11 Nisan 2018 Çarşamba

HAVADA ASILI OLMAK...



Karar verdik iki kız kaçıyoruz şehirden. 

Uzun zamandır planladığım bir yere yolculuk. Hem de "ruhsal surmenaj" içinde olduğum bir haftanın devamında. Her şey gene en doğru anda. Bayılıyorum bu evrenin matematiğine.


Yolculuk başlasın. Istanbul’dan Selanik’e otobüsle, oradan 3 saat trenle Meteora’ya.
Varacağımız şehir hakkında önceden biraz araştırma yapmıştım ama beni ne sürprizler bekliyor diye heyecanlıydım. Mekanın bir çok fotografını görmüş, hakkında yorum okumuştum ama 3D, 2D çok farklı olacaktı biliyordum.







Tren yolculuğu bambaşka hislerle dolduruyor yüreğimi... Kayan manzarayı takip ediyorum, her anın kendi içinde güzel olduğunu ispat eder gibi sanki...
Manzaralar değiştikçe zihnimde yarattıklarımda şekil değiştiriyor. Bildiğim sözler yeni anlamlara dönüşüyor, yenileri ekleniyor, bazıları da yok oluyor.

Yol arkadaşım bir gezgin. Yolda olmak konusunda benden daha tecrübeli. Farklı bakış açılarımız olsa da ortak noktamız birlikte gezmeyi ve keşfetmeyi sevmek olunca onunla yola çıkmak keyifli. Hele de onun yaş gününe denk geldiyse, tadı daha da başka. ( 33 senedir beraber kutladığımız düşünülürse varın siz düşünün yolculuğumuzun keyfini)


Her gezinin bazı ters köşeleri vardır. Bu gezininkinin yağmur olması, yağmurdan nefret eden yol arkadaşımı zorlayacağa benziyordu ama son zamanlarda o da evrenin matematiğini çözmüş olmalı, gerekli dilek ve isteklerini sunmuş ve bizi rahatsız etmeyecek boyutta bir yağmurla anlaşmıştı. O yüzden fotolar buğulu olsa da bizim için gördüklerimiz netti.

Meteora , Yünanistan’ın Kalambaka  kasabası yakınındaki kayalık bir bölge. Sadece adaları, Ouzo ve deniz ürünlerinden ibaret değil yani bu coğrafya. Bambaşka halleri de var. Arayıp bulmak lazım. Yünanca “havada asılı” demek Meteora. 
Buraya gelen bir keşiş, havanın sisli olduğu bir güne denk gelmiş ve devasa blok kayaların havada asılı gibi durduğu hissinden yola çıkarak bölgeyi böyle adlandırmış. 
Ilk duyduğunuzda aklınıza meteor kelimesi geldi değil mi? Aynı mantık aslında. O kocaman taşlarda sonsuzlukta öylece duruyorlar...

UNESCO 1988’de bölgeyi dünya mirası ilan etmiş.

Filmin çekildiği manastır. Holy Trinity

Burası manastırlar şehri. 11.yy ile başlayan Hristiyan dünyasının özgürce ibadet edebilmesi için yaratılmış bir şehir. O heybetli blok taşların tepelerine insan eliyle yapılmış 8 tane manastır var, 5 tanesi gezilebiliyor,  1 tanesine hiç bir şekilde karadan ulaşım yok. 2.Dünya Savaşında  ulaşılması zor olan bu manastır Almanlara karşı olan Yünanlı isyancıların karargahı olmuş. 1981’de Roger Moore’un oynadığı James Bond: For Your Eyes Only filminin çekildiği yer olunca insanlık için merak uyandıran coğrafyası sayesinde aniden ünlenmiş. Ardından da Game of Thrones filmine sahne olmuş.


   

Bu manastırların içlerinde invizaya çekilmiş keşiş rahip ve rahibeler yaşıyor. Kimi manastırların boyutları kocaman ama içinde tek bir rahip yaşarken, kimisinde 36 rahibe yaşıyor.

20 yıl önce Avustralya’dan gelen Anita Joy Phillips* adında bir kadın, keşiş olmaya karar veriyor ve yaşı bugün 46. Manastır hayatını isteyerek seçen bu kadın yeni hayatına başlamak için eski alışkanlıklarını bırakması gerektiğini bilinçli seçiyor. Yeni hayatın ilk sembolü, isim değişikliği. Geçmişini öldürüp yeniden doğmak adına.
26 yaşında gencecik bir insan doğduğu isminden vazgeçip nasıl inzivayı seçebilir?
Yani 11.yyda insanı dünyevi şeylere bağımlı kılanlarlar 21.yy oranla az iken belki bu mümkün diye düşünüyorum ama bu çağda insan sahip olduğu alışkanlıklarının hepsini elinin tersiyle nasıl itmeyi seçer ki?
Senden ismini alıp geçmişini öldüren bir yaşama, yeni bir isimle nasıl güvenirsin?
Şehri gezmeye başlıyoruz. Doğa büyüleyici. Etraf erguvanların moruna bürünmüş, kayalıklar öyle heybetli ki bakmaya
doyamıyorsun. Sıra sıra blok taşlardan 420mt. yükseklikte duran kayaya bakarken boynumuz ağrıyor, bir insan nasıl tırmanır o imkansız kayaya sadece zirveye o haçı dikmek için. Inanç insanları bu kadar zorlayabilir mi? diye düşünüyorsun.
Öte yandan baktığın her yer simsiyah ürkünç taşlarla dolu iken, içinde derin bir huzur hissetmek ve her hareketinde yeni açılarla bambaşka manzaralarla büyülenmek tarif edilemez, yaşanır.

sahlep çiçeği










Ulaşılamaz manastırlara zaman içinde insanlık ulaşım getiriyor. Tahta merdiven bağlantıları, teleferikler. Kendileriyle bağlantı kurulmasını istemedikleri için yıllar süren çilelerle bu manastırları yapan keşişlere halk hep destek olmuş. Ancak zamanla yetmeyen bu getiriler onları dinsel başka üst makamlara bağımlı kılmak üzereydi.Kendi otonomlarıyla yaşamlarını devam ettirmeyi isteyen keşişler, kazanç elde edebilmek için ulaşılabilir olmayı seçince şehrin kapıları turistlere açılmış. Son derece katı kurallarla yaşarken, turistlerden para kazanmak amacıyla sadece manastıra uygun giyinme koşulu koyan bu düşüncenin esnekliğine şaşırıyoruz. ( Manastırlara giriş 3euro)








1961’e kadar kadın manastırlarına izin vermeyen bu şehrin rahipleri, bir yangın sonucunda kapıya yardıma gelen bir kadına kapıyı açmakla açmamak arasında seçim yapmak durumunda kalıyor. Yaşamak ağı r basınca bir de bakıyorlar kadın manastıra girivermiş. Bu olayla kadınlara da inziva hakkı tanınıyor. 2000’lere kadar erkek manastırlarına hiç kadın ziyaretçi kabul etmeyen bu zihniyet Tanrı’nın yarattığı ve ırkın çoğalmasına sebep olan diğer yarısını nasıl sınırların dışında bırakabilmiş diye sorguluyor insan. 

Kadınların becerilerinden fayda görmekten de oldukça memnun kalıyorlar rahipler.  Temiz tutulan manastırlar çürümekten kurtulurken, turistlerin gelmesiyle kazanç elde ediliyor. Sosyal yönleri çok gelişmemiş olan rahiplerin turistlerle uğraşmaması ve inzivalarına huzurla devam edebilmesi için kadınları görevlendirirken, birden şehrin bütün yönetimini kadınlar elde ediyor. Insan sorguluyor haliyle, o zaman neden ikinci sınıf muamele? 

Manastırda eteksiz gezmek yasak!
Derken ikonagrafileri görüyoruz. Klasik ortodoks sanatının eserleri duvarlarda ve tavanlarda. İkonaların fotografını çekmek yasak. 
Manastır kuralı.  
Her biri dinsel temalar barındırıyor ve rehper ekliyor; bu sanatçılar müthiş iş çıkarıyorlar ancak ne yazık ki sadece kopyalayabilirler. Asla bir cübbeyi yeşil, bir atı kırmızı yapamazlar. Gene diyorsun ki; sanat özgürlükse nasıl sınırların içindekine sanat denilebilir?



Ardından bu kadar şatafatlı ibadet yerlerini görünce,"Mabet bu, kutsal mekan, haliyle görkemli olmalı," diyorsun ama peki inviza için her şeyinden vazgeçen, sadeleşen insanoğlu, nasıl bu kadar büyük bir görkemin içinde ibadete devam edebiliyor?

Ve en derin soru: dogma olduğunu bilsekte, hiç sorgulamadan, gerçek buymuş gibi yaşamayı neden seçeriz?

Gitler ve geller hallerimle kendimi kocaman bir kayanın üzerinde buluyorum. Vakit öğle vakti. Gölgem neredeyse hiç yok. Benliğim kayıp sanki. Havada asılı gibiyim. Ucun ucundayım.  Boşluğa bakıyorum. Bir adım ötesinin olmadığı... İçimde bambaşka bir his...
Bir anda herşeyini bırakıp inzivaya çekilen bu insanları düşünüyorum. 
Sorular etrafımda dönüyor. Yazıyorum.

Neleri bırakabiliriz bu hayatta? 

Nelerden vazgeçebiliriz?

Şu kayadan bir adım atsam boşluktayım, acaba  deneyimlemek adına nereye kadar risk alabiliriz?




Sadece risk alanlar mı özgürdür?
Hangi noktadan sonra korku başlar? 
Korkuyu yaratabilme becerimizin farkındaysak, yok edebileceğimizinde farkında mıyız?
Camdan kalbimin kırılmasından bu kadar mı korkuyorum ki herşeye kendimi kapatacak kadar bildiğim varlığımdan vazgeçiyorum?


Sorular vızır vızır  ve dönüş trenindeyim. 
Manzara değişirken yazıyorum durmadan.
Yaşamda muazzam değişimler gerçekleşiyor ve yaşam bizim önümüzde biz hiç çaba göstermeden kendiliğinden seriliyor.Yaşam çok basit ve yalın. Neden  onu kendimiz için karmaşık hale getiririz ki? 
Ey her şeyi yaratan zihnim! buyur meydan senin, yaşa...



* Anita'nın hikayesini okumak isteyenler için: https://stvasiliosbrunswick.com/2014/01/24/why-anita-left-worldly-life-for-meteora-convent/

buradaki manastırların nasıl yapıldığını merak edenler için:
https://www.facebook.com/greatbigstory/videos/1685291185106641/

Bu ilkel sistemle aşağıdan inşaat malzemeleri yukarı çekiliyor.


2 yorum:

  1. Sevgili Stella
    Muhteşem anlatmışsın. Kalemine ve emeğine sağlık. Korkuyu yok edebileceğimizin farkındayız ama korkular eski ve tanıdık olunca yine de insan kendini güvende hissediyor. Ne diyebilirim.

    YanıtlaSil
  2. Ancak bu kadar güzel anlatılırdi. Ayrıca yazarın kendi ile yaptığı konuşmalar özellik trende yazıya çok güzel bir derinlik katmış ...:)🙏

    YanıtlaSil