21 Haziran 2017 Çarşamba

BAK BAK ama IYI BAK...


Yol seni götürsün denilen sanırım tam da böyle olmalı.
Uyanıp ne olacağından habersiz akışta. Bana ender olur ama olunca da her daim zevkten binlerce köşe olurum. Bunu bilmeme rağmen, benim gibi plan yapmaktan geri kalamayanlara gelsin bu yazı.

Sabah yağmur karşıladı bizi. 

Haziran'ın kaçı olmuş, mayo, terlik dolapta gülümserken, biz kot ceketlerle Arter'deki sergiye doğru yoldayız.

“Görme Biçimleri”



Neleri gördüğümüzü sanıp, ne klişelerle donandığımız yüzümüze sanat aracılığıyla çarpılıyor her eserin önünde. Bildiklerimizle donanıp onlara sıkı sıkı sarılıp bir türlü bırakmıyoruz hissiyle bakıyoruz her esere.
Farkındayız, yaşıyoruz diyoruz da gerçekten yaşıyor muyuz? diye sorguluyoruz.

Sanatçılar, objelerin ya da eserlerin fiziksel niteliklerini belirli şekillerde görmeye koşullanmış bakışımızı özgürleştirme çabasındalar.


bizde bu minvalde tüm gün bir yandan sanat diye bakarken, bir yandan da içsel yolculuklardayız.
Farklı bakış açılarının bir arada var olabilmesi keyfindeyiz.
Gördüklerimizle bildiğimizi düşündüklerimiz arasındaki bağın o kadar da basit olmadığını deneyimliyoruz.



Ne yöne döndüğü belli olmayan saatin kaçı gösterdiğini kavrayamamak bir kez daha hatırlatıyor bize zamanın bizim kontrolümüzde olmadığını.




Görme biçimlerini sorguladığımız bu sergide,
 bir çok eserin önünde şaşkınlıkla bakarken bir tanesinin önünden ayrılamıyorum.

Maps of Days

Grayson Perry Ingiliz bir sanatçı. 

“Ben” kavramının bir özne değil yüklem olduğu fikrinde.

 “Ben, isim kılığında bir fiilim,” diyor.

Böyle düşünmesinin sebebi ise Ben'in sürekli hareketli, değişken ve hikayelerinin olmasına bağlıyor.
Ben bir boşluktur, beni yakalamak havada bulutu yakalamak gibidir deyince nafile telaşlarım yüzümde patlıyor.




Eserinde gizli bir çok insanı haller, bizi biz yapan yapı taşları ve detaylar var. Bakmakla bitmeyecek belli. Google edin, detaylı bakın. Daha detaylar yazının altında ilgilenenler için.



Sergi girişindeki Hasan Sharif'e ait okul çantaları da bir hayli vurucu. Eğitim hakkı dedikleri sonucta hazır bilgilerden oluşuyor. Içlerinde gelecekte çocuklar icin hazırlanmış bilgiler var. Ne kadar kısıtlı bilgilerle donatılıyorlar. Bir de bu kısıtlı bilgilere not veriyorlar.

Katları çıkınca karşımıza sarı örtüyle üzeri kapatılmış devasa bir zemin çıkıyor. Belli ki altında görülmesi istenmeyen bir şey var. Bir sanatçı bir sergide bir eseri neden görmemizi istemez ki? Haa, anladık altına girmemizi istiyor. Bütünün algılanmasını parça parça deneyimlemeve yönlendirildik, tabi o örtünün altından ne kadar anlayabildiysek...
Düşünüyor insan haliyle hayatıda yaşarken parça parça deneyimliyoruz, bütünü ne kadar anlıyoruz?






Kafalar karıştı tabii, arada seyredilecek filmin salonu dolmuş bizi gene plansız bir öğlen arası beklermiş biz bilmezmişiz.


















Divan Brasserrie harika Istanbul manzarasıyla günümüze eklendi. Hep bakıp ne gördüğümüzü konuşuyoruz Istanbul manzarasına karşı.

Yemek arasında sosyal medya takibindeyken bir tweet görüp kendimizi Galerist'te buluyoruz.

Dark, Deep Darkness and Splendor.

Siyahın karartıcı görüntüsünde yaşamın beyazlıklarını deneyimliyoruz. Ölümle yaşam arasında bir varız bir yokuz. Zihnimde sorular uçuyor;


Ya hiç yoksam
 ve ya 
Hep varsam...
“Herşey bir an,” diyor okudugum kitap. 
O da “Bu an”...





 Gün akıyor ve  kendimizi bir anda Adahan’ın içindeki büyülü ortamda buluyoruz. Düşününce sanattan fenalık gelmedi mi? diyebilirsiniz  ama öyle değil çünkü zihnin genişlemesi ve içine yeni şeyler ekmek müthiş heyecan verici bir his.

Sergi Serra Behar'a ait. ( www.serrabehar.com)


İçeri adım attığın an seni kendine baktıran, baktikça da sorular sorduran hatta öteye geçip sanatçı bunu neden yapmış, neyin yansıması bu acaba diye düşündüren bir havada. 


Karşıma bir bebek melek çıkıyor. Bildiğimiz melek formundan bir hayli uzak. Çirkin bir beden ama yüzünde derin bir huzur. Sarkık göbeğiyle, acayip duruşuyla dokunma hissi yaratıyor. Ne ki bu? 
Hmmm, bence şunu diyor olmalı:
Meleklerde insanlar gibi kusursuz değiller, hepimiz bir meleğiz. Ben bir meleğim. Oh! yorumladım derken birinin anlatımını duyuyorum arkadan. “Para at,” diyor arkadaşına. Atıyorsun, sistem devreye giriyor ama o da ne, hooop düştü paran yere. Aniden garip bedenlenmiş melek bir yükseliyor, bir alçalıyor.
Meğerse benim  yüksek hayrıma dua edermiş. Vay anasını…

Eser bu işlere harcadığımız eser miktardaki paraların nereye gittiğine bir göndermeymiş. 


Sanatçı ne düşünür sen ne yorumlarsın.

Aniden duvardaki yarım yüzle karşılaşıyoruz. Zar zor sığdırdım kendimi eksik tarafa. Tamam oldu. Oh çekiyorum ama zaten tam degil miydim? Yana bir adım atıyorum, hooop yüzüm aynada kendimle tam. Yarım hisler. 
Yol uzun... 
Sanatçı der ki; bu da benden sana bir aynalama. Al kullan tepe tepe.













Tam mıyım? sorgusundayken arkamı dönünce eski bir ecza dolabıyla burun burunayız. Içi
dua tespihleri dolu. Diyorum zamanın kimyasalları bizleri iyileştirmekten uzak artık. Tek yol içsel yolculuklar. Ah bu yollar. Jeton düşüyor, ama aynı zamanda da sadece bunların kölesi miyiz? Bunlardan mı şifa bekliyoruz. 


Açılmasını dilediğimiz kapı bu şifa gelince mi açılacak derken, ellerimi uzatıyorum heybetli kapıya ve içimdeki güçle  bir olup kapıyı hareket ettiriyorum. Eee tabi ki başka kimin o kapıları açabileceğini sanıyoruz ki.
 Ben tabii ki. “Ben” ama özne olmayan, yüklem olan ben.



















Günün sonundayım ama bir son bekliyorum cümleye noktayı koyacak bir son. 
Sahrap'taki menu de buluyorum noktayı.
Bu günde yemekler pişti
Ocaklar taştı
Yürekler coştu.


Hayat bu işte her daim coşkuda olmak ...

Ve final... 
Bu günün ana teması görme biçimleriydi ya, bakın benimle aynı gün orada olan başka bir kalem nasıl görmüş günü.

http://www.salom.com.tr/haber-103545-bugun_de_yemekler_pissin_ocaklar_ta64258sin_yurekler_cossun.html

























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder