8 Kasım 2018 Perşembe

THREE OBJECTS














Hayat üçlemelerle dolu.
Iyi, kötü, çirkin
Soğuk, sıcak, ılık
Tatlı, ekşi, acı
Ben, Sen, O
At, avrat, silah
Tabii ki rakı, balık, peynir





Daha niceleri gelecektir aklınıza ama ben 10.000mt’de şu fotoyu çekince kendi üçlememi yazmaya karar verdim.

Yüzük, bilezik, bileklik

Bu objelerin hepsi bana hayatta birileri tarafından verildi.



Bir cafedeyiz. Her Istanbul ziyaretinde az da olsa bütün imkansızlıklara rağmen buluşmayı başardık biz onunla. Dünyanın bir ülkesinde yaşayan onu ve beni birleştiren tek bir kelime var; “Kanser”
Bizden aldığı kocaman olan bu 6 basit harfin yeri, binlerce harfle dolabiliyor. Sevgi, destek, dostluk, paylaşım, göz yaşı, anılar, yazılar, acı çeken bedenler, sarılmalar, uykusuz geceler... Bitmez bu 6 harfe eklenen harflerin sayısı... Bir de güzel karşılaşmalar...  O cafede o gün hayatta bana olmaz dediğim oldu ve O, elindeki yüzükleri çıkarıp bana verdi. Verirken dedi ki; “ Çok baktın, beğendin di mi? Senin olsun, güzel günlerde takar ve bu evrende sürprizlere hep açık olmayı hatırlarsın,”. Doğrudur ki geçen bunca senede nice güzel günlerde taktım ve sürprizlerin olmasına kapıyı araladım. Bu yüzükle çabalamadan havadan öylesine bir şey gelmez kalıbımı da yerle bir ettim.
Tesekkürler Esra Ürkmez...

Uçaktayız, Van’dan dönüyoruz. Hayatımın seyahatini yaptığımı hiç bilmediğim bir yoldayım. Anadolu’yu çok geç gezmeye başladım. Hep derler ki, dünya kocaman görülecek çok ülke var. Koşturduk Paris, Londra, Roma, Prag, Viyana, Amsterdam, Thailand, NewYork… Uçtuk, uçtuk hep uçtuk ama hiç aklımıza gelmedi, Van, Kars, Trabzon, Konya, Edirne, Artvin, Urfa, Mardin, Antep... Hep başka ülkelere giderken yaşadığımız ülkeyi hiç tanımadığımızı bilmedik. Iç turizim bizim işimiz değil dedik. Deniz kenarları hariç içimizi bıraktık, dışa döndük. Hayatta da hep böyle yapmıyor muyuz? Hep dışa önem veriyoruz. Dış görünüş, dış sesler, dış mihraklar... İçimize ne oldu? Unuttuk gitti.
O gün hayranlıkla gezdiğim Van’dan dönüyorum. Uçak koltuğundayım. 3 yeni arkadaş eklemişim hayatıma, hem de aniden, hiç planlamadan... Oh! Tamara oluvermişiz bir anda Akdamar’da... O müthiş manzarada 4 kadın birbirimize hikayelerimizi anlatmışız. Içsel dünyalarımızı açmışız korkmadan. Sırlarımızı vermişiz birbirimize çekinmeden. O gün gördüm bileziği kolunda,  görüp hayran oldum. “Keşke benim olsa,” diye fısıldadım içimin içinden o yere balık çizerken.  O duymadı sandım içmin sesini. Bileziği Istanbul’a kalkıştan 5dk önce getirip bileğime takıverdi. Öylesine, sessizce. Öylesine şatafatsız... Öylesine dosthane...
Bana havadan hiç bir şey gelmez dediğim dönemlerdeyken ikiledim bir anda. Merhaba dedik ve bir daha hiç kopmadım iç sesimden.
Teşekkürler Ali Canip Hocam...



Büyükada’dayız. Gün batmış ve biz renklerin ve sohpetin sarhoşu olmuşuz. Acı çekiyoruz biten gidenlerden... Sarılıp geçecek bunlar diyoruz. Her zaman geçtiğini biliyoruz. Kalan sahalar bizim diyoruz, gidenlerden daha büyük  sahalarımız olduğu için şükür ediyoruz. Mutluluğu dışarıdakilere değil içimizdeki aşka bağlıyoruz. Kendimize sarılmayı unutuyoruz ama gün batımında hatırlıyoruz. Ağlıyoruz, gülüyoruz, dans ediyoruz, içiyoruz... O anı kendi içine hapsedip sadece ikimiz biliyoruz. Gün çekilip karanlık her yeri kaplamadan, bedenimizi tuzlu suya bırakıyoruz. Hem arınıyoruz hem de suyun iletim gücünü kullanıp dileklerimizi suya bırakıyoruz. Donarak çıkıp sıcak suda duş alıyoruz. Hala gülüyoruz halimize. 

Bize bakanların deli olduğumuzu söylediklerini umursamıyoruz. Aslında içten içe bunları yapamadıkları için belkide bizi kıskandıklarını düşünmek istiyoruz. Keşke onlarda her isteklerini yapabileceklerini bilseler diyoruz.
Sonra onun evine gidiyoruz, odasından bilekliği getiriyor. “Bu benim, özel anısı var ve üzerindeki çicek altın, değerli yani. Onu sana veriyorum çünkü benim icin altından daha değerli olduğunu hep hatırla,” diye diyor. Birden bire...
Öylesine...
Takıyor koluma ve bir daha hiç çıkarmıyorum...
Havadan bana öylesine gelmez dediğimi üçlüyorum...
Teşekkurler Rina Muraben...





Artık biliyorum çabalamadan havadan öylesine gelir. Sizde bilin, şans değil, tesadüf hiç değil, hep gelir. Sadece görmeyi seçmek lazım.
Emin olun seçince görürüyorsunuz.
İnsan ummadığı yerde aradığı ile buluşturulurmuş.
Emek verilen her şey bir çabadır. Biz kendimize emek versek en büyük çaba o zaten.


Not: Mitch Albom’un bu kitabıda aynen öyle geldi ama o da başka bir blog konusu...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder