23 Eylül 2012 Pazar

TADİLATA GİRİYORUM...


Bir telaş var, yeni bir şeyler alıp giyme, kuaföre gidip bakım yaptırma, aileyle bir araya gelip hasret giderme ve hepsinden önemlisi şükretme....
Annem ve kayınannem özene bezene hazırlamışlar sofrayı, herbiri sevgilerini katmışlar her lezzete. Babalar ise ayrı gururlu, soyadlarına bağlı herkes masanın etrafında.
Eksik olmasın isterdik ama elde değil...

"Bugün Senin çalışmalarının başladığı, ilk günün yad edildiği gündür." diyor Roş Aşana Musaf duasından alıntı. İlginçtir, Yahudi geleneğine göre Roş Aşana'da, T-nrı'nın kâinatı değil insanı yarattığı günü anarız. Yaradılışın ilk günü İbrani takvimine göre 25 Elul'dur. Buna göre, Roş Aşana günü olan 1 Tişri, ilk erkek ve kadın yani Adem ve Havva'nın yaratıldığı, Yaradılışın altıncı günüdür. Yani 6.sırada olan insan, kutlamada 1.sırada yer almıştır.
Kutladığımız bu bayramda manevi gelişimimize katkıda bulunacak kararlar almakta eski bir gelenektir. *
Bizler bu bayramı simgesi olan bal ve elmayla anarız. Neden acaba?
Merak etmek çocukça bir dürtü olsada sorgulamayan insanlık biraz merakla araştırıcı ruhunu yolculuklara çıkarırsa keşfedeceklerinden ne kadar keyif alıyor.
Elma tatlıdır, en azından öyle biliyoruz. Peki balı üreten arı tatlı mı? Son derece tehlikeli, soktuğunda acılarla bizi kıvrandıran bu hayvanın ne ilginçtir ki ürettiği elmadan bile tatlı. Bu  hayatta bize acı diye gözüken olayların aslında sonucunun acı olmayabileceğine ulaştırıyor. İlginç bir bakış açısı değil mi? Bayramın sonunda elmayı bala banıyoruz ve diyoruz ki “Günlerimiz tatılıkla geçsin ve bize acı verenler sonuçta daha da tatlılıklar getirsin.”**

İşte acılarla dolu yüreğime dönüp baktım bende bu yeni sene başlangıcında, çoçuk halime seslendim. Ne zaman onu unuttuğumu hatırlamaya çalıştım. En son ne zaman yakartop oynadığımı, saklambaçta sobelendiğimi, rüzgara karşı koştuğumu hatırlamaya çalıştım. Küçük Prens sunumumdaki demiryolu makasçısının dedikleri çınlıyor kulaklarımda;
“ Hiçkimse bulunduğu yerde mutlu değil, sadece çocuklar burunlarını cama dayayıp dışarıya bakıyorlar, yetişkinler ya uyuyorlar ya da esniyorlar.”
Bir dostumun sunusundaki*** şu sözlere takıldım;
“ Yeni doğanlarda 350-400 gr. kadar olan beynin gelişerek erişkinlerde 1300-1400 gr. ağırlığa erişmesi için beynin yani sinir hücreleri arasındaki bağlantıların gelişmesi gerekiyor.Bu sinirsel bağlantılar da yaşantılardan ve yaşanılan ortam ve koşullardan çok etkileniyor.”
Anlayacağınız beynimizi geliştirirken içinde biraz çocukluk bırakalım ki yaşanan zaman keyifli olabilsin.
Peki ya zamanı ötelersek?  Kimi sorunların çözülemeyecek boyuta gelmesine sebebiyet vermiş olabilir miyiz?
Cevap belkide St. Augustinus ****dediği gibi...
 “Bir tek zaman vardır. O da “Şimdiki zaman”. Geçmiş, şimdiki zamanda bellek, gelecek ise şimdiki zamanın beklentileridir.”

 Bu durumda yeni senede kendi belleğimi gözden geçireceğim, önce katil olup, kendimi öldürmeliyim. Tüm bildiklerimi sıfırlamalı ve sonra yeniden doğmalıyım istediğim gibi biri olarak. Ancak öldürmeden önce tüm yaptığım yanlışlıkları itiraf etmeli, onlardan özür dilemeliyim.

Anlayacağınız "Tadilata giriyorum." Çevreye verdiğim ve vereceğim rahatsızlıklardan dolayı özür dilerim...
4 TEMMUZ'da görüşmek üzere...
------
*Rabi Mendi Chitrik yazısından alıntıdır.
**  Aron Moss  Kabbalah, Talmud ve uygulmalı yahudi eğitimi veren bir hahamdır. Sydney, Avustralya’da yaşamaktadır.
*** İ. Çilesiz
****Ortaçağ döneminde yaşamış olan ünlü Hıristiyan düşünürdür.  Augustinus, bir tanrıbilimci olmasının yanı sıra, Batı düşüncesi içinde ünlü ve etkili filozoflarındandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder