralı sabahtan akşama değiştirecekleri belli değil.

Ey Korona sen mi bilirsin, biz mi?


Ziyaret etmek için 08-921 6873'ü arayın.

9 Şubat 2022 Çarşamba

YIKILACAK ESERLER HIKAYESI

 


Bir sanatçı düşünün eserine emek harcayarak günlerce ter dökerek yaratıyor. Binlerce yaratıcı düşüncesinden bir tanesini seçiyor, özene bezene adım adım işliyor ve onu sergileyecegi anı hayal ediyor. Eserini gelip görecek ziyaretçilerini, onlarda yaratacağı hisleri düşünerek heyecanlanıyor ve tam 11 gün sonra eseri içinde bulunduğu mekan ile yerle bir olacağınıbilerek projeye evet diyor.

Sanatçının eserini yaratırken yıkılacağını bilerek yaratması fikri size nasiı geliyor? 


Bir eser geleceğe ışık tutar, satılır, koleksiyonun parçası olur, değerlenir ve ya bir duruma karşı tepki oluşturur. Bu sergide bunların hiç biri yoktu. Olan tek şey 4 katlı yıkılacak 2 binanin 24 dairesinin içindeki yaşam karmaşası, duygular, renkler, hisler, sorgulamalar, yaşam, ölüm, alışkanlık, mutluluklar, aşk, sevgi, hırs, nefret, korku, ilgi, yalnızlık, bilinmezlik, endişe, hayaller, kurgular ve hepsinden önemlisi olma halimizi anlamlandırmak vardı. 



Projenin adı: Pop-Up Museum

Mekan yeri Tel Aviv’de Pinkas sokağındaki 11 ve 13 nolu binalar.


3.sü yapılan bu proje, sokak sanatçıları, ressamlar, illüstratörler, grafik tasarımcılar, sanat yönetmenleri, dekor tasarımcıları, enstalasyon sanatçıları ve sanat sergicilerinin eserlerini sergileyerek kentsel dönüşüm konusunda farkındalık yaratmayı hedefliyor.  Özelliğide serginin ardından binaların yıkılacak olması.



Ana caddede yer alan 24 daireli iki bina, sekiz gün boyunca sahip olduğu  tüm odaların duvarlarında her türlü sanatı kullanarak, sınırları bulanıklaştıran ve kuralları çiğneyen bir platform sağlıyor bizlere.


Tüm sanatçılar ve sanat sergileyicileri bu projenin bir parçasıydı ve izleyiciler daireleri gezmeye ve özgün ve yenilikçi bir etkinlik yaşamaya davet edilmisti.


Peki Pop-Up müzesinde özel olan neydi?

Cevap müzenin sınırlı bir süre için kuruluyor olmasında gizli. Daha önce hiçbir müzenin gerçekten faaliyet göstermediği bir mekanda kurulmuş olmasıda sergiyi ilginçleştiriyor.



Böyle bir müzenin küratörlüğüde önemlidir ama bunun anahtarı sunumun yeniliğindedir;  çünkü izleyiciler geleneksel galeri veya müze müdavimleri olmayan kişiler. Pop-up kültürel deneyimler ziyaretçilerine normal bir müze ziyaretinden çok farklı bir deneyim sunmasından dolayı çok özel.


Müzelerin Pop-Up'tan öğrenmesi gerekenleri sıralamışlar:


 1. Zamanın sınırlı olması sergiye canlılık verir ve heyecan uyandırır.  


2. Ilk Pop-Up Muze calışması 6 gunde yaklasişık 15.000 ziyaretçi ağırlamış. Bunu cok daha uzun süreli sergilerde dahi edinmek pekte kolay degil.


 3. Pop-up müzenin yeri büyük bir rol oynar.  Şehrin içindeki yaşam alanını müzeye çevirerek mahalleyide hareketlendirmiş oluyor.


 4. İçeriğin akıllıca yan yana getirilmesi. Odalardan geçislerin bir hikaye oluşturuyor olması fikri çok farklı bir deneyim.


5. Sanatçının eseriyle empati kurmak ve eserde verilmek istenini anında hiç düşünmeden, dolayız bir hızla hayatınızın içinde bulmak müthiş bir başarı. ( Covid odasi bence gorulmeye en deger odalardan biriydi)



Bu kadar çarpıcı bir çalışmanın sosyal medyadaki gücü tartışılmaz. Bir Pop-Up müze, hashtag ve selfie dostu görseller küratörlüğünde olduğunda, sergi kendisini yalnızca katılımcılarla sınırlamamış oluyor; çok daha geniş bir kitle üzerinde etkili olmaya başlıyor.  Sonuçta, sosyal medya yeni dönemin "ağızdan ağıza iletişim" aracı. 

Kapıdaki kuyruk bu yüzden nerdeyse 200mt geçmişti ve kimse bir serzenişte bulunmuyordu. Anlaşılan o ki heyecan kat ve kat fazlaydı ve ağızdan ağıza yayılan beklemeye değer olduğu yönündeydi.



Instagram neslinin peşinde olduğu şey konsepte 'sahip olduklarını' hissettiren benzersiz deneyimdir. Bende bu benzersiz deneyimin içinde en mükemmel selfie anlarıniıyakalayarak sosyal medya beslemeleri için harika fotoğraflar çekme fırsatı veren kültürel deneyimin bir parçası oluverdim.



Iyi ki 2 saat kuyruk beklemişim, iyi ki bu eşsiz deneyimden kendime ve de sizlere paylaşımda bulunucak imkan yaratmışım.


Yaslanın arkanıza ve seyredalın amatör fotograflarımı.


Aşağıdaki you tube videosundan da  geçen seneki calışmanın sanatçılar tarafından nasıl sergiye hazırlanıldığını izleyin.


https://youtu.be/c02jX_HeQHM?list=TLGGWkvSaCmsRK0wODAyMjAyMg