Ben ada yaşamını geç
keşfedenlerdenim. Bir yere ısınmam için onunla zaman geçirmem gerekiyor. Ruhuma
iyi geleceğinden emin olana kadar mesafeliyim ama ısındıktan sonra içinden
çıkarabilene aşk olsun.
Adada yaşam benim için
tam da böyle oldu.
Çocuksu çekişmelerimden
dolayı10 yaşımda nefret ederek terk ettiğim ada 47 yaşımda keyif aldığım bir yere dönüştü. Bu akşam adadaki son gecem ve içimde hüzünle karışık bir AŞK hali.
Hatırlanası keyifli
anlarıma eşlik eden ada hayatı bu sene bana kısa. Her sene 3 ay kaldığım adayı
yaz hala devam ederken bitiriyorum. Şehire doğru yol alıyorum. Şehir suyun öte
tarafı. Adada olunca sanki kaos suyun diğer tarafında kalıyor. Çalışıyorum,
gidip geliyorum ama şehrin deli koşturmacası hep suyun öte tarafında.
Çalışırken esen yaz rüzgarına çiçek kokularını ve martı çığlıklarını - sinir bozucu olsalar da- ekliyorum. Arabasız
bir ortamda sürekli yürümek, bisikletli insanımsılardan kaçmak , hep bir şeyler
taşımak, yerdeki at boklarının iğreti görüntüsüne eklenen rezalet kokusu,
carşaflı turist profiline eklenen yurdum insanlarının çılgınlıkları olsa
da ada ruhuma iyi.

Karşımda, her akşam salıncağımdan
seyrettiğim turunculu siyahlı gün batımı.
Sanki turuncu
adım adım direniyor Az sonra her yeri kaplayacak siyaha. Bu bir bitis mi
turuncu için? Bir baslangıç mı? Yoksa turuncu siyaha dönüşüyor ardından
tekrar turuncu mu olacak?
Peki ya mavi olduğunda ne oluyor? Gök aynı gök
değil mi?
Dönüşüm ve devinim
bana huzur veriyor. Her şeyin gelip geçtiğini ve anda en güzel olduğunu.
Adada bir rutin çarşıya
doğru yürümek. Çok alıp stoklamak ada evinin dar alanında mümkün olamayınca
her an alınacaklar var. Her şey tamam dediğinde bile hep bir eksik
çıkıyor. Yürüken birden bire bir ses! Kafanın tepesinde bir ding dang
dong ...
Sayın Adalılar
Konuşma böyle başlayıp
bzzzzst diye kapanıyor.
Tiz sesli o
mikrofondan adalılara bu yöntemle duyurular yapılıyor.
Bir tür toplu
Ananos...
Acaba başka adalarda
da var mı bu yöntem?diye düşünüyorum.
Anons sayesinde
cenaze, sergi, konser gibi bilgiler aktarılıyor. Yaşamadık ama afet veya daha
vahim durumlarda da en kolay yöntem bu olsa gerek. Hem de kaçıran olur diye iki
kez tekrarlanıyor.
Ama ne olduysa ilk
defa bu anons kulağımda bir başka çınladı. Yüreğimdeki bir yere dokundu ve klavye
tıkladı.
Düşündüm de sanki
hayatta bize böyle anonslar yapıyor.
Mesela;
“Stella, bu hafta güzel
olacak,” diyor sanki. Bendeki farkındalığı yükseltiyor ve güzellik o gün bir
sergi gezmek oluyor.
Ya da diyor ki;
“Stella, her şeye rağmen
devam etmelisin.”
Sanki bu anonslar
içinden çıkılamaz bir anla karşı karşıya kalınca duyuluyor.
Ya da;
“Bu gün mucizelere açık
ol,” diyor. O anda delice ihtiyaç duyduğun kambuça kavanozunu kapatacak lastiği,
biri en cok istediğin lavanta demetiyle sana sunuyor.
O anonslar bir dolu
sözler fısıldıyor.
Bu işe gir...
O yola sapma...
Denemelisin...
Korkma...
Git...
Duyamıyoruz çünkü
kanımca içsel olarak hazır olmadan hiç bir şey gerçekleşemiyor. Her seferinde
bu teoremi kendime doğrulamama rağmen bazen öfkeleniyorum neden duyamıyorum bu
anonsları diye. Ama şimdilerde biliyorum artık o anonslar tam ihtiyaç duyduğunda
sana kendini duyurmayı biliyor.
Geçmiş dostlukları
karşına çıkarabiliyor sen sayfaları kapatasın diye, hiç gitmem dediğin yere
seni itiyor, asla yemem dediğin yemeği yalanarak yediriyor ve bu ben değilim
dediğin her anda bu tam da sensin diyor.
Insanın en kuvvetli
olduğu alan yaşamı değiştirme becerisi ama daha kuvvetli olduğu ise yaratma
becerisi. Coğunlukla hikayelerle düşünüyoruz gerçeklerle değil ve istediğimiz
hikayeyi yaşıyoruz. Yazdığımiz hikayeleri kendi gerçeğimiz yapınca sonuç salt
mutluluk oluyor. Işte o anda anonsu duyuyoruz.
“Doğru yoldasın
Stella, devam...”
Bu anonsu duyamakta
ancak içeriden oluyor.
Güzel anonslarınız
olsun...