16 Temmuz 2010 Cuma

KİŞİSEL HAPİSHANELERİMİZDE YAŞIYORUZ...

Bir sevdiğim var, hem kendisi hem de eşi hayatımın vazgeçilmezleri.Pek sıkıştırdı geçenlerde beni sitemlerle dolu bir telefon sohbeti sırasında – sitemin konusu görüşememek üzerineydi – herkesle ilgili karaladın blogunda beni unuttun diye.Bende ona söz verdim ve düşündüm ki en sık şikayet ettiğimiz konuyu ona ithaf edeyim hoşgörüsüne sığınarak...Laf aramızda bu konuyu da bir şekilde yazmak istiyordum onun baskısından hızlandı, sağ olsun.


Bir telaş çalışan anne olmak yaz mevsiminde. Bir zihinsel yorgunluk ve sabır hali. Çekenler bilir ve anlar, şu virgülden sonrada kesin haklısın cevabını verir.

Herkesin yaptığını yapmak, herkesin olduğu yerde olmak, herkes gibi konuşmak ve düşünmek gerekir ki rahat bir yaz geçirelim.Herkes gibi aynı yerlere tatile gitmek, aynı yerlerde yemek yemek, aynı arkadaş,eş, dostla görüşmek ve hep aynı kişileri çekiştirmek.Robotlaşma eylemi. bknz http://kimokursaokusun.blogspot.com/search/label/Robot

40’lı yaşlara dayanınca insana bir şeyler oluyor , sanki bazı köşeleri yumuşuyor, bazıları ise katılaşıp gelen darbeleri rahatlıkla geri püskürtüyor. Oysa toplum 40’ında azdı diyor, ne saçma.Bir çuval sanki sırtımızda, ağır tabii ki . Kuvvet azalmış, ömrün yarısı tüketilmiş, harcanmış... İnsan kırkına yaklaşırken ayık kafayla bakıyor hayata... Kendine dönüyor, özünü buluyor sanki.Çırılçıplak yargılıyor.. Sahtelikten arınmış, sahtelerden yorulmuş . Bu basma kalıp yaşamda, gençlik yıllarımızda içimize sokulmuş birçok düşüncenin payı olduğu kesin...Psikologlara göre 0-6. Bunlar bizleri oluşturan karakterimizin yapı taşları. Yani konumuzun başlığı olan Kişisel Hapishanelerimiz.

     Özenle ördüğümüz duvarlarıyla, paslı dikenli telleri Girmeyin, Yaklaşmayın işaretleri ile bezenmiş ve camından süzülen gözyaşlarıyla dolu, o en kişisel, en dokunulmaz, gardiyanı kendimiz olan hapishanelerimiz. Hangimiz bu hapishanede yaşamıyorum diyebiliyor? Sınırlarını kendimizin belirlediği, inançlarımızla ve kabullerimizle duvarlarını kendimizin ördüğü ve dışarı çıkmamak için kendi kendimize yasaklar koyduğumuz bir hapishane. Bir kitapta okumuştum, duvarlar beynimizin içindeymiş, onları sadece biz kırabilirmişiz. Bir düşünürün dediği gibi, Dışarıda ne olup bittiği değil, sizin içinizde ne olup bittiği önemli. Ama bizler içimizdeki yerine, dışımızdakilerle uyum içinde yaşama savaşımızı her sabah uyanarak tekrarlıyoruz.

Çocuk istediği bölümü okumak ister ama kodlanmıştır PARA getiren mesleklere, girer o üniversiteye, kendini “O” sanarak.

Kadın düz ayakkabı ile dolaşmak ister ama kodlanmıştır seksi yaşaması gerektiği, giyer topukluları, kendini “O” sanarak.

Adam tıraşsız gezmek ister ama kodlanmıştır tertipli olma hali hayatına, her sabah ayna karşısındadır, kendini “O” sanarak.

Kadın dekolte giymek ister ama kodlanmıştır basit kadın imajı, kapalı bir giysi seçer, kendini
“O” sanarak.

Adam sarılmak ister ağlayan kızına ama kodlanmıştır BABA dediğin sert olur, uzak durur teselliye, kendini “O”sanarak.

Kadın gezmek ister bir başına ama kodlanmıştır sıradışı yaşayanların başına gelebileceklere, içindeki fırtınayla yaşar, kendini “O”sanarak.

Kadınla adam kendilerine bir ev alıp mütevazi bir hayat yaşamak ister ama sitede güvenlisin dedikleri için çok çok paraya siteye taşınırlar mutlu olduklarını sanarak.

Bunlar olurken diğer taraftan dostlarına, " CARPE DİEM! "  öğüdü veren de aynı adam ve kadındır. Yani onlar değişsin! ben hapishanemde mutlu mutlu oturayım.
Merakla bakın aynada gözbebeklerinizin derinliklerine, önyargılarımızla ordayız. Hayatlarının bizden iyi olduğunu düşündüğümüz insanların ne kadar şanslı! olduğunu tekrarlayan bizler, Onlara özeniyor, onlar gibi yaşamak için tüm köşelerimizi törpüleyip duruyor sonrada kendimize benzemeyen bir benle akşam içki kadehi tokuşturuyoruz. Araba kullananlar bilirler, en rahat ve güvenli yer sürücü koltuğudur. Deyin ki hayat arabanız. Direksiyonu kimselere vermezken neden hayatımızda bu kadar rahat başkalarına bırakıyoruz idareyi.

Eğer hayatımızın ”Keşke...” ile başlayan cümlelerden oluşmasını istemiyorsak,buyrun  kırın hapishanenizin duvarlarını , salın kendinizi çayır çimene!
Yoksa siz hayatınızı elinize alma sorumluluğundan mı kaçıyorsunuz?????

7 Temmuz 2010 Çarşamba

YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEYİN LÜTFEN!

Hani bazen kalırsınız, tek bir söz söyleyemeyecek halde, diliniz ağzınızın içinde öylece durur, gözleriniz sabitlenir, yüzünüzde aptal bir sarkma. Olmaz mı size böyle?


Bana çok olur. Bir cümlede, ezgide, bazen bir resimde yada manzarada öylece kalırım.KAL GELDİ hali.

Dışarıdan bakan için pek komik olan bu halle ben, dün sabah kalakaldım. Şansa kimse o görüntümü görmedi:)



Bir şair varmış, evrende yaşayıp terk etmiş bedensel olarak ama binlerce insanın gönlünde yaşıyor. Adı Pablo Neruda. 1904’te Şili’de doğmuş, 1971’de Nobel Edebiyat Ödülü almış, 1973’te sonsuzluğa göçmüş. Hayatını merak edenler wikipedia’dan okuyabilirler.

Bu şahsın bir çok şiirinden bir tanesini, Facebook ortamında bizlerle paylaşmış bir dost. Bazen facebookta bunca şeyi paylaşanlara -ki buna bende dahilim.- neden yapıyoruz diye sorar oluyorum

Ama bakın ne güzel bir şey paylaşmış bu arkadaş. Sonra girdim internete ve araştırıp ucunu buldum ve blog severlerimle paylaşıyorum tabii kendi yorumumla...



Yavaş yavaş ölürler,

Seyahat etmeyenler.


Yavaş yavaş ölürler,

Okumayanlar, müzik dinlemeyenler.

Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar.


Yavaş yavaş ölürler,

Alışkanlıklarının esiri olanlar.

Her gün aynı yolları yürüyenler.

Yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler.

Giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler.

Tanımadıklarıyla konuşmayanlar.


Yavaş yavaş ölürler,

Tutkudan,heycanlardan ve duygulardan kaçanlar.

Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.


Yavaş yavaş ölürler,

Aşkta ve işte bedbaht olup, yön değiştirmeyenler.
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar.

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.


Yavaş yavaş ölürler,

Özsaygılarını ağır ağır yok edenler.

Kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler.

Ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar.

Daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler .

Bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.






Deneyelim ve kaçınalım yavaş ölümlerden.

Anımsayalım her zaman,

Yaşıyor olmak, yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.



Nedersiniz şiirin gücü bu olsa gerek, her satırında büyük öğütler taşıyabilmek.

Ben neden kaldım bölümüne gelirsek, hayatlarına bir şey katmayanları her zaman sığ bulmuşumdur. Bir insan eğer bu dünyada yaşama şansına sahipse bu öylesine doğum-ölüm doğrusunda olmamalıdır düşüncesindeyim. Yaşamım boyunca da böyle düşünen insanları hayat kapımdan içeri sokmamaya, yanlışlıkla maskelerinin alından pulundan etkilenip soktuysam, özenle dışarı atmayı kendime görev bilmişimdir. Her sene yeni bir yer görmeyi, birkaç kitap okumayı, bilmediğim tanımadığım biriyle sohbet etmeyi, yeni bir şey öğrenip şaşırmayı da kendime görev bilmişimdir.Bildiklerimi başkalarına anlatmaktan hezaman keyif almışımdır, amaç üstünlük olmamıştır. En az 1 kez aşırı mantıksız bir aksiyonda bulunup kendimi bile şaşırtmışımdır. Sızlanacak ve değiştirmeyeceksem konuşmamaya özen göstermişimdir.

Siyahtan vazgeçmeyi hala denemekteyim. Arabamın Ev rotasını zaman zaman manzaralı olsun diye sahilin trafiğine sokmuşluğum vardır. Çok mutlu olduğumda sokakta zıplayabildiğimi görünce KALDIM.

Hadi sizler de bakın bakalım nelerden dolayı bu şiiri okurken kaldınız.

Eğer eksik olduğunu düşündüğünüz bir satır varsa bence şiiri geliştirebiliriz.