21 Kasım 2011 Pazartesi

ÇOK SES, TEK HEDEF!


     Dolu dolu bir Pazar günü yaşattım kendime. Bu yolculuğa her sene bu zamanda çıkarım ve inan ki her seferinde başka bir “BEN” olarak evime dönerim.

Çoktan seçmeli bir ortamda, gönlünüze, aklınıza ve bedeninize uyum sağlayacak en iyi sonucu bulmak pekte kolay bir seçim değil. Deneyenler benimle aynı fikirde olacaklardır. Yakın cevabı seçmek bazen cevabı bilseniz de zor oluyor. Her sene başka bir yöne kendimi ittiğimden, bu sene felsefik çalışmaları bir yana bırakıp onun yerine keyif katmayı seçtim. Bu seferde bu ekip beni yanıltmadı ve seçmekte zorlansam da sonuca çabuk ulaşacağım 4 workshop kararını verdim.

Saat dilimleri arasında tanıdık yüzler, eski arkadaşlıklar, telaşla yer arayan bedenler, yanlış yöne inip çıkan asansör, kafeteryada yemek, bisküvi, kek, meyva, kahve, limonata...

Her sene koyulan başlık bu sene çok heyecan vericiydi benim için. ÇOK SES,TEK HEDEF! Herkes farklı anlamlar yüklemecektir. Bazıları fark bile etmeyecektir belki bu başlığa ama benim için anlamı; Kalabalık ortamlarda herkes farklı düşünme özgürlüğüne sahiptir. Ama konuşulanlar, söylenenler yada yorumlananlar ne olursa olsun hepsi tek bir hedefe odaklanır ; İnsanlık için en iyisine. Bu fikirle kendim iyi olursam etrafımdaki herkesi iyi edebilirim mantığını güderek ilk workshopa attım kendimi.

11.00-13.35 Hayatınıza oyun katın.

Başlık bile mükemmeldi. 17 seçim arasından tek istediğime sahip oldum ve sınıftan içeri daldım. Beni karşılayan yaşça benden oldukça küçük 3 bayan, benden oldukça yaşlı bir bayan. Anlayacağınız erkekler hayatlarına oyun katmak istemiyor ya da oyun oynamayı çocukça sanıyorlar. Bakalım ilerleyen saatlerde görsel değişiklik olacakmı diye merakla beklerken sınıftan içeri giren ilk erkeğe bakıp gülümsedim. ( Sonradan öğrendim ki kendisi bu sınıfa workshop’u hazırlayan zatın babasıymış...) Her odayı bir yöneten var ve bu odanın yöneticisi dinamik, farklı bir. Koç lisesinden mezun olup Amerika’ya okumaya gidip bitiremeden dönüp Koç Üniversitesinden mezun ama bakın hobisini neye döndürmüş. Darısı tüm hobi severlere. En bilinen kutu oyunu MONOPOLY, sözcüğü Türkçe karşılığıyla Tekel anlamına geliyor.1929'da Charles Darrow tarafından bulunan oyunun Hasbro'ya göre patenti 1935 yılında alınmış olup, yaklaşık 750 milyon kişi tarafından oynanmıştır. Bu rakam Monopoly'i dünya tarihinde en çok oynanan ticari masa oyunu yapmaktadır. Bilinen kutu oyunlarından sıkılıp daha engin arayışlara girmişler ama ne yazık ki ülkemizde tek kutu oyunu sahibi HASBRO’nun seçenekleri onlara yetmemiş ve Amerika’da okurken bunu geliştirip burada onlara destek veren bir cafede kutu oyununu geliştirmeyi başarmışlar. Yolunuz düşerse ve biraz oyun katmak isterseniz hayatınıza buyrun Kuka Cafe’ye. Perşembeleri akşamları tüm oyunlar sizi bekler. http://tr-tr.facebook.com/KukaKafe. Ilk oyun DİXİT. En kısa zamanda edineceğim bir oyun. Daha sonra Settlers of CATAN ve daha nicelerinide deneyimlemek isterdim ama 1 saat kalıp kaçacağım bu odadan saatin nasıl geçtiğini bile anlamadan 2 saat sonra yenilenmiş ve çocuklaşmış bir ruhla acıkmış karnımı susturmaya gittim.

Yeni saat dilimi ve yeni bir seçim. Dedim ya bu sene felsefe kenara gelsin eğlence ruhuma... Bir film seyretme kararı ladım. Değişik bir ses duymaya ve başka hayatları incelemeyi sevdiğimden seçim yapmam kolay oldu.



14.30-15.40 Film Gösterimi “ My Sweet Canary”

Filmin açılış şarkısı Rampi, Rampi. http://www.youtube.com/watch?v=LxPvrrFUKOA

Dinleyin eminim hepiniz çocukluğunuza, anneannelerinizin dönemine döneceksiniz. Ben döndüm ve kirpiklerimin arasında iki damla anı yakaldım canım anneanneme ithafen.

Bugün miadını doldurmuş olan REMBETİKO müzik türüne uzun yıllar sonra şapka çıkarmamıza vesile olan bir belgesel : "Sarı Kanaryam" (My Sweet Canary) 11 Mart'ta başlayan Selanik Belgesel Festivali'nin açılışında gösterilip ayakta alkışlanan bu enerji dolu belgesel, fakir bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğan ve Yunanistan'a göç ettikten sonra efsane mertebesine ulaşan rembetiko sanatçısı Roza Eskenazi'yi anlatıyor. Daha fazla bili isteyenlere http://tr.wikipedia.org/wiki/Roza_Eskenazi

Rembetikonun bu taçsız kraliçesinin yaşam öyküsü, hüzünlü anıların hakkını verdiği gibi sık sık gözyaşlarını da tetikliyor. Belgeselde, Türkiye, İsrail ve Yunanistan'dan birer müzisyen, muhteşem sesi ve kemanesiyle İstanbul'dan katılan Mehtap Demir; yol arkadaşları Tomer Katz ve Martha D. Lewis. Eskenazi'nin izinde İstanbul-Selanik-Atina hattında ortak bir yolculuğa çıkıyor. Filmin yönetmeni Roy Sher'in oluşturduğu ekip, yoksul bir ailenin çocuğuyken şans eseri keşfedilip kulüplerde şarkı söylemeye başlayan ve yıldızı hızla parlayan Roza'nın, geçen yüzyılı boydan boya kat ederek göçlerin, mübadelenin, Nazi kıyımının içinden geçen uzun yaşamının izini sürüyor. Bu öyküde, "alt sınıfların" müziği olarak rembetikonun neden hep azınlıklar arasında kök saldığının, da ipuçlarını yakalıyoruz.

Harika bir müzik şöleni yaşattım kendime. Ne kadar zengin bir coğrafyanın çocuklarıyız bizler. Bunu yeni nesile anlatmam gerektiği bilinciyle ve farkındalığım bir kat daha artmış olarak odadan çıktığımda beni tanıyanların şaşıracağı bir hisle doldum. Yünan müziği, udun tınısı ve kemanın çığlığına eklenen kıvrak oryantal hava hoşuma gitti. Belki yakında bir tavernaya gitmeliyim… Bir kadeh rakı elimde YASU demeliyim Değişmek güzel!

Koşturarak koridorları, merdivenleri, kümelenmiş heyecanla sohpet edenleri aşıp yeni saat workshop odama dalıverdim. Oldukça kalabalık bir oda. Beklemiyordum, çok sevindim. Seçimim gene müzik ve gene hüzünden yanaydı.

15.55-17.30 Jazz

Tarihini bilmem, sanatçılarını tanımam, konserleri takip etmem ama anketlerde sevdiğiniz müzik türüne herzaman bu dört harfli ismi kendimi bildim bileli yazmışımdır. Bu durumda biraz hazır bilgi çok hoş olabilir diyerek harika bir sohpete bırakıverdim kendimi. Çok alımlı bir bayan konuşmacıyı pür dikkat dinleyen yaş ortalaması 40 olan bir topluluk arasındayım.Seda Binbaşgil, üniversite döneminde Amerika’da cazın beşiği New Orleans’taki kluplerde caz dinlemiş ve kişisel bir arşiv oluşturmuş. Arkasından da Açık Radyo’da “Esintiler” isimli bir programın 15.senesinde. Boğaziçi Üniversitesi ve Simya Galeri’de dersleri halen devam etmektedir. İlgilenenler kaçırmasın, tabii bende…

Caz, ilk kez ABD'de, 1900'lerin başında gelişmeye başlamış bir müzik türü. Bu müziğin dünya ile tanışması ise 1917 yılında Dixieland Jazz Band'in ilk plaklarının piyasaya çıkmasıyla olmuştur. Cazın kökeni Eski Afrika - ruhani törenler, blues ve ragtime - ve batı dünyası geleneklerinden - Avrupa ordu bandoları- gelir. 19. yüzyıl'ın başında oluşmasından sonra caz stilleri yayılmaya, müzik akımlarını etkilemeye başlamıştır. Caz kelimesinin kökeninin o dönemin argosundan geldiği düşünülmektedir. Önerilen anlamlar enerjik, ruhani ve titreşimlidir.

Hayatıma giren ilk Jazz bir filmle oldu. The JazzSinger. Siyahilerin egemen dünyası olan bu müzik türünün ne kadar engin bir geçmişe ait olduğunu tahmin ediyordum ama bunu detaylarıyla duymak çok keyifliydi. Protesto amacı güden bu müzik türünün zaman içinde beyazların dünyasından pay almasına şaşırmamalı. Azınlıklar kendilerini ifade etmek için herzaman sanata başvurmuşlardır hele bu müzik olupta geniş kitlelere duyrulunca yandaş toplamak oldukça kolay olmuş. Azınlıkları herzaman başka bir azınlık desteklemiş tarih boyunca, Jazz’da bundan nasibini alan bir sanatmış. Klüplerin dumanlı havasında çalan piyano, kontrbass, gitar yada saksafon zaman içinde konserlerde çıt çıkarılmadan dinlenen bir ortama dönüşmüş. İlk N.Y ziyaretimde gitmezsen olmaz dedikleri “Blue Note” dumanlı karanlık Jazz klübü tıpkı filmlerde gördüğüm mekanlara benziyordu. Sonradan öğrendim ki bir sürü meşhur Jazz sanatçısı çıraklık dönemlerinde bu sahneden seslenmiş onu sevip ilah yapacak sanat severlere. Birde Nazi Almanya’sı döneminde cdoğaçlama olduğundan ve kontrol edilemeyen müzik türü diye yasaklanan Jazz, sevenleri tarafındanbenimsenince arasına propaganda eklenip topluma ulaştırılması istenen haberlerin duyurulduğu bir araç olduğunuda öğrendim. Tabii ki Sting ve Chris Botti hayranı olarak eve varır varmaz CD’yi takıp dinledim. Kalbimin ritmini dinliyorum, acı ve hüzün doludum…Dinlemek isteyenlere; http://www.youtube.com/watch?v=DpYYJgvgDmo

http://www.youtube.com/watch?v=yxR3TGvzv3E


Biraz da güncel takılmak gerekir diyerek, son seansımı gene çok alımlı bir hanımdan yana kullandım.

17.20-18.30 Farklılıklar içinde Harmoni

Prof. Dr. Nilüfer Narlı, ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesinde Felsefe ve Sosyoloji bölümlerini birincilikle bitirmiş, daha sonra Malezya’da Siyaset Sosyolojisi dalında doktora eğitimi almış.

Çarpıcı bir başlık ve gündemde çok olan bir olgu farklılıklar. Herkes kendinden olmayanı kendine benzetmeye, diğer bir değişle “ Ötekileştirmeye” çalışarak geçiriyor. Oysa farklılıklarımızla bir arada yaşayabilsek ortaya çıkacak harmoninin güzelliğyle ne yollar kat edebiliriz kimbilir.

Bir düşünür şöyle demiş; “ Hepimiz memeli ırkından geldiğimizi hatırlarsak belki daha güzel bir dünyamız olur.” Ne dersiniz düşündürücü değil mi? Jerzy Kosinkski’nin Boyalı Kuş adlı eserini okuyun diye tavsiye aldım ve hemen not ettim ilk fırsatta…

Türkiye’de bir araştırma yapılmış, kimi komşu olarak istemezsiniz diye ve 72% oyla eşcinsel komşu 1.sırada yer alırken, 2. Sırayı gayri Müslim bir komşu almış. Ne kadar çarpıcı ve düşünmemiz gereken bir noktadayız. Ön yargılarla dolu bir toplumda empati yeteneği olmayan insanlar arasındayız. Allahtan Adana’da “ Benim komşum eşcinsel.” kampanyası başlatılmış. Hoşgörülü ve vicdanlı gençler yetiştirmek yerine, ötekileştirmenin, ayrımcılığın hayatın bir ‘normal’i olarak kabul edilmesine göz yuman anlayışın karşısında olmayı deniyorlar. Ne mutlu bize ki ötekileştirmeden kabul etme yolunda bir adım atabilmişiz. Darısı diğer konulara inşallah… İnsan olma paydasında buluşup, farklı kültürlerimizle zenginleşmeyi hedeflemeliyiz diye bitirdim günümü.

Zihnim, bedenim ve ruhum dopdolu arabama atlayıp sabahtan beri kendi hallerine bıraktığım yavrularımın yanına farklı bir BEN olarak döndüm…

Bu güne katılan 1000'den fazla insan var. Herkes farklı bir workshop’a katıldı. Keşke birileride bana girdiği diğer odalardan alıntılar yazsa da zenginleşsem diyorum. Kimbilir belki de gerçekleşir.

2 yorum:

  1. Çok değişik ve anlamlı bir gün yaşadığın belli oluyor arkadaşım..seni farklılaştıran değiştiren yada geliştiren her ne ise senin adına mutlu olabilirim ancak..taverna işi bana pek ciddi gelmedi ama isteyerek gideceksen ben varım yasuuuuuuuuu:))))

    YanıtlaSil
  2. Her zamanki gibi farklı deneyimleri kendi farklı bakış açısından en iyi şekilde ifade etmeyi bilen arkadaşım bu deneyeimini de "keşke bende gitseydim" dedirtecek güzellikte yazmış. bir dahaki seneye ne olursa olsun Lımmud'u kaçırmayacağıma eminim..

    YanıtlaSil