5 Mayıs 2012 Cumartesi

NEYİN PEŞİNDEYİM?

          


          Kaç zamandır ekranda blog için birşeyler karalamıyordum. Aslında karalıyorum ama yayınlamıyorum. Nedense yayına layık görmüyordum yazdıklarımı...Neden acaba bu suskunluk derken bu gün bir facebook yazısı beni adeta dürttü, yaz kızım diye.


     Geçenlerde bir dostumun blog yazısını okudum, “444 0 Şefkat” diye, acaba insanlar için böyle bir hat kurulsa kitlenir mi telefonlar diye düşünüp iki satır karalamaya başlamıştım ama olmadı...Duygular dile gelmedi satırlar pek bir sakil kaldı. Sevmedim kayıt edip gömdüm bilgisayarın hafızasına. Derken dün bir arkadaşımın facebook notlarına etiketlendim. Sessizlik bölmüştü düşüncelerini. Etkilendim tabii ki. Sessizlik nasıl böler düşüncelerimizi, sözcükler anti depresan görevi görür mü? Hemen birşeyler yazdım, ama sevmedim, midem fazlaca doluymuş gibi ağır geldi, gömdüm onuda hafızaya.

       Derken "The Best Exotic MariGold Hotel" geldi. Türkçe’ye "Hayatımın Tatili" gibi aptal bir tercümeyle çevrilmiş. Oldum olası bu filmlere neden Türkçe isimler bulurlar diye sinir olurdum. Bu tercüme iyice arttırdı sinir katsayımı ve başladım döşenmeye...Harfler teker teker sıralandı bembeyaz sayfada. Sözcüklere, cümlelere derken uzun uzun söylemlere dönüştü eylemsiz olarak. Filmin konusunu anlatmayacağım ama sadecebir satırını yazacağım, taviye ediyorum yaşlanma korkusu, ölüm korkusu ve yalnızlık korkusu olanlara seyretsinler diye. Tatil tercümesinin saçmalığını da  anlayacaklardır böylece. Film tipik bir Hint felsefesi üzerine kurulmuş. Basitçe diyor ki “ Sonuçta herşey iyi olacaktır, eğer iyi değilse demek ki henüz sona ulaşmamışsındır.” Bende yazamadığım için demek ki henüz sona ulaşmamışım derken işte bugün olan oldu...

“Aklınızda kalanın mı peşine düşersiniz, aklınızı başından alanın mı?”

İşte beni gecenin bu vakti yazmaya sevk eden sözcük dizisi buydu.

Cevabı tabii ki kişisel olacak ama ben kendi tercihimi okur okumaz yaptım!

Aklımda kalanın peşine düşerim.

Neden bu seçenek daha cazip diye kendime sorunca, bunun daha mantığa yakın olduğu fikrine kapıldığımdan olsa gerek. Bir hava burcu olarak ayağı yere basan fikirler, hayaller bana daha uygun.

Aklımı başımdan alanın peşinden gitmek çok maceracı bir durum. Macera tehlikelere açık, dolayısıyle bilinmezlikler fazla, tedirginlik verici, mantıksız ve nokta.

Oysa diğeri bana üç nokta... yani devam ediyor. Aklımda kalan benimle, hayallerimle yürüyor. Hergün canlı, her gün çekici ve her gün yepyeni. Bu düşünceyle aklımda kalanları yazmayı deniyorum. Liste fena değil;

Çok eskilere gittim, ilk aklımda kalan kırmızı bir elbise.

Onunla dolaşmak için neleri vermezdim. Yaşım 40-18gün sonra 41- hala kırmızım yok. Cesaret edemedim.






Sonra sırt çantasıyla tren seyahati.

Gidecek adam bulamadım. Kimse bu kadar çılgın değildi etrafımda. Yaşım 40-18gün sonra 41- hala sırt çantam yok. Cesaret edemedim.




Daha sonra başka bir ülkeye yerleşmek.

Yeni bir hayat, yeni bir ümit. Yaşım 40-18gün sonra 41- hala aynı mahalledeyim. Cesaret edemedim.





En çok istediğim, tüylü kocaman bir köpek.

Nasıl huzurlu ona sarılmak, nasıl karşılıksız sallanır o kuyruk. Ne büyük bir soumluluktur. Yaşım 40-18gün sonra 41- hala köpeğim yok. Cesaret edemedim.







Ve kalbimi çalan o bakışlar.

Her yerde onu hissetmek. Yan yana olmadığında özlemek. Yana yana olduğunda dokunamamak. Yaşım 40-18gün sonra 41- seçimim yalnızlıktan yana. Cesaret edemedim.







Ve final, anne olmak.

Onu sarıp kollamak, bebek kokusunu yaşı kaç olursa içinde hissetmek. Kendini adamak ve sadece kayıtsız şartsız verebilmenin derin mutluluğunu yaşamak.

Yaşım 40-18gün sonra 41- 12 senedir ANNE’yim. Cesaret edip yaptım! Sonuç nefis, tatmin edici.



Bu durumda dönüp aklımda kalan diğerlerine bakıyorum. Sanırım hepsinin tek tek peşine düşme zamanındayım! Zaten Hıdırelez geldi, kapıda; bahçede de gül ağacı mevcut...Bana müsade, siz okurken ben listemi gömüyor olacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder