17 Ocak 2011 Pazartesi

HIRS ETMEK...

Senenin ilk yazısı sayılır... Seneye değer katması muhtemel bir kelimenin arkasında 4 gün.
Nedir derseniz, kelimem “ HIRS”, duygusu “Hoş, yapıcı olması gerekirken yıpratıcı”

Benim için, yeni bitirdiğim kitaptan( “Firarperest” Elif Şafak) bol alıntılı bir sene olacak herhalde çünkü kalemi 3 kez güçlü bu kadın yazarımız, bana bu sene için çok başlık kazandırdı diyebilirim. Bir çok yazımın içinde onun kullandığı cümlelerden kendime köprüler kurup, sizinle karşı kıyıya geçeçekmiş gibiyim...

Tesadüf diye birşey yoktur derler, doğru derler... Şu 4 günlük turnuvanın son maçı oynanırken okuduğum satır da şunlar yazıyordu...

“ Çoğu Batı toplumunda hırslı olmak demek, “ aklına koyduğunu yapmak, bir hedefe odaklanmak, uğraşmak ve azimli olmak” demek. Türk kültüründe ise hırs bambaşka bir anlam arz ediyor.
“ Tamahkarlık, maddiyatçılık, başkalarının omuzlarına basmak, hadini bilmemek”
Firarperest-Elif Şafak

Olay aynen şöyle başladı.
Üyesi olduğumuz klüp, oğlumun turnuvaya katılmasının uygun olacağını beyan etti. Oğlum kabul etti, ben de destekledim.
Turnuva tarihi geldi, oğlan heyEcanlı, ben heyEcanlı, ikiz kardeşimiz gergin.


1.gün; Turnuva yeri Anadolu yakasının tanınmış büyük bir Tenis klubünde. Tam 105 tane, 12 yaş erkek çocukla birlikte yarışmanın verdiği korkuyla, tek kelime Türkçe bilmeyen Romen asıllı bir antrenörle birlikte sabahın 7sinde el salladım ona. Rezil olmamak adına dönüp bakmadı yüzüme. Gülümsedim içimden, ön ergenlik diye. İlk yurtdışına yalnız gittiğimde otele geldiğimi, anneme haber vermeyi unutan “ben “ olarak, oğluma, vardığında mesaj atsın diye tembih etmiştim. EMPATİ gerek biraz ey anneler...
Çekilişler yapılmış ve korta çıkacağı saati bekleyen, biraz telaşlı ama çokta heyecanlı oğlumun elini tutamamanın sıkıntısıyla evde hasta ikiz kardeşe şevkat gösteren bende gergindim tabii. Turnuvanın ilk öğretisi bu olmuştu. “ Çocuklarınıza kaldırabileceği sorumluluklar verin ve izleyin, göreceksiniz ki başaracaklardır.” Aynen böyle oldu. Gün çok uzadı, bir çok şeyle  kendi başına başetti ve kah sinirle, kah destekle yolunu buldu ve akşam saat 11’de yorgun ve yenilmiş olarak eve döndü. Olsun dedik, yarın kazanırız temennisiyle yumuşacık yastıkta uyukuya dalıp rüyalar aleminde kazandık maçları.

2.gün; Derken sabah aynı maraton yeniden başladı ama bu sefer işler yoluna koyulup çocuğuna destek olan anne götürdü oğlunu maça, hasta olduğunu hala şiddetle savunan bir diğerini anneannenin evinde bırakarak. Birinin gönlü olmuş, anne yanına gelmiş, diğerinin ise kalbi kırık anne terk etmiş. Turnuvanın ikinci öğretiside bu olmuştu. “ İki çocuk annesiysen ikiden daha fazla sabırlı olman gerekir. “ Ben o beklentilere sabır göstermeye gayret ederken, yapılan kıskançlık krizlerinin boyutu kat kat artmaktaydı. İkinci gün turnuvanın saatleri, oynanacak kortların yerleri , kimler kimlerle oynayacak vs gibi konular netleşmiş ve koasun düzeni oluşmuştu. Oluşmuştu ama ortada garip bir enerji dolaşmaktaydı. Anneler gergin, oyuncular gergin, hakemler gergin, koçlar gergin, büfeci, temizlikçi, otoparkçı hemen herşey gergin. Aman Tanrım neler oluyor diyemeden, önden falanca takımın koçu kortta oynanan sayıya müdahale etmiş, kortun hakemi orta yaşta bir bey cevap vermiş ve ağız dalaşına girmişler, kelimeler boyut değişitip hafif küfüre dönmüş ve etraf şaşkınlık içinde. Spor camiiasındayız, nezaket ister, saygı ve tolerans ister değil mi diye düşünürken, kaçta oyunumuz başlar diye baş hakemin yanına gidip sorduğumda başhakemin ukala ve kaba tavırları karşısında bir şokta ben yaşıyorum. Bilemem tabloyu takip edin, okuma yazmanız vardır herhalde... Şaşkınlığım kat ve kat artmakta bu arada bizim takım için gelen koçun öğrencisi olmayan oğlum, takımından kimseyle samimiyet kuramamanın ve kendisinin seyredilmemesinden şikayet etmekte sadece benim orada olmamım yeterli olmadığını dile getirmektedir. Korta çıkan oğlumun karşısında başka bir klüpten aynı yaşlarda bir oğlan. Annesi ve babasıyla gelmiş, benimki hemen bana dönüp bak 2 kişi gelmişler ya biz? der gibi suçlayıcı bir bakış fırlatıyor. Düzgün spor ahlakı ile el sıkışılıp maç başlatılıyor. Arkadaş çok hırslı, anne –babada oldukça hırslı. Çocuk servisi nete takınca suratlar düşüyor, netten geçince küçük bir oh deniliyor, çocuk ter içinde hırsla smaç atıyor intikam sarı toptan çıkmalı. Gene yenildik. Bu defa ipler kopuyor ve raket bir tarafa, su şisesi diğer tarafta ağlıyoruz. Nasıl olurda yenemem derken karşı oyuncu gururla kortu terkediyor...Turnuvanın üçüncü öğretisi ise “ Biz Türkler spor konusunda çok geriyiz, motivasyon ve düzen konusunda yetersiziz, hırslıyız ama hırsımız başkalarını ezmek için.” Oldukça uzun bir süre ağlıyor ve yenilgimizi kabul etmekte zorlanıyoruz. Sebebi ise en ilkel duyguda saklı, kaybetmek.
Bu ne kadar yakıcı bir ateş ki başkasının bizden daha başarılı olmasını hazmedemiyor.
Bu nekadar yıpratıcı bir an ki unutmak için aşırı çaba sarfediliyor kabullenmektense.
Bu nekadar üzücü bir haber ki telefonda kardeşimize söylemeyi redediyoruz.

3.gün; Tenis federasyonunun web sayfası çok iyi çalışıyor. Bizler yakın olsun, git gel trafiği az olsun diye anneanneye taşınmıştık ya, trafik Cumartesi günü çıldırtıcı olsa da,  bir yere ulaşmaya çalışmak sinir yapsa da, turnuva bu, emek ister. Vaktinden tahmini 2 saat önce gene yoldayız. Vardığımızda oynamamıza 3 saatten fazla var diyorlar, neden bilinmez. Hem turnuva , hem kış okuluyla uğraşan klüb birini tercih edemediğinden bizlere saatlerce beklemek düşüyor. Su, içecek, yiyecek bol, küçük bir kafe de mevcut ama fiyatları sormayın gitsin...Anfi 17 derece, bizler donuyoruz ama sporculardan şikayet yok.
Güzel olan bu kadar çok korta hakem yetişmemiş, oyuncular sayılarını kendileri tutuyorlar. Ne hoş bir durum, görülesiydi...Ta ki oynayacak çocuğun antrenörünün yüz ifadesine görene kadar. “Sayıları iyi say. Sen say, karşıdakine saydırma. Topa odaklan. Hadi koçum göreyim seni.”
Hırs bürümüş bu insanları, hırs... Ben ne kızıyorum ki oğluma, kalkıp felsefik yorumlarla;  Hayat böyledir evladım, önemli olan turnuvaya çıkma cesaretindedir, kazanmak değil katılmak önemlidir gibi... Bazıları bu yolu çoktan aşmış. Yarış dedikleri bu muydu yoksa... Hedefe kilitlenirken ezmek miydi. Topu bilerek falsolu atmak mıydı, karşılayamayana bakıp bıyık altından gülmek miydi... Turnuvanın dördüncü öğretisi “ Sen ne kadar hedefe koşsanda bazen hedefSİZsindir.”

Ve son gün; Bu gün oyanayacağı rakip biraz daha onun kalemi, yani aşağı yukarı aynı teknik bilgiye sahipler. Boyu boyuna, yaşı yaşına. Beklentimiz, kazanabiliriz yönünde.
Ama kazanamadık.
Gene kriz, gene ağlamalar, gene tanıdık duygular ve isyanlar. Bu defa sakinleşmek daha çabuk oldu. "Şimdi hatalarımı görebildim anne" dedi birden. "Bunlara odaklanıp çalışmalıyım." dedi.
Bu günkü oyunu seyretmeye zoraki de olsa kardeşimizde geldi, binbir laf ederek.Ama maç çıkışı, ona sarılıp, sen en iyi oyununu yaptın, boşver demesiyle.. Sarılmak istedim ikisine , hem de öpmek sıkıca ama unutmamak lazım karşınızdakiler ÖNERGEN. Buda turnuvanın beşinci öğretisiydi “ Bazen süreç sonuçtan daha önemlidir.”

Tüm bu duyguları bize kazandıran turnuvayı başarısından dolayı kutluyorum.

Yeni turnuvamız Mart ayında, henüz katılıp katılmayacağımızdan emin değiliz ama çok şey öğrendiğimiz kesin.

1 yorum:

  1. stel,

    sakın vaz geçme, vaz geçirtme..sakın..!devam sonuna kadar destek

    YanıtlaSil