30 Mart 2015 Pazartesi

KENDINI KEŞFET- Keyifli bir Pazar günü etkinliği

     
     
     
 Her sabah bilgisayarımı açınca karnaval radyoya girerim. Günün akışında hafif bir müzik sinirleri sakinleştirsin diye. Ve her seferinde bağlantı devreye giremeden bir reklam çıkar. Genelde hep skip add yaparım ama bu sefer nedense yavaşladım ve seyredeyim dedim.
Gap jeans reklamı; Adam sabah giyindi, arabasının anahtarlarını aldı masadan ve bisikletle çıktı yola. Ekranda kocaman yazı, herşey bekleyebilir sen istedikten sonra ! wowww... işte bunun için Pazartesi deli gibi bekleyen işleri az da olsa erteleyip bekleyebilir mesajına güvenip oturdum Pazar günkü keyfimi sizlerle paylaşmaya.

Keyifli bir Pazar, tabii ki hem zihnen hem de bedenen gelişim...
Öncelikle GKD tebrikler, sonra üşenmeyip katılan kendime tebrikler. Keşke daha çok katılan olsaydı, hak etmişti.Hayat bilmekten geçer, ben de heyecanla bilgi peşindeyim. Günün mottosuna uyarak “ KENDİNİ KEŞFET”, keyifli günün ilk konuğu Ozan Zeybek’in konuşmasının yapılacağı odaya girdim.

Genc bir coğrafyacı. Köpeklerin, bebeklerin ya da mahalle kahvesinde gün deviren adamların hikâyelerine bakıyor. Bu esnada zaman-mekân kurgularını, kapitalizmi sorguluyor. Şu aralar ekoloji ve bilhassa hayvancılık meseleleri üstüne düşünüyor-yazıyor. Bir yanadan militarizmle, erkeklik kurgularıyla uğraşıyor. Akademik olmayan ve gündem dışı yazılarını koyduğu bir blogu var: http://ozanoyunbozan.blogspot.com/

Bu sıradışı adam neden yemek yiyemiyorum? sorusunu yönlendirdi. Çilekli sütün içinde hiç çilek olmadığını bilip, çikolata parçalı kekin çikolatalarının gerçek olmadığını, yürüyen tavukların A4 kağıdı üstünde yürdüğünü bilmemize rağmen tükettiğimizi suratımıza vurdu. Biliyoruz ve devam ediyoruz. Sisteme eklenip inovative labaratuar çalışmalarının ürünü olan ham maddelerle yaşayan dünyamıza gülümsüyoruz. Paketli gıda tüketmeyelim, tam buğday ekmekten başka ekmek yemeyelim, tavuk desen asla, yumurta desen sakın ha, et desen uzak duralım ile ilerleyen konuşmada daha da gerilen bizler doğal olarak “ Ne yiyeceğiz hocam?” derken bulduk kendimizi.



 

      O bir vegan belki yardımcı olur diye başlamış ama yeme sisteminin tamamen bir politik olgu olduğunu görünce vegan olmanın bu sisteme en ufak bir faydası olmayacağına karar verip bakış açısını değiştirmiş. 1 kg et üreten o hayvanı beslemek için 21kg buğday harcanıyor ve buğdayı yetiştirmek için 15.000kg su. Bunların taşınması içinde harcanan petrolde işin en kilit kelimesi. Bu sisteme hizmet etmektense 21 kg buğdayla dünyada neler yapılırsa, 15ton suyla neler olacağını siz düşünün. Çarpıcı bir analiz, etkilenmedim desem yalan olur. Bu şekilde düşününce insanın kendini sorgulayası geliyor değil mi? Güzel bir çözüm önerisiyle konuşma saatinin zamanlamasının içinde kalarak bitirdik. Tarım öğrenin, sisteme daha kaliteli ürün üretmeleri için baskı yapın, yediklerinizi sorgulayın, gereksiz miktarlarda yiyecek tüketmeyin hem sağlık için hem dünya için obezite zararlıJ

Ara verdik ama salonu terketmeden Azra Kohen ile hayat üzerine söyleşiye geçtik. Azra hanımda ilk sözü organik tarım desteklenmesi üzerine oldu. Organik tarımla elde edilecek besinlerin bizim düşünce gücümüze bile ne kadar olumlu etki edeceklerini ileriki satırlarda okuyacaksınız. Ayrıca çarpıcı bir şey daha ekledi, çocuklarınıza tarih öğretirken kin tohumları ekildiğini bilmenizi isterim onun yerine tarım ve astronomi-astroloji öğretseler mükemmel bir evren uyumunu yakalamak mümkün diye araya sıkıştırdı. Farklı eğitim için duacıyız...
Mikro ve makro dengeyi herkes biliyor, “what is above so below” şeklinde tanımlanıyor artık evren, her yıldızın içinde olan atomların aynısı minicik bir insan hücresinde de mevcut olunca kendimizin yıldız olduğunu sık sık hatırlamak gerekir galiba...
Azra Kohen 1 erkek çocuk annesi, İstanbul Üni. Radyo, televizyon ve sinema bölümü mezunu. Ottawa Üni. Ekonomi okuduktan sonra Liverpool Üni. Psikoloji masterına devam ediyor.2 kitap yazdı; Fi ve Çi. Pi bitmek üzere. Bunlar onun bilinen kariyeri ama altında farklı bir kadın, anne, insan yatıyor. Pırıl pırıl bir yaratıcı o. Etkilendim, hem satırlarından hem de olaylara bakış açısından. Okumayanlar hemen başlayın Fİ’den okumaya, farkındalıkları ekleyin hayatınıza.
Konuşmasının en çarpıcı bölümü ise bir hücrenin sabahleyin isyan ederek uyanıyor olmasına yaptığı vurguydu. Bu hücreyi evrenin herşeyinin yerine koyun zira mikro-makro olayı.


Şimdi bu hücreye yeterli oksijen gitmiyor. Zavallı hücre sahip olduğu dengesini az da olsa kaybedince yandakinin oksijenine göz dikiyor. Dengesizliğine ortak arıyor. Hafifçe yan odayı işgale gidiyor. Kötü her zaman olduğu şeye dönüşür formülünü uygulayarak maruz kaldığına dönüşüp sistemin onu engellediğine inanıyor. O da hemen sistemini çalıştırıp yandakine aynısını yapıyor sorgulamadan, sebep sonuç bulmadan. Savaşan görüsüyle. Bu hücrenin oksijeni azaldıkça dengesi tamamen kayboluyor ve sonunda bir serbest radikal’e dönüşüyor. Yani sistemin tanıyamadığı elektronsuz bir atomun oluşturduğu kimliksiz hücre. Bu serbest radikal her yere sızıyor ve hastalık yayılıyor. Basitçe kanser tanımı ama aynı zamanda basitçe evrendeki canlıların tanımı.
Bu serbest radikalleri düzeltebilecek tek şey antioksidanlar. Yani bol oksijenli, dengeli, elektronlu hücreler. Bunları dışarıdan “organik” şekilde alıyoruz. Bunlar bozuşmamış, içsel olarak zenginler. Onlar sevgiyle fazlasını bu serbest radikallere vermeye şartlanmışlar. Yeterki o kimliksiz hücre kendini bulabilsin. Peki bu antioksidanlar nasıl bu kadar dengeli ve elekteron zenigini soruma verilen yanıt daha da düşündürücüydü.
Onlar yaptıkları en iyi şeyi biliyor ve onu yerine getirmenin huzuruyla ışıl ışıl donanıyorlar. Onları şarj edenler sevgiyle inandıkları varlıkları, dengeli halleri.
İnsanlığın ve tüm evrenin gelişime katkıda bulunmak adına azda olsa antioksidanlarımızı çoğaltmayı diledim. Şükür ettim ki hayatımda onlardan bir miktar varJ
Konuşmanın devamı benim için çok daha heyecan vericiydi çünkü Azra Hn. 4. Kitabını yazmaya başlamış ve 4.boyuttan bahsediyor adı EDEN. Burada kendi duyduklarıma inanamayan bendenizin coşkusunu tarif etmem imkansız çünkü pek yakında elinizde olacak yeni kitabım tamamen boyut atlamayı ve başka boyutların varlığını sorguluyor.
Bu başka bir blog konusu ve yakında hepinizin elinde olmasını içtenlikle diliyorum.
Odayı terk etmeden kitabımı imzalatıyorum ve belki de bir kahve içmek nasip olur diye sarılıyoruz birbirimize, tesadüf yoktur deyip öğlen yemeğine çıkıyorum. Tanıdık yüzler, sıcacık gülümsemelerle dolu ara bitince pekte hoş olmayacak bir konuşmaya kendimi konumlandırıyorum.



Akif Beki, Radikal gazetesi yazarlığından Hürriyet’e geçmiş. RTE başbakanken bir süre danışmanlığını yapmış. Güçlü bir kalem. Onunla 2023 Türkiye hedeflerini ve gelecek seçimden çıkacak Türkiye’yi konuştuk. İlginç dinamiklerin olduğu ülkemizde bu seçimden çok farklı bir sonuç beklenmediğini HDP barajı aşarsa ciddi karmaşalar olabileceğine değindi ama ben bunlar yerine bambaşka figürlere takıldım.
Beki 2023 için AKP hükümetinin koyduğu hedeflerin altını çizdi.

Kisi basi milli gelir 2000usd’dan 12.000usd çıktı, 2023’te bunun 20.000usd civarı olması beklentisi var.
Günlük 1.5usd altında harcama yapan nüfus 20%  iken şuanda 2.5usd altında harcama yapan nüfusun sadece 2,7%.
10usd harcayabilen bir orta direk var ve bu nüfusun 60%. Hal böyleyken oy toplamaları bir hayal değil ama bizim oturduğumuz orta sınıfın bir tık üst konumu için şaşırtıcı rakkamlardı. Koltuğumda ezildim.
Ancak soramadığım bir sorum oldu kendisine, zira sorular bambaşka yönlere yöneldi...

Turizimin ne kadar yükseldiğini, istenen ihracat rakkamlarına ulaşılabileceğini de vurguladı. Ancak hedeflerin tutması konusu azıcık duraklamış gözüküyor, gene de imkansız olmadığını ancak  tutmak icin bir sıçrama yapılmasının şart olduğunu vurguladı. Dileriz ki bu sıçramadaki tavrı agressive değil yapıcı onarıcı olur, kimse zarar görmez. Bu sıçramanın inovasyona dayalı olması gerektiğini de ekledi. Bu sebepten dolayı devlet bütçesinden AR-GE için ciddi kaynak ayrılmış, ilgilenenlere duyrulur.
Beklenen rakkamların hepsinde artış oluşurken ve hedeflere ulaşmak adına yol alınırken, halkın genelinde görsel, duyusal, çevresel, ticari ve gelecek kaygıları oluşuyosa, gelecek ön görülemeyecek hale geliyorsa ve toplum refahı duygusal olarak kaygıya dönüşüyorsa iktidarın hedeflerine ulaştığı söylenebilir mi?
Benim için gün bitmişti. Öğleden sonraki harika iki seansa katılamamanın gerginliğiyle binayı terk edip yaşamıma geri döndüm. Kafamda delice sorular, ruhumda acayip heyecanlarla.


Hayatta ayakta kalmak için bazı şeylerin beklemesi gerekirse bende öyle yaptım. Şimdi iş saati... hepinize keyifli, üretici ve çatlama cesareti göstereceğiniz bir hafta dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder