8 Temmuz 2011 Cuma

293KM.

          


              Genç kız elinde cep telefonu, toz toprak içindeki denize paralel yolun kenarına çömelmiş, sert bir üslupla telefonun diğer ucunda erkek arkadaşı olduğu tonlamasından belli şahsı paylıyordu.


“ Gelme sen, gelme tabii! Ne olacak. Ben burada tek başıma kalayım bütün haftasonu, patlayayım sıkıntıdan. Saroz işte ne olsun 18 senedir hiç değişmedi ki!”

Kız cümlenin ilk bölümüne vurgu yaparken, ben cümlenin sonuna takıldım kaldım anlayacağınız.

Burası Güneyli koyu, öylesine bir koy. Bakkalı, çakkalı, manavı, esnafı belli bir sayfiye yeri.

Yazlığa gelenleri belli, lokantasındaki balığın cinsi belli.(Sardalye)

Köylüsü şehire hasret, işi olmayana dert, erkek haline kahvehane bol, kadın kısmına yük çok bir koy burası.

Etrafta oteli bol olmayan, olan oteli de lüks olmayan, kumu taşlık bir koy burası.

Seyyar kitapçısı olan, öğretmenden yazlık büfe işletmesi, birbirine rekabet yaratabilen, teknelerin motoru çalınabilen hırsız bir koy burası. Yurdum insanı iş başında!


Denizi deli soğuk, su içinde balıkları görebileceğin kadar duru, kumlara kendini gömen, yediğinin çöpünü yere atan, midyecisi, simitçisi, mısırcısı olan bu koy da benimde kafama her estiğinde davetsiz gidebileceğim bir ev var.

2 katlı, bahçeli.

Bu ev bir aileye ait. 3 kişilik bir aile. Ama ev asla 3 kşsiyle kalmıyor. Ekmeği, tuzu paylaşmaya her daim sofraya eklenen keyifli dostlarla dolu. Herbiri sezon açılmadan gün kapma yarışında!

Buranın kapısının açılması için şifre basit, ne eşşek yüküyle hediye, ne de övgü dolu sözler.

Sadece ve sadece yüreği sevgi ile dolu olmak, hayattan keyif almayı istemek yeterli. İşte o zaman o demir kapı hemencecik açılır ve buyur edilirsiniz içeriye. Ben, çocuklarım ve kayıplarımla uzun senelerdir o evin misafiriyim.

Genç kızımızın dediği gibi Saroz aynı Saroz belki ama ben her geldiğimde kendime katacak yeni bir şeyler buluyorum.

Burada zaman yok sanki. Açlık tokluk hissini kaybediyor insan. Ayık yada sarhoşsun. İçkiden sarhoş değilsen, düşünce sarhoşusun çünkü her gün batımında tartışacak, konuşacak hatta atışacak bir çok konu var burada.

Buraya gelmeyi seviyorum, soğuk suyun bedenimde yarattığı ürpertiyi, güneşin beni kavurmasını, ayağımı yakan kumları. Sinekleri sevemiyorum ama çaresiz varlar. Batan güneşi izlemeyi, denizle birleşip yok olurken yarattığı karanlıktan korkmayı ama sabaha doğacağını bilmek bana haz veriyor.

Yemeklerin lezzetine, etraftaki gürültü kirliliği eklenince sadece gülebiliyoruz. Mısır 1,5tl, dondurma 1,5tl. Hepsi şehirde bulamadığımız lezette, yapay değil gerçek.

Evde calisan bir teyze var, yaşı bir hayli varmış gibi. Pek kollayanı yok, ev sahibi “Bey” herkese gönlü açık , takmış ona emekli maaşı bağlayacak.

Bu teyze köyde yaşar. Çoluk, çocuk, torun tombalak kimi köyde, kimi şehirde. Çok yalnız, hüzünlü, yavaş yavaş hareket ediyor ama sabırla herşeyin üstesinden geliyor. Köy kadını. Bahçeye özeni ayrı, çiçeklerden bir şaheser yaratmış bu yaz. Evin enerjisi toprağa akmış, biberler, maydonozlar, domatesler, salatalıklar, güllerin kokusu ve renkleri cabası. Bu evden huzur fışkırıyor!













Akşam onu eve bırakırken girdik Başbakanımızın yollarını onarmadığı köye. Arabanın içi toz duman. Yolda eşşek, inek, koyun, kuzu, keçi, koç, tavuk, horoz, hindi, kopek, kedi. Ne ararsan var, öylesine pis, öylesine kendi halinde. Ağaçların yeşili ve ıhlamurun kokusu…





Yavrulayan koyun ve kuzusu...




Komşunun koyunu yeni kuzulamış, oğlanlar şaşkın, bir insan yavrusu görmüşler bugüne kadar. Komşunun hindisini “gulu gulu, kabaramazsın kel fatma, annen güzel sen çirkin” tekerlemesiyle deli eden bir annenin çocukları bunlar. Tekerlemeyi duyan hindi kabarıp sünerken uzaklaşalım diye biçimsiz yaşlı teyze taş attı, hoştt diye. Güldük.

Ağaçlar dut dolmuş, dallar sarkmış. Komşular toplandı ellerinde koca sopa, oğlanlar ürktü. Yok kovalamayacaklar, çarşaf açacaklar düşsün de yiyelim diye. Oğlanlar rahatladı, şehirde pinyataya vurdukları gibi patlattılar ağacın sert dallarına. Yüzlerindeki gülümseme çarşafın ucundan tuttuğum için ne yazık ki objektiflere yansımadı ama hemen arkasından oğlumun söylediği cümle kalıcı oldu. Ağaçtan olunca tadı başka oluyormuş, anne ya!Pazardakiler ekşiydi.

Sevgi dolu yüreklerini de torbalara doldurup dutları bize verdiler.





Taşlar boyandı, kabuklardan rüzgar gülleri yapıldı, şaraplar, rakılar içilip kahkahalar yankılandı boşlukta. Kendi pişirdikleri makarnaların lezzetiyle, gülümseme gün boyu onlarla beraberdi.



Evin sahibi BEY'in yaratıcı gücünün son noktası...

Kumdan kalemiz!



makarna öncesi...


makarna sonrası...






çılgın gün batımı


Bu Saroz’da böyle sona erdi!
İnanırsan bir yerin kalbine huzur verdiğine, yağmur, çamur dinlemez gidersin 293km.

Seneye görüşmek üzere…




NOT1; Ev sahibi eşsiz dostlarıma teşekkürler...

NOT2; Resimlerin çoğu Meir'in  bütün sene çalışmalarının karşılığında Dedesinin aldığı Olympus marka fotograf makinasıyla çekilmiştir. Eytan'ın " üstün başarısı" adına alınan makina henüz eline ulaşmadığından bir sonraki blog yazısının resimleri kendisine rezerve edilmiştir.DUYURULUR!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder