29 Haziran 2016 Çarşamba

SONSUZ SOSİS


Bir taş aldı eline ve attı suya. GULUK! 
Taş suya değdi, ses kulaklarda duyuldu. Peki ses nereye gitti.

Uzaktan annesi bağırdı, “Yemek hazır,” kulakta duyuldu ses ama gene nereye gitti.

Hiçbir şey yapmaya vakti yoktu.Sadece düşünmesi gerekiyordu Zakarina’nın. Günlerdir düşünüyordu; hep aynı şeyi, o kadar büyük bir şey ki düşündüğü, neredeyse kafası çatlayacaktı.
Ne miydi düşündüğü?
EVREN!


Gökyüzü yıldızlarla dolu. O yıldızlar sanki iğne deliğinden sızar gibi parlıyorlar. 

Kocaman diye düşünürken babası ona “ Sonsuz” dedi.Yani uçsuz bucaksız, o ne demek se...
Ne garipti evren. Bir sonu olmalı, diye düşündü. Herşeyin bir sonu vardı! 
Elindeki sosise baktı, baktı, baktı. 
Bir başı ve bir sonu vardı. 
Bir merdiven başlar ve biterdi.
Dünyanın en uzun treninin bile en son vagonu vardı. Başlardı ve biterdi.  
Ve önce sabah ve sonra akşam olur ve bir gün başlar ve bir gün biterdi. sonra da tren biterdi. Ama evren? Devam, devam, devam...

Ve işte sorgu orada başladı. 

Kum Kurdu dedi ki: Bitti dediğimiz herşey aslında başka bir forma bürünüp yolculuğa devam ediyor. Hiçbir şey yok olmuyor, sadece dönüşüyor. Tekrar, tekrar ve tekrar. Ve bizler o kocaman evrenin harika parçalarıyız. Burada ve şimdi, o zaman ve her zaman.

Koşarark eve giderken sosisi bitirdi Zakarina. Babası şaşırmıştı bu kadar çabuk yemesinden.
“Tebrikler sosis bitirme rekoru oldu bu,” dedi. Zackarina gülümsedi çünkü artık sosisin bitmediğini biliyordu. Babasına dönüp sadece, “Dönüştü. Bitmedi,” dedi.









Bizlerde son zamanlarda bin türlü huzursuzluk halleriyle alt üst olmuş, bir taraftan ruh dengemizi diğer taraftan akıl dengemizi kaybetmiş olarak sanki deniz anası misali yaşıyoruz. 
Bu basit ama anlamlı hikayeyi okuyunca dün akşam ki akıl almaz Atatürk Havaliamı patlaması, ardından Orlando, Ankara, Bruksel, Paris, Mardin, 
Tel-Aviv ve daha nice nicelerinde teröre kurban verdiğimiz canlar aklıma doluştu. Öncekiler, daha öncikeler ve çok daha öncekiler... Hiçbir şey bitmiyor. Sadece dönüşüyor. Terör yüzünden bedenleri bu evrenden ayrılmak zorunda bırakılırken yerlerine fikirler doğuruyor, çözümler doğuyor ve hepsinden önemlisi daha yaşanılası bir evren için adımlar doğuruyor. 
Kötülük hep var. Siyahlar hep bir fazla. 



                                Herman Hesse Siddhartha adlı kitabında diyor ki:

 Tüm dalgalar ve sular seğirtiyor, acılara göğüs gererek, kendi hedeflerine doğru koşuyordu, pek çok hedefe, çağlayana, göle, akıntının hızlandığı yerlere, denize; ve tüm hedeflere ulaşıyor, her hedefi bir yenisi izliyordu; sudan buhar olup gökyüzüne çıkıyor, yağmur olup gökyüzünden aşağıya iniyor, pınar oluyor derken, çay oluyor, ırmak olup yeniden atılıyordu ileriye, yeniden akıp gidiyordu.

Ve pek çok ses birbirinden ayırddilemiyordu artık, neşeliler gözü yaşlılardan, çocuksular erkeksilerden ayrıştrırılamıyordu, bir bütün oluşturuyordu hepsi, özlemin yakınması ve bilen kişinin gülüşü, öfkenin haykırması ve ölen kişilerin iniltisi, hepsi birdi şimdi, hepsi iç içe geçmişti, birbirine bağlanmış, binlerce kez birbirine sarılıp dolanmıştı. Ve tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. Tümü birden ırmağı, tümü birden yaşamın müziğiydi. 
Binlerce sesin bütün şarkısı tek bir sözcükten oluşuyor, bu sözcükte mükemmellikti. ( OM )

Hiç birşey bitmiyor sadece dönüşüyor.
Sonsuz sosis aklımızda olmalı! Unutmamalıyız.
Kimbilir belki yürek karşılaşır  biriyle ve o zaman gözlerin yaşları diner, kalbin sesi söze döner.



17 Haziran 2016 Cuma

GOD's SELFIES




Iki arada...
Siz hiç iki kelime arasında sıkışıp kaldınız mı?
Söylemek istediniğiz ya da duymak istediğiniz arasında boşlukta asılı duruyor gibi hissettiniz mi?
Örneğin günaydın ve canım yazan ama ötesi olmayan sözcükleriniz oldu mu?
Seni seviyorum ve iyi geceler diyen ama arası boş olan uzun bir gününüz oldu mu?
Güneş doğarken ve ay çıkınca sarılıp, diğer anlarda çok uzak olduğunuz bedenleriniz oldu mu?
Kalbiniz sıcacıkken, ellerinizin buz tuttuğu oldu mu?
Belki de iki sözden başka söyleyecek kelimesi olmayan bir dostunuz oldu mu?

Bütün bunların toplamına verilebilecek bir isim düşünürken aklıma " BEKLENTİ" geldi.
Hiçbir şeyin yetmediği, hep bir fazlasını talep ettiğimiz günlerdeyiz. Mutluluk hep bir üst basamakta. Tavşan havuç oyunu misali asla yakalayamıyoruz. Ama tavşanda var, havuçta ve bu kimseye yetmiyor.

Sabah kalkıyorsunuz birisi aklına koymuş, kendinde de hak bulmuş, çıkmış meydana taramış milleti.
Kınıyoruz ve üzgünüz arasında başka yazacak sözcük yok.
Gururla sahnedeki gösteriyi seyrediyorken, alkışla gözyaşı arasındaki kestirme yol gibi.
Iki kelime ve sonrası boşluk.

Ter akarken sırtından, bunun calışmaktan değil de keyiften olduğunu anlayacak iki kelime arıyoruz illa ki. Ardından kalbimiz hissediyor; Acı ve Kazanç. 
Arası kocaman bir vadi.

Tuşlar tıkırdarken yürek suskunsa, iki arada heyecan ve hüzün.
Gecenin bir yarısı baş ucundaki telefonun ekranı aydınlarısa; Deli midir nedirle, rüyasına girdim arasındaki derin çukur. 

Yatarken sarıldığın sıcacık peluş bebeğin yüreği ısıtan sevgisiyle, sol yanındaki boşluğun sivri tepesinde asılı kalıveriyor insan.

Liste uzun uzun devam eder iki arada. 
Oysa o an olanla sonra olanı, neden-sonuçla biribirine bağlamak derdindeyiz. 
O an olan oluyor ve bizler hep bir sonraki kareyi ön görüp mutsuz oluyoruz. 
Olan oluyor. Hoşuna giderse devam, şikayet varsa değiştir. Illa ki daha iyisiyle karşılaşacaksındır. Mevcutla baş etmekten, konfor alanında kalmaktan gereksiz mutsuzluklarda yüzmek istemiyorsan, değiştir. 
Tamam değiştiremiyor olabilirsin. Kabul et o zaman. 
Kabul hali ile mutlu uyanacaksın göz yaşlarıyla ıslanmış yastığından. Sabah olduğunda göz yaşları çoktan kurumuş, karanlık gökyüzü çoktan aydınlık olacaktır.


Esneme hareketlerini yaparsın, ardından yüzüne kocaman bir gülücük oturtursun. Ayaklarını yere indirir parke zemine ayaklarını basarsın. Bedenini yukarı doğru kaldırır, iki ayağının üzerinde durursun. Işte mucizenin kendisisin. 
Mevcudiyetin bile bir mutluluk bu evrene. 
Çünkü sen Tanrı’nın özçekimisin. ( WE ARE GOD’s SELFIES)

Haydi bakalım varsın iki arada kalsın sözcükler, kalanlara selam olsun biz yola devam…


2 Haziran 2016 Perşembe

HİÇBİR ŞEY Yapmak çoooook yorucu!

 Yeni bir çocuk kitabıyla karşı karşıyayım. Bayılırım o çocuksu bakış açısındaki yalınlığa ve mesajı dolaylı iletirken tam on ikiden vurmasına. Hep derim çocukluk hiç bitmeyen bir süreçtir. Dünde bunu teyid eden bir cümleye müşteri oldu kulaklarım:
İnsanlar hiç değişmez değişen sadece oyuncaklardır.

Gelelim kitaptaki kısacak ama kocaman mesajlı hikayeye...
kısalttım ama gene de sabırla okuyun... çocuklar dinlerken sabırlıdırlar, büyüklerin hep acelesi vardır.
Şu büyüklerde ne tuhaf oluyorlar ( Küçük Prens der…)

Herkes çalışıyor yalnızca çalışıyor.

Zackarina'ların deniz kıyısındaki evlerinde sabah olmuştu. Zackarina ile annesi mutfakta oturmuş kahvaltı ediyorlardı. Zackarina yavaş, annesi ise sanki tabağını önünden alacaklarmış gibi hızla yiyordu. Çünkü işe yetişmesi gerekiyordu.

"Anne saklambaç oynaylım mı?"
"Şimdi olmaz! Vaktim yok, otobüs gelmek üzere."
"Baba balık tutmaya gidelim mi? Sen ve ben?"
"Lütfen Zackarina şimdi olmaz. Çalışmak zorundayım. Çok önemli işlerim var."
"Balık tutmak da önemli," dedi Zackarina.
"Tabii, tabii," dedi babası "Ama şimdi değil, çalışıyorum. Haydi sen dışarı çıkıp oyna."

Zackarina ayaklarını öfkeyle yere vurarak odadan çıktı.
"İş, iş, iş! Hep aynı şey, iş de iş!"


Kumsala Kumkurdunu bulmaya gitti. Onun sıkıcı işler yapmadığından kesinlikle emindi. Ciddi ve önemli işler.
Zackarina, ardıç ağaçları ve taşların arasından kumasala uzanan patikasyı koşarak geçti ve ordaydı.
"Merhaba," dedi Zackarina.
"Merhaba," diye karşılık verdi Kumkurdu.
" Delilik bu, Herkes çalışıyor, çalışıyor da çalışıyor, hiç kimsenin bir şey yapmaya vakti yok!"
"Hmm, bende çalışıyorum," dedi Kumkurdu.
" Hiç de değil," dedi Zackarina. " Sen hiç kımıldamadan oturuyorsun ya!"
"Elbette çalışıyorum," dedi Kumkurdu. "Deliler gibi çalışıp kendimi yıpratıyorum. Çalışmaktan neredeyse canım çıkacak."
"Ama hiçbir şey  yapmıyorsun ki," dedi Zackarina.
"Aynen dediğin gibi, hiçbir şey yapmıyorum. Benim işimin adı “hiçbir şey” dünyanın en ağır işi bu. Ama nasıl dayanırım bilemiyorum, çok yorucu!"
"Ben sana yardım edebilirim," dedi Zackarina "Söyle ne yapacağım?"

Kumkurdu ne yapacağını söyledi ve Zackarina aynısını yapmaya başladı. Çok geçmeden Kumkurdu’nun doğru söylediğini anladı. Hiçbir şey işi gerçekten de çok yorucuydu. Kesinlikle kımıldanmayacak, ayak parmakları oynatılmayacak, konuşulmayacak. Sadece hiçbir şey yapılacaktı, hem de hiç durmadan!.

Zackarina bütün vücudu ağrıyana kadar taş gibi kımıldamdan durdu. Soluğu kesildi, Inlemeye başladı ve tam daha fazla çalışamayacağım diyecekken Kumkurdu gerindi ve
"Nihayet," dedi. "Nihayet işi bitirdik. Bugün amma da çok çalıştık! Gördün mü, Iki kişi paylaşınca iş ne de çabuk bitiyor."
"Evet," dedi Kumkurdu."Artık serbestiz. Zaten işin asıl anlamı da bu; bittikten sonra çok mutlu oluyorsun, dinlenirken istediğini yapabiliyorsun!"

 
Serbest saatte Kumkurdu ile Zackarina kumsaldaki taşları düzelttiler. Ağır taşları bir oraya bir buraya taşıdılar. Zackarina serbest zamanda yaptıkları bitince annesini ve babasını kumasal çağırdı. Onlara taşları dizdiğini gösterdi ve annesi ona
"Ne güzel olmuş sahil, eminim çok yorulmuşsundur," dedi.
Zackarina "Hayır hiç yorucu değil çünkü taşları işten sonra serbest kaldığımda taşıdım," dedi.


Çocukça olan bu hikaye hepimizin sıkça yaşadığı bir durum. Sahip olduğuımuz işlerde ne çok yorulduğumuzu ve bizi sadece maddi olarak beslerken aslında bizden ne çok şey alıp götürdüğünü farketmemizi sağlayan cinsten bir hikaye oldu. Serbest zamanlarımızda bizi iş hayatımızdan kat ve kat daha fazla yoran anlarda ise ne kadar mutlu ve keyifili olduğumuzu, günün sonunda onları yapmış olmaktan ne kadar keyif aldığımızı fark ettirdi. Aslında biz iki gün çalışıp 5 gün tatildeyiz ama bunu böyle algılamadığımız için iş saatlerinde streslenip geriliyorz.


Farkındalık tam da bu anda. 
Sahip olduğumuz işleri severek ve isteyerek seçiyoruz. Öyleyse hakkını verelim, şikayet etmeden keyifle zamanımızı geçirelim. 
Çünkü hiçbir şey yapmak çoooooook yorucu!