24 Ağustos 2016 Çarşamba

KAÇ KİŞİYDİK O ZAMAN, KAÇ KİŞİ KALDIK ŞİMDİ?




Bodrum'dayım bu hafta sonu. Şehir bastı. Dostları olsun insanın orda burda yüreğini, kollarını açmış seni bekleyen. 
Davetsiz kapısında bitebileceğin dostların olsun hayatında, elinde limonla gidip birlikte limonata yapabileceğin. 
Onun yüreğindeki heyecanı paylaşıp yarattığı güzelliğin büyüyeceğini bileceğin. Adı IpekChe* heyecanın. Dönüşüyor elinde bir şeyler. 

                 
Cam kavanooz bir anda mumluk, bir anda kalemlik belki de kaktüsüne altlık. Plastik şişe belki de sevdiğin çiçeğe vazoya dönüşüyor.
Bu yaratıcı güce şükür ederken ülke hallerinden gerilip ah çekip iyi olacak inşallah  diyebileceğin dostları olmalı insanın.
Ama birazda deli olmalı hayata karşı dostların. Düşünsene deli değilsin?



Işte Ipek ile bir hafta sonu böyle başladı.
İşlerden bin kere uçuş değiştirmek zorunda kaldıysam da keyifli bir uçuşla tatil modu ON.









Her gün kendi gibi özel başladı, her gün batımı başka bir heyecanla son buldu ve her güzel  şey gibi bitiş günü  geldi.



















Bu sabah her sabahtan erken kalkıp yol almaya niyet ettik.
Gölköy'e denize gitmek üzere  Gündoğan'dan sabah ışıklarıyla yola çıktık. Tam tabela Gölköy'e dönüş  verdi ki sağda bir yol ayrımı fark ettim. Tam anlaşılmayan  rengarenk odunsu birşeyler sıra sıra. Dikkat çekici . Arkadaşım direksiyonu hemen kırdı ne de olsa yüreğimi  bilir. 
"Buraya girmeliyiz," dedi.
Bir anda kendimi bambaşka bir dünyaya  girmiş  buluverdim.
Her yer odunsu ve metalimsi objelerle dolu. Şaskınlıkla inceliyorum her birini. Yanlarından arabayla adım adım geçiyoruz. 
Duruyorum.
Bakiyorum. 


Yüreğimin  sesi sessizlikte  güm güm. Bu odunsu ağaç  dalları konuşuyor. Bazıları hoşgeldin  derken, bazıları ne işin var burda git diyor. Kimi sana gülümserken  bazıları hüzünle  eğiliyor. Her biri başka  duygularla bizi karşılıyor. Başka  dünyaya  ait olduğunu  düşündüğüm  metal parçalar  korkutucu figürler  içindeyken  bir o kadar da ironik gülüyorlar . 










Bunlar çok  özel  bir ruhun elinden çıkmış dekor amaçlı objeler. Bunlar Cuma Altuntaş'ın* sözleri. Onun  evrene verdiği  mesajlar. Onun ellerinin hüneri. Evlerimizin bahçesine, terasına ya da salonumuzun bir köşesine keyifle yerleşecek  figürler  ama şaşırtıcı olan sanki sizinle konuşuyor  olması. Sanki size doğayı ve onun dinginliğini  getiriyor gibi. Daha ötesi  sanki birazdan "Hadi anlat bakalım  nedir aklındaki?" diyecek ruhta. 






7 yaşından beri ağaçlara aklındakileri oyarak hayatına anlam katan bu yürek
başka  türlü  biri. Dünyevi beklentileri nedir anlayacak kadar çok  kalamadım  yanında ama illa ki ağaçları duyduğunu  ve onları yeniden yaratıp bizlere ulaştırdığını düşünmeden  edemiyorum.
Yaşam koşulları kendi istediği  gibi, beklentisi sıfırım altında sanki. Çay teklif etti, su içtik  ama o çay  içti. Karton bardağa poşeti  koydu, üzerine  sıcak suyu ekledi öylesine  doğal bir şeymişcesine bir dal kopardı ve şekerini  karıştırdı.
İçinde yaşadığımız şu deli günlerde aklımız çıldırma noktasındayken bu umarsızlık, Diyojen'in gölge etme başka  insan istemem havasındaydı. Sohbetimiz zaman kısıtlamasından az sürdüyse de laflar ve projeler büyüktü.








Neye, ne kadar ihtiyacımız var, elimizde olanların ne kadar yeterli olduğunun farkında mıyız? Yaşadığımız güvensiz hallerin tamamen kurgu olduğunu, dünyanın düşünmemizi istedikleri gibi düşündüğümüzü , cok tüketip az ürettiğimizi, ürettiklerimizi hazmetmeden hızlıca tükettiğimizi  fark ediyor muyuz? Bir söze takılıp kendimizi mutsuz ettiğimizi, bir düşünceye  saplanıp bir başkasını öldürebildiğimizin farkında mıyız? Bir kahkahanın peşinden  gitmeye korkup, hayallerimizin hayal olduğunu  kendimize tekrarladığımızı görüyor muyuz ?
Maddi kaygılardan kafamızı kaldıramayıp hayatla boğuştuğumuzu ama
aslında kuşların uçtuğunu  görmediğimizi biliyoruz değil mi?
Basit bir odun parçasının sizinle konuşabilmesi ihtimalini delilikle birleştirip  bu yazıyı okumayı
kesebileceğinizi de biliyorum ama genede yazmaya devam.

Yolunuz düşerse sakın ama sakın es geçmeyin. Adresi ve telefonu yok, yüreğinizi takip edin bulursunuz. 

Tam da bu hallerdeyken tesadüf yoktur ya, elime gelen kitap Birol Güven'in " The school of Mandıra Flozofu" ve Ayşe Arman'ın röportajı ve Focault'ın deiği; " Kapitalizm konfor verip özgürlüğümüzü alır."

 Kaç kişiydik o zaman, kaç kişi kaldık şimdi.



* IpekChe 'yi merak edenler için: instagram: ipek_che ve Facebook: IpekChe
* Cuma Altuntaş'ı takip etmek isteyenler Facebook'ta ismiyle arayabilir.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder