7 Mart 2017 Salı

BİR DERİN AYAK İZİ ...

Longozdayım. Kelime anlamı su basan orman demekmiş. Meşe, Kayın, Gürgen ağaçları arasındayım.









































Önümde bir Gürgen. 

500yaşından fazla. Ölmüş. Insan haliyle üzülüyor. Acı hissediyor. Bunca zaman yaşa ve git bir rüzgara yenik düş. Kırsın seni ortadan ikiye, paramparça etsin. Alsın fırlatsın toprağa.

Rehperimiz Halil boş baktı yüzümüze. Orman köylüsü o. İşi ağaçlarla. Hiç üzülmemişti öldüğüne. “ Vakti gelmişti. Buralar onun yüzünden karanlıktı. Bedeni ormana güzellik katacak. Yere düşen bedeninden toprak can bulacak. Burdan geçen insanlar, yaşayan hayvanlar onun açtığı açıklıktan gökyüzünün güneşini görebilecekler. Yere vuran güneş ışığı binlerce canlıya hayat verirken topraktaki tohuma sağlıklı büyüyecek ortam sağlayacak. Siz hala üzgün müsünüz?” deyince; Hayır dedim. Hayır çünkü doğa bir gidişe başka bir geliş veriyor. Bunu bu ortamda yeniden deneyimlemek ne hoş oldu. Kocaman kırık ve çürüyen gövdesine elimi koydum. Sevgiyle sarıldım. Başımı eğip iyi ki dedim. Gövdesinden bir parça kopardım bana bunu hatırlatsın diye ve tek yapabildiğim toprağına ayaklarımla basıp izimi bırakıp devam etmek oldu.



Heryer kurumuş yapraklar, gökyüzünden sızan ince güneş ışığı ve ayaklarımın altında toprak.. Birden elimde olmadan gidişlere takıldım. Kaç türlü gidiş var? diye sordum longozun suyundaki aksime.

   ^Ölmek

               ~Terk etmek

                                  }Kaçmak
         -Kovulmak

                           *Göç etmek

………………………………………………………>>>>Yola çıkmak


Hayatta iki çesit yolcu vardır.
Birincisi haritaya bakarak yolculuk ederler
Ikincisi aynaya bakıp yolculuk edenler
Haritaya bakan yolcular hep giderler
Aynaya bakan yolcular ise hep eve dönerler
Bende yol boyunca evimi düşündüm.
Yüreğimdeki evimi
Beni huzurla dolduran minicik evrenimdeki evimi, yüreğimi. Nerede olursam benimle olan. İncitmeyen, sarıp sarmalayan. Su gibi akışkan, güneş gibi sıcacık. Ne önemi var hangi topraktasın sonuçta senin olduğun her yer evren.








Önümüze bir öbek eşelenmiş toprak çıkınca durduk. Domuzlar eşelemiş. Anlamsız ama durum bir hayli faydalı. Hayvan aç, soğansı kökleri olan kardelenleri arayıp bulup açlığını bastırırken diğer yandan da toprağı havalandırıyor. Her şeyin bir sebebi var.


Yol boyunca her yer kokina dolu. Yılbaşından yılbaşına görmeye alıştığımız bu bitki iki gün boyunca bedenimin acısına dönüştü. Güzel yılbaşı dilekleri yerine ormanda yürürken yorgun düşen bedenimize acı çektiren bu bitki kan dolaşımına destek olup tüm yorgunluğumuzu da alıyormuş. Her şeyin sebebi var.


Tabii ki acıları düşündüm. Hasta yatağa bağlı bedenleri, ilaçla şifa bulamayanları, yakınlarını o ya da bu nedenle kaybedenleri, şehitleri... Ne çok acı var evrende ama genede yaşam var çünkü hayat en güzel hediye bize. Kokinalar battıkça iyi ki hayattayım demeye başladım.
 







Gün ışığının sık ormanda karanlığa teslim olduğu bir anda bir ağaç gövdesi buldum... Üzerine çıktım korkusuzca. Beni taşıyacağına inancım tamdı. Yukarıdan baktım toprağa. Kendimi bir orman perisi yerine koydum. Uçtum... her güzelliğin benden ve herşeyin sadece ben olduğumu hissederek. Ve bu soruda takıldım bir ağaç dalına çarpıp.


~Tükettiklerimizi üretebilir miyiz?

Hemen aklım yiyeceklere gitti. Tabii ki dedim. Otlar, tahıllar, etler, balıklar, şeker, kakao binlercesi hepsini tüketiyorum ama üretede biliyorum. Yazık dedi bir ses...
Ya fikirler?
Yargılayarak tükettiğim fikirlerin yerine yenilerini üretebiliyor muyum?
Azra Kohen'in Aeden kitabinda diyor ki;  Bedenimizi beslemek icin tükettiğimiz şeyler vardır. Bazen de bir kişiyi her yargıladığımızda onu tüketiriz. Her an yaptığımız bu düşünce eylemiyle ne çok insanı tüketiyoruz fark etmeden. Kimseyi yargılamadan yaşamak... Evrimin son boyutu bu olmalı. Başka bir dünya mümkün ama emek lazım.




Derken dikenlerin arasına daldım. Yer yer bedenimi saga sola çevirerek, yer yer üzerinden atlayarak. Bazende çaresiz sürtünerek geçtim. Aslında sen uyumlanınca hepsi seninle akıyor. Ters düşüp, kavgaya tutustuğunda batıyor, itiyor seni. Her ortama ayak uydurmak bir marifet. Öncelikle kim kimden üstün yok. Bazen su toprağı örtüyor bazen toprak suyu içine alıyor. Bazen ağaçlar dostane , bazen dikenler sarıyor her tarafı. Kardeşlik bu işte. Kimse kimseden üstün değil.












Ayaklarım çamurların içinde bata çıka yürürken dedim ki toprak olmak ne güzel. Eğer yüreğin keyifle yaşadıysa, sevgiyle sarmalandıysan, kendini şımartırken evreni daha yasanılır  kıldıysan, bir çocuğu yüzünde gulümseme olabildiysen, canın istediğinde dans edip, canı istediğinde durduysan, varsın toprak olsun ne fark eder zaten yaşarken toprak gibiymişsin. Besleyici, sevgi dolu, üretken, kapsayıcı...






Vakit tamamdı Her yere ayak izimi bırakıp eve doğru yol alma vaktindeydim. Bedenimde dikenlerin battığı yerdeki çizikler, yüzümde kocaman bir tebessüm ve ciğerlerimde bol oksijenle longoza veda edip tekrar için bir tel saçımı toprağa bıraktım. 



Bir an zorlu tırmanışlar, bir an keyifli manzaralarla geçen zamanın farkında bile olmuyor insan. Hayatta böyle, biraz zorlu, birazdan fazla keyifli, ne de olsa en güzel hediye. 


Orman perisine de fısıldadım 
“Yaşanılan her an için şükürler olsun.”







Her gidilen yerden bir şeyler getirmek adettendir. Bunlarda bu güzel orman macerasından bana eklenenler oldu.














not: Bizim bile zor tırmandığımız yerlerde inek boklarını görmek tarifsiz bir karmaşaydı:) 

1 yorum:

  1. yıne supersın orman perısıne benım ıçınde fısıldaaa

    YanıtlaSil