12 Nisan 2020 Pazar

FOMO-OO


 COVID19 zamanı günlük program:

7.00 kalkış - Zihine hala calışıyormuş hissi vermek önemli ayrıca müthiş güzel bir sessizlik hali. Balkon kapısını açıyorum. Temiz hava, güneş ışığı, kuş sessleri. Sanki bir cenneteyim.

7.15 Meditasyon - Hiç kaçmaz, sabrımı ve sakinliğimi korumanın tek yolu. Ben Deepak Chopra ‘yı kendime yakın buldum onunla ilerliyorum. Tavsiyemdir. İlk 4dk Oprah Winfrey konuşuyor hayatından kesitleri paylaşıyor ardından Deepak’ın o Hint aksanli 'ngilizcesiyle sakin sesi ve mantralarla günün olumlaması gerçekten ciddi anlamda sakinlik yaratıyor.

8.00 Kahvaltı – kesinlikle  dietik.

10.00 Spor- Bir elimde telefon, kulağımda kablolu kulaklıklarımla ben spor yapmaya calışıyorum. Neden kulaklıkla diye sormayın. OnLıne derslere bayram dolayısiyle ara verilmiş, haliyle uyku dengesi mecburiyetten bozulmuş, sabah 4’te yatıp 11’de uyanan  iki ergenle yaşıyan sessiz kalayım diye çabalayan cici bir anneyim de ondan.
Şimdi telefonu yere bıraksam kulaklığın kablosu yetmiyor, sinir içindeyim, kendime sövüyorum hala bir airpod almadın diye. Telefonu karşıma koysam sabit durduramıyorum, hop sağa, hop sola kayıyor sürekli daha da geriliyorum. Arada hareketleri kaçırıyorum. Yatağın üzerine koysam gözlüksüz göremiyorum. Bilgisayara bağlasam arkadan mail geliyor, görüyorum sinir oluyorum konsantrasyonum düşüyor. Elimde tutsam, bu sefer hareketleri yapamıyorum. Arka odalarda internet doğru düzgün çekmiyor. Ekran donup kalıyor. Salonda yapsam uyanıklarsa bu sefer oğlanlar alay ediyor hop zıp hareket edince.
Bu ne ya!!! Bir kabusun içindeyim. Alt tarafı spor yapmaya çalışıyorum. Vallahi özledim özgürce spor  yaptığım zamanları. Hala telefonu koyacak yer bulamamakla birlikte, yarısında internetten kopsamda, kalan yarısında da sadece  Noyan Hoca’nın enerjisini seyretsemde hergün düzenli bağlanıyorum. Enerjine şükür hocam.

11.00 Derken sıra sosyal medyaya geliyor. Haberleri okurken içim bunalıyor. Uçaklar Eylül'e kadar yokmuş diyor. Kimi komplo diyor, kimi aşı bulundu bulunacak diyor, kimi ekonomi battı nasıl çıkar diyor, kimi ölüm haberleri paylaşıyor. Sanki koca dünyada doğumlar durmuş, kimse iyileşmiyor ortalık bir felaket tellalı. Bayılmadan kapatıyorum. En iyisi böcek, ağaç, çiçek paylaşanları takibe almak.

12.30 birden bir bir öpücük alıyorum yanacığıma. Günün en güzel olayı bu. Ancak ardından ince bir ses ekleniyor öpücüğme
Anne ne yiyoruz?  Beni bir titreme alıyor. Gün 23, daha kaç gün bu soru bilmem ki. Nefes, şükür ki sabah ki meditasyon hala işe yarıyor.

Yavrular beslendikten sonra köşeme çekiliyorum. Kaç saattir telefon elimde, elim, kolum, sırtım uyumuş, kamburum çıkmış. Gözler pörtledi. Bu korona mikrobuyla başımıza bir şey gelmeyecekse (evdeyiz çünkü dikkat ediyoruz kurallara) kesinlikle bir tür beden bozuşması yaşayacağız.
Koltuktan kalkıp hafif bir yürüyüş, nereye mi ? Tuvalete… Sonra da mutfağa… Bir bardak su ve günün diğer yarısını tüketmeye geçiş.

13.15 Bana öğlen yemeği saati- Ergenler için kahvaltı saati tabii ki. Hafif hafif diettetik porsiyonlarda esneme başlıyor.
14.45 Kahvemi alıp koltuğa oturuyorum. Kitap okumaya yelteniyorum. Konsantrasyon sıfırın altı. Ne oldu bana allah aşkına, bir satır okunamıyor.

15.00 Hafif bir yürüyüş. Hakkımız evinden 100mt. Yüzümde maske, elimde eldiven. Komşumla 1mt mesafeyi koruyarak ayak üstü bir sohpet. Portakal ağaçları mis kokutmuş ortalığı. Ağaçlar çiçeklenmiş. Doğa korona ne bilmiyor. 0 panik, kendi yolunda devam.


        






16.00 Yeniden Zoom ancak bu sefer Aile saati -  Kim müsaitse bağlanıyor.  Sadece gülüyoruz, toplu konuşmalarda kimse kimsenin ne dediğini tam duymuyor, bir kakafoni ama olsun gene de aksatmadan her gün 16’da bağlanıyoruz. 3 ülke konuşuyoruz. Ailede yaşları 65 üzerinde olup sokağa hiç çıkamayanlara müthiş moral. Ne pişiyor, ne dizi seyredildi… önemli bilgileri paylaşıyoruz. Ergenler bize zaman zaman katılıyor ki o zaman sohpet daha bir espirili oluyor. Ancak katılmadıkları zaman Zoom esnasında bir uğultu var evde. Ergenler playstationda kendini kaybetmiş. Ekrana sabitlenmiş. 
"DUR, girme, gel kurtar beni, hadi oğlum vursana, in aşağıya burdayım ben, kimse yok orada…" Bu şekilde anlaşılamayan tek kelimelik cümleler, günde bilmem kaç kez maruz kalıyorumç Hele bir de gece yarısından sonra oluncatam bir işkeneye dönüşüyor. Sabır, nefes. Sabahki meditasyondan eser kalmadı…

17.30 Arkadan bir ses, Anne ne yiyeceğiz akşam. Allahım her yapılan fazla yapılıyor, gene bitiyor vallahi anlamıyorum.

18.00 Online lisan kursu. Bir başka telaş. Öğretmen ekranda okuyor, kitaptan takip ediyorum. Hem dinliyorum hem de aynı anda yazıyorum bilmediğim kelimeleri. Ibranice yazılar sağdan sola, latincesi soldan sağa. Bir taraftanda telefondan google translate yapıyorum kelimenin anlamına yoksa parçadaki anlam bütünlüğü kaçacak. Deftere baksam ekrandaki slayt kaçıyor, ekrana baksam kelimenin anlamı kaçıyor. 40dk’da bir zoom kapanıyor. Geri millet bağlanana kadar ders saati kaynıyor.


19.30 Akşam yemeği – Nihayet ev ahalisi geometrik bir noktada toplanıp bütün teknolojik aletlerden uzak sohpet ediyoruz. Bu yetimizi kaybetmemek adına çaba sarfediyoruz. Insan insana sohpetler ve tabii ki de  diyette neymiş kremalı makarna şahaneymiş. Tarif youtube'dan yapanlar ergenler. Sanırım korona sonrası bol açımız, sanatçımız, yazarımız ve psikoloğumuz olacak.


Ve günün en önemli anı. Çöpü kim atacak? Ayakkabı giyinmenin tek  sebebini kimse kaçırmak istemiyor. Eskiden zul gelen bu aksiyonda şimdi derin bir anlam var. 5.katta oturuyoruz ve her seferinde asansör beklemekten şikayet etmek yerine keyifle merdivenleri kullanıyoruz. Az da olsa hareket. Tabii ki eldivenleyim. Hiç bir yere sürünmüyorum. Biriyle karşılaşmamayı diliyerek çöpü atıyorum. Zira karşılaşsam merdivenler o kadar dar ki sosyal mesafeyi korumak imkansız.




Ve saatler 21.00 oldu. Dizi film – hepsi bitti neredeyse ama tavsiye almak için mesajlaşmalar-  ve ortalıkta bir kırmızı çember üzeri LIVE hali. Ha tabii ya kaçan bir şeyler olmasın derdindeyiz.  O live’dan buna, delirmiş gibi at koşan ruhum, o konserden bu tiyatroya, öncesinde müze gezisine koşturmaktan bitik halde yatağa yığılıyor.  

Geçenlerde yazdığım, " dışarıda bir şeyler mi kaçıyor?" yazımın üzerine, "bizimgiller" o FOMO'yu - Fear Of Missing Out -aldilaaaar minik evlerimize soktular !! Fear of Missing Out - On Online (FOMO-OO) yaptılar sessizce.

Orada o online ders var, burada bu Instagram live var, ay dur konuşamayız birazdan online yogam başlayacak, sanatçılardan Live konserler, psikoloğum konuşuyor, Judith masal okuyor, Monologlar Müzesinde tiyatro okumaları, arşivlerini açan harika kurumların sergi ve müzelerini  gezmece,  operalarını ve bale gösterilerini izleme yarışı, tabii bir de Covid-19 aktüelitesini takip derkeeeeeeeen dışarıda birtakım "meşgalelerle" böbürlenen "bizimgiller" şimdi de sanal dünya profesörü kimliğinde "Bilgi Terörü" yayıyor.  Bu tanıdık olan "Birşeyler kaçırıyorum" ruh hali olduğu gibi eve taşındı üstelik daha büyük vicdan azabıyla:
 "E evdesin bol vaktin var, kaçırma !!" ... 
Bedava ya da paralı online her türlü görsele varım da 24 saat yetmiyor arkadaşım ya !! Bir gün 36 saat olsun mu yarrabbim he ne dersin? diye sorasım var.

Bu ne ya allah aşkına yıkanmaya zaman bulamıyorum. Bedenim tıkınmaktan tatlıca genilemiş, haberim yok çünkü aynı lastik belli ev kıyafeti, dipleri beyazlamış, 5cm sonrası kendi rengine dönmüş, devamı kızıl tonlarındaki saçlarımla “Tanrım kurtar beni…” diye bağırıp, ter içinde uykumdan uyanmak istiyorum.
Bu olanlar ancak kabus olabilir değil mi?

9 Nisan 2020 Perşembe

FOMO is OUT --> EVDE KAL is IN




Dün akşam müthiş bir deneyim yaşadık ailece. Hem sadece biz değil, dünya üzerinde yaşayan tahmini 13 milyon insan, aynı duyguları hissederek bir gece geçirdi. Bundan tam 5780 yıl önce bir ırkı yola çıkaran kelime ÖZGÜRLÜK ve bunu gerçek kılmak için kutsal topraklara varma niyeti. 10 belayı* sıraıyla bir kaseye boşaltırken, espiri gibi olsada, 11.bela Korona’da bu sirkeli suyun içinde diğer belalarla yok olsun diye herkes dilemiştir biliyorum.

Peki bu digital dünyadayken herşey durdu mu? Gelenekler unutuldu mu? Hayır tabii ki. Tersine sanki daha bir coşku ile kutlandı, daha bir anlam buldu aile olmak, birlik olmak ve dokunmanın, sarılıp öpüşebilmenin anlamı.

Ama bir şey daha oldu.  Zihinlerde bir değişim oldu. Dijital çağ, hepimizin ellerindeki aletler aracılığıyla binlerce bilgi yayıyordu, hepsi bize bir yere git, biriyle görüş, bir şey al, bir şey paylaş, BİR ŞEY YAP diyordu. Sürekli bir telaş, sürekli bir şeyler kaçıyormuş hissindeydik. Bu sendromun psikolojideki tanımı 
Bir Şey Kaçırıyormuş Olma sendromu yani; Fear Of Missing Out=FOMO

Itiraf etmek güç geliyor herkese belki ama bir dostumla telefonda konuşurken şöyle söyledi, hem de kısık sesle, sanki biri duyarda yanlış anlaşılır diye, bir diğer dostum whatsapptan  yazdı,  hani aramızda kalsın tarzında… Kabul edelim ve itiraf edelim ki bu evde kal hepimize iyi geldi. Ruhlarımız sakinledi. Ha ekonomimiz sı.tı belki ama olsun nasılsa düzelteceğiz birlikte. Devletler daha bir sorumlu davranıyor vatandaşları adına zira onları bugün gözetmeyen politikacılar ayvayı yiyecek hayat normale döndüğünde. Herkes kendi evini korumakla görevli şu anda ve dışarda kaçırılacak hiç bir şey yok o yüzden şu anın keyfini yaşayıp yüksek sesle IYI KI KORONA diyebilecek cesareti göstersek mi?

Aramızdan ayrılan her varlığa üzüntü duyuyorum. Bu canlar birer numarayla ifade ediliyor ne yazık ki. Ama şanslılar mı ne? Adları bir şey uğruna kayıt altına alınıyor. Düşünsenize binlerce trafik kazası ölümüz, binlerce kanser hastası kayıbımız ve bir çok farklı şekilde katledilen erkek,kadın ve çocuğumuzun bir sayısı bile yok evrende. Her bir hasta için dua ediyoruz, plazma donörü bulunsun diye. Her bir doktor, sağlık çalışanı için kuvvet ve şans diliyoruz, farkında mısınız? En son ne zaman doktorumuza teşekkür etmiştik ki?


Bir şeyler değişiyor ve bu şekilde bizlerde değişiyoruz. Zihinlerimiz daha önce hiç bilmediği bir odada şu anda. Olumlu sözcüklere her zamankinden daha ihtiyaçlı. Kendimizi değerli hissettirecek iş arkadaşımız, patronumuz, maaşımız, elbisemiz, varlığımız yok. An itibariyle kendi değerimizi kendimizin belirlediği bir oda burası. Zihinlerle beraber bakış açılarımız, yaşam korkularımız ve tabii ki genişleyen bedenlerimiz de değişimin içinde. 

Geçmişte asla yapmam dediklerimizi yapar buluyoruz, onlara neden asla dediğimizi farkediyoruz. Yeteneklerimizi deneyecek zaman ve ortam buluyoruz. Aşçılarımızın, ressamlarımızın, şairlerimizin, yazarlarımzıın, müzisyenlerimizin, girişimcilerimizin çoğalacağına inanıyorum. Sanki daha bir kalite versiyona doğru ilerliyoruz bu savaşta. 
Bir şekilde degişiyoruz ve her bilinmezlik gibi korkuyoruz, kaygılanıyoruz. Doğal, insanız sonuçta. Bilmek lazım ki bir niyet varsa bir yol vardır. Bir yol varsa da o yol hep AÇIKtır. 
FOMO bahane EVDE KALmak şahane…

Az kaldı çıkıyoruz. Sonuçta koca bir ırk bile yola çıkınca inancını kaybedip altın buzağıya tapmış ama genede doğru yolu bulup kutsal topraklara varmış. Bizler içinde çıkış yakındır.









* Yahudiler tarafından Mısır'dan çıkışın kutlandığı Pesah bayramının bir parçası olan on bela Tevrat’ta şöyle sıralanmıştır.
1.   Çıkış 7:14-25 - su kana dönüşüp bütün balıkları ve diğer su altı yaşamını öldürdü. (Dam)
2.   Çıkış 8:1-15 – Kurbağa Tsifardeah)
3.   Çıkış 8:16-19  Bit (Kinim)
4.   Çıkış 8:20-30 - Sinek (Arov)
5.   Çıkış 9:1-7 - Hayvanlarda hastalık (Dever)
6.   Çıkış 9:8-12 - İyileşmeyen  çıbanlar (Şhin)
7.   Çıkış 9:13-35-  Dolu ve fırtına (Barad)
8.   Çıkış 10:1-20- Çekirge (Arbeh)
9.   Tekvin 1 - Karanlık (Hoşeh)
10. Çıkış 11Çıkış 12 - Kapı eşiğinde işaret bulunmayan yerlerdeki ilk doğan erkek çocuk ve hayvanların  ölümü (Makat behorot)
İlk üç bela "bütün Mısır toprakları"nı etkilerken 4., 5., 6., 7. ve 9. belaların İsrailoğulları üzerinde etkisi olmadı. Yahudilerin 8. beladan etkilenip etkilenmediği belirsizdir. Tevrat'ta yazdığına göre, Yahudiler son beladan kapı eşiğine koyun kanı sürerek, kavrulmuş kurbanın etini matsa ile yiyerek kutlayıp kurtuldular. Onuncu beladan sonra en nihayetinde firavun İsrailoğullarının şartlarını kabul edip onları serbest bıraktı.

Pesah, veya Hamursuz Bayramı , bir Yahudi bayramı ve festivalidir. Mısır’da kölelikten kurtarılan Antik İsraillilerin göç hikâyesini anar. Pesah, Yahudi takvimine göre Nisan ayının 15. günü başlar, bu tarih Kuzey Yarım Küre’de bahara denk gelir ve bayram 7 veya 8 gün kutlanır.
Göç anlatısında, kutsal kitap, Tanrı’nın; on belayı Mısırlıların üzerine musallat ederek, İsrail Çocuklarını kölelikten kurtarılmasına yardım ettiğini belirtir. On belanın sonuncusu, her evde ilk doğan çocuğun ölmesi olduğundan, İsraillilerden evlerini kuzu kanıyla işaretlemeleri istendi. Böylece, bu son bela onların evlerine dokunmadan üzerlerinden geçecekti. Belalarla başlayan bu hikaye ve göç, hamursuz bayramının kökenini oluşturdu. Bayramın adının tam olarak nereden geldiği üzerine tartışmalar olmasına rağmen genelde inanılan hikaye; Firavun İsrailliler’i özgür bıraktığında, İsrailliler, ekmek hamurunun mayalanmasını beklemeden terk ettikleridir. Bunu anmak adına, Hamursuz Bayramı boyunca mayasız ekmek yenir. Matza (düz mayasız ekmek) hamursuz bayramının sembolüdür. Kaynak: Vikipedia