8 Mart 2010 Pazartesi

DÜELLO!

Günün anlam ve önemi dolayısiyle bugünkü yazımı Kadınlar Günü’ne itafen yazayım dedim, oysa sırada başka bir fikir vardı o da Perşembeyi beklesin.
Öncelikle Kadınlar Günümüz kutlu olsun. Bunu gerçekten yaşamak isteyip de yaşayamayan kadın sayısını düşünürseniz ne kadar büyük bir gün olduğunu anlarız.
Zamanın kadınları oldukça faal, eskiye göre çok daha aktif. Eskiden sadece evde olan kadın, Cumhuriyet’le birlikte artık her yerde ülkemizde.
Dünya’mızda birçok alanda kendine yer edindi kadınlar ama ne yazık ki hepimizin Allah vergisi özelliği olan doğurmanın yani sıra hem evde eş,anne hem de sokakta kariyer sahibi, işveren, iş geliştiren konumunda olunca ne oluyor.
Yorgun!
Daha ne olalım yani...
Küçük çapta bir internet araştırmasında karsıma çıkan birkaç bilgiyi de ekledim bu yazıya;
Sanayi devrimiyle kadını iş gücü olarak görmeye başlayan dünya, onu hem yüceltmiş, hem de yerin dibine batırmış, kahırlar yüklemiş.
İlk defa 1900’lu yıllarda Kadınlar günü kutlama fikri ortaya çıkmış. Bunu ortaya atan kadın Alman asıllı Clara Zetkin. 1911’de onaylanıp uygulanmaya koyulmuş.
Aman ne iyi oldu değil mi, binlerce hakkımız oldu. Oldu da ne değişti peki;
Halen kadın zülm görüyor, kendi işinde, part time veya “evde üretim” şeklindeki çalışmalarda bulunuyor ve bu tür çalışmaları esasen iş güvenliği olmayan, düşük gelirli
çalışmalar olarak kalıyor. Bankalar kadın girişimcilere para teklif ediyor çünkü büyük işlere imza atacaklarına inanmıyorlar. Nedeni yöneticilerin erkek olması olabilir mi acaba?
Kadınlar işgücü pazarında bir kaç alanda birden faaliyet sürdürüyorlar ve erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Patronlara duyurulur, biz demiyoruz, dünya böyle diyor.
Tabii ki hırslı olan kadın aynı zamanda eğitim konusunda da kendini aşmış, Dünyanın çoğu bölgesinde yüksek öğrenime kaydolma konusunda dev adımlar atmışlar, bazı bölgelerde kadınların yazılma oranları erkeklere eşit düzeye varmış veya erkekleri geçmiştir. Yani biz hem eğitimliyiz hem de herşeyin üstünde performans gösteriyoruz ama gene de hor görülüp oturup ağlıyoruz.

Onun için hep ikilemde kaldığım düellomu başlatıyorum ve "Ev Kadını–Çalışan Kadın'a / Çalışan Kadın–Ev Kadını'na Karşı" diyorum....
Tam da buna uygun bir alınıtyı ekliyorum...

Çalışan kadının iç sesi ve Ev kadını hakkındaki düşünceleri:

İlkokul birinci sınıftan bu yana sabahın erken saatlerinde evden çıkıp, servise binip, bir yerlere gidiyorum. Hayatımın üçte ikisi okulda, üçte biri de iş yaşamında geçti. Karlı bir günde pencere kenarında kahve içmeye, yani evimin sıcaklığına hasretim. Hep çalışmak, hep çabalamak zorundayım.
Ev kadını olmak ne büyük bir lüks kim bilir.
Eğer ev kadını olsaydım;
Dilediğim an yan gelir yatar, dilediğim zaman yemek yapardım. O gün biraz kafam mı bozuk, "boşveeeer" der, komşuya kahveye giderdim. Marketten ıspanak almaya gitmek, o günün programı olurdu. Zamanın efendisi olurdum ne de olsa. Bütün gün benim olurdu. Acele etmeme, öğle tatilinde market alışverişi yapmama gerek kalmazdı.
Kocamın ay sonunda getirdiği paraya razı olurdum. Belki de zaten hepimize yetiyor olurdu bu aylık. Hele bir de arabam varsa altımda, değmeyin keyfime. Bu kuaför senin, bu sinema benim, bu kurs, bu cafe gezer dururdum. Para nasıl kazanılıyormuş diye düşünmeden harcamak ne büyük bir ayrıcalık olurdu.
Çocuğum olunca "efendi"liğim katlanarak büyürdü, eğer ev kadını olsaydım. Biraz onunla ilgilenir gerekince ablasına teslim eder yatar uyurdum . Ev işi bile keyif verebilir . Biraz ütü yapar, biraz uyurdum. Ben yan gelip yattıkça, birileri benim arkamı toplardı nasıl olsa.
Her daim çocuğumun yanında olabilirdim. Hasta olduğu günlerde, o günkü "kahve" programımı iptal etmem yeterli olurdu. Özel izin belgeleri alıp, patronlara onaylatmak zorunda kalmazdım. Kimseye hesap vermezdim.
Ev kadınları, bayram sabahında, kendi yaptıkları tatlıları misafirlerine ikram ederken, başka vaktim olmayacağından ben yeni evime taşınmak için toparlanmazdım. Her bir tatil gününü, bir şeyler halletmek için bir fırsat olarak görmez, bizi anlamayıp hep kendi kapılarının çalınması bekleyenlere böyle uyuz olmazdım.
Eğer ev kadını olsaydım, Dünyanın efendisi, evimin kraliçesi olurdum.

Ev kadınının iç sesi ve Çalışan kadın hakkındaki düşünceleri:

Okul bittiği günden beri yan gelip yatıyorum . Yat, yat, yat. Nereye kadar? Kilolarım gitmek bilmiyor. Popom nasıl da büyüdü.Bir can sıkıntısı, bir iç patlaması yaşıyorum ki sormayın.
Dağ gibi ütü var beni bekleyen. Elim kalkmıyor, gözüm açılmıyor. Esneye esneye akşamı ediyorum. Çocuk gürültüsü de cabası.
Komşu gezmesinden sıkıldım.. O ne almış, bu ne giymiş, hafif kilo almış, kocası onu aldatmış sohpetleri bayıyor içimi. Her gün aynı muhabbet
Eğer çalışıyor olsaydım, hayatta bir amacım olurdu. Çocuk doğurmak ve ev işleri yapmaktan öte bir amaç. Kendim için var olduğumu hissederdim o zaman. Sabahları uyanmak için bir sebebim olurdu. Her gün "Acaba bugün ne giysem?" diye düşünürdüm. Kendime yeni giysiler alır, keyifle alışveriş yapardım.
Gündüz evden uzaklaşmak bana iyi gelirdi. Bütün gün bahçede oturup, başkalarını çekiştiren kadınlardan biri olmazdım. Bütün gün ilgileniyor muyum sanki çocukla. Sıkılıyorum hep aynı evcilik oyunlarını oynamaktan. Çocuğumla gerçekten sevgi dolu bir ilişkiyi paylaşabilirdim, sınırlı olan zamanda.
Köreliyorum böyle evde otur otur. Artık eskisi gibi gülümseyemediğimi fark ediyorum. Kendime güvenimi kaybediyorum zaman zaman. Hiçbir işe yaramadığımı düşünüyorum.
Eğer çalışıyor olsaydım, ara sıra iş seyahatlerine giderdim. Evimi ve ailemi ne kadar özlesem de, yeni yerler görmenin ve yeni insanlar tanımanın sevincini kendime katarak, daha mutlu dönerdim evime.
Her şeyden önemlisi kendi paramı kazanıyor olurdum. Her ay posta kutumuza atılan kredi kartı çıktılarını tek tek inceleyen kocama sinir olmazdım.
"Evimin direğine bir şey olursa ben ne yaparım?" endişesini duymaz, kendime daha çok güvenirdim. Bu güvencenin, evlerimizi tozdan arındırmaktan çok daha önemli bir misyonu olduğunu bilirdim.
Eğer çalışıyor olsaydım, Dünyanın efendisi, hem evimin hem de iş yerimin kraliçesi olurdum.



AH BU DUELLO HİÇ BİTMEZ! Hangisinin gerçekten kazanması gerektiğini bilmiyorum ki?

4 yorum:

  1. Sper yazmışsın. Her iki tarafıda yaşamış bir insan olarak bu deneyimlerini çok güzel paylaşmışsın. Sanırım Tuna'yı biraz daha iyi anlıyorum artık.

    YanıtlaSil
  2. valla harika..ben yıllardır ara vermeden çalışan bir kadın olarak yine çalışan biri olmayı seçerdim.belki sadece daha esnek saatlerde :)

    süpersin stelloşum

    YanıtlaSil
  3. kesinlikle bu sorunun cevabının esnek saatlerde saklı olduğunu onaylıyorum.Nedersiniz bir esnek saat yürüyüşümü yapsak!

    YanıtlaSil
  4. Bu yazına yorum yapsam mı yapmasam mı diye düşünüp durdum... Ev kadınlığını daha fazla yapan bir kadın olarak yazdıkların mantıklı ama herşey bu kadar pembe değil :)
    Bence her ev kadını aynı şartlara sahip olamıyor.
    dediklerinde şu gerçeklikler var zaman senin ve istediğin gibi kullanma hakkı senin kendinin patronusun evet..ancak yetişmesi gereken okdara çok şey varki biz ev kadınları için bile bazen 24 saat yetmiyor.Bu tabi birazda sahip olduğun eşe de bağlı olabiliyo..Kraliçeliğe gelirsek 20 senelik evli bir kadın olarak zaman zaman kraliçe zaman zaman da külkedisi olduğumu biliyorum..Dediğin gibi çalışmak hayatıma çok şey kattı tabiki ; belkide o yüzden çalışmaya devam etmeyi uygun buldum.Ama güzel olan şu şimdi kendm istediğim saatlerde çalışıyorum istediğim saatlerde de evimle ilgileniyorum..bu ayrıcalıkta sanırım herkese nasip olmaz..
    Yazıların çok güzel canım arkadaşım..
    istediğin şeyin ve yerin kraliçesi olamnı dilerim..sevgiler...

    YanıtlaSil