2 Ağustos 2010 Pazartesi

Nasıl Anılmak İstersiniz?

Yeni yazım biraz karamsar gelebilir ama inanın sonuna ulaştığınızda böyle düşünmeyeceğinizden emin olarak karalıyorum.


Türkiye gibi arabesk bir ülkede yaşayıp ölümü düşünmemek neredeyse imkansız. Dağlarda ölenler, trafikte parçalananlar, eşini dostunu doğrayanlar, hastalıktan tedavi olamayıp hastane kapısında ölenler.
Bazen ölüm çok yakınınıza gelir, gazetelerden, haberlerden daha yakına, sevdiğiniz birine. Hele “sırasız bir ölüm”le bir annenin sevgili bir çocuğunu, bir kadının eşini yada ve bir çocuğun babasını koparıp götürdüğünde, dünya, evren, varlık üzerine düşüncelerinizin ölçeği değişir. Dünyayı farklı gözlerle yorumlamaya başlarsınız.
Gündelik hırsların, sonu gelmez didişmelerin, yok edici kavgaların ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu birkez daha kavrarsınız. Sahip olamadıklarınız yerine olduklarınıza şükür etmeyi
öğrenirsiniz.


Eminim hepimize şu trajik komik soru sorulmuştur;
“ Yarın ölecek olsanız, bugün yapmak isteyeceğiniz 3 şey nedir?”
Hemen şöyle cevaplar gelir bizlerden,
Bol bol yemek yerim, en pahalı arabayı alırım, çocuklarımla bütün gün yasaksız yaşarım, eşimle en çok gitmek istediğim yere giderim, annem babamla daha fazla vakit geçiririm, küs olduğum arkadaşımla barışırım.... vs vs vs ...Sanki bunlar yarın ölmezsek yapabileceğimiz şeyler değiller, sadece bir son beklentisiyle kontrolümüzü kaybetme hakkını tanırız kendimize...

Ama ben bu sefer farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağım, Ve soruyu modifiye edip şöyle soracağım;
“ Öldükten sonra anılacağınız 3 şey nedir?”

Biricik, pek sevgili rahmetli Büyükbaba’m, bize kendisini anmamız için 3 şey bırakmış.

- Benim evlenmeden önceki , Anne‘min ve Dayı’mın ise hala oturduğu apartman. İsmi belli “ KANARYA” ! Onu tanıyanlar bu ismin önemini bilirler...
- Bir Klüp’ e asil üyelik, klübün adı belli Fenerbahçe!
- Bir ülke vatandaşlığı - Ülke belli İtalya!
Onu, sonsuz doğuya uğurlayalı 16 koca sene oldu ama bunlardan bir tanesinin adı anıldığında, arkasından hemen onun isimi anılır.

Eşimi düşündüm, neyle anıyoruz onu diye,
Evde kibrit koleksiyonu var, yaşarken saçma bulurdum ama geçen gün bu yazıyı olgunlaştırmaya başladığımda, çıkardım dolaptan onları, şimdi salonun en güzel yerindeler.
Antep’e gittik, baklava konuşurken fark ettim ki hepimizin ağzında onun adı, bilenler bilir, her bayram öncesi onu seven dostları üşenmez koca koca tepsi baklavaları yüklerdi otobüse bizde afiyetle yer ve dağıtırdık herkese.
İşler kötü mü gidiyor buluş onunla, iki tek at, OH her şey pespembe, hiç siyah gözlükleri olmadı...
Zar atardı tavlada, hep çift, belki Guniess’e başvurmalıydı.
Eve bir ihtiyaç mı alınacak en pahalısı veya en fazlasından alınırdı.Onun sofraları bol olurdu.
Köpek, lafı geçince bile içi titrerdi korkudan, bir Misket’le arası iyiydi.
Çocuklar dedin mi ağzı burnunda bir panik bir panik...
İşiniz hallolsun diye tanıdık mı arıyorsunuz, buyrun Alp emrinize amade...

Kaç gündür düşünüyorum, beni aldı bir panik, ben neyle anılacağım diye.
Ancak 1 tanesini anımsanmaya değer buldum kendimde.
Bir kurumunda gönüllü çalışmak. Sonuçta gönüllü yapılan bir hizmetse anılmaya değer diye düşündüğümden.
Bunun dışında hiç elle tutulur bir şey yapmadığım için neyle anımsanacağımı bulamadım.
Ne yazdığım bir kitabim var, ne boyadığım bir tablo, ne bir heykel, ne de bestelediğim bir şarkı.
Ne adıma bir müzem var, ne birine bırakacak mirasım yada banka kasam.
Bir bebek koleksiyonum var, bir de fotoğraflarım. Bir de yanmış 250tane ağacım.
Bu durumda neyle anılacağım ben????
Kafam bunlarla dönerken, Can Yücel’in yüce kaleminden çıkmış bir şiir çıktı karşıma.Bakın tesedüfe!

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..

Rahatladım, ferahladım, hafifledim ...Ve anladım. Öldükten sonra sadece çok sevilmeyi diliyorum.
Tıpkı “O”nun gibi....

6 yorum:

  1. oooo benim fotoğraf da cuk oturmuş..
    ben çok etkilendim bu yazından..
    bende bazen bunu düşünürüm ve az buçukm yeteneğimle birşeylr bıraktığımı düşünüyorum..sende en önmlisini bırakıyorsun aslında..burada günlük tutar gibi yazdığın yazılarını,bu senin için,bu sen'sin! Daha ne olsun..
    not: fotoğraflarımın hakkı saklıdır ;) rica edicim adımı en azından çizittiriver altına ayol:))) sevgiler sevgilerrrr

    YanıtlaSil
  2. Özellikle bugün, öyle iyi geldi ki bana bu satırları okumak.
    Hayatın akışına kaptırmışken kendimi belki biraz sıkkın, hatırlattı aslında sevmek ve sevilmekten öte herşeyin ne kadar anlamsız olduğunu.
    Seni seviyorum....:))

    YanıtlaSil
  3. Maalesef bu konuda pek de anlaştığımızı düşünmüyorum. Bu dünyada yaptığın bu dünyada kalıyor, biz ebediyete göçtükten sonra bu dünyada hatırlanmak yada hatırlanmamak kaygısı olması pek bana göre değil aslında. İnsanların beni neyle anacağı konusuna gelince, eğer beni gerçekten seviyorlarsa bana değerimi yaşarken vermeliler ben öldükten sonra "ahhhhhhh jacko şöyle adamdı" demeleri pek bir şey ifade etmiyor. Onun için siz siz olun hazır vakit varken etrafınızdaki herkese onları neden sevdiğinizi söyleyin ki yaşarken mutlu olsunlar, sonra çok geç olabilir çünkü.

    YanıtlaSil
  4. Nihalciğim resmin sana ait olduğunu yazmama ayıbım için özürlerimle...HERKES BİLSİN CANIM ARKADAŞIM SIRADIŞI GÖZLERE SAHİPTİR...Yorumunun içtenliği için çok teşekkürlerimle...

    YanıtlaSil
  5. LİNET'im bende seni seviyorum ve hayatımın keyifli noktalarında olduğun gibi, sıkıntılı noktalarında da yanımda olduğunu bilmek beni mutlu ediyor.
    En sıkıntılı anında bir alo kadar uzağındayım...

    YanıtlaSil
  6. Jacko bey, çok az ortak noktamız olmasına rağmen yorumuna tamamen katılıyorum ve yorumunu okuduktan sonra sizi arayıp ne kadar sevdiğimi "yaşarken" söylemek istedim ama telefonunuz kapalı...

    YanıtlaSil